Aslında Hepimiz Bir Kolinin İçindeyiz

Hepimiz çevremizle ve çevremizdeki nesnelerle dolaylı ya da dolaysız olarak ilişkiye girdiğimiz bir dünyada yaşıyoruz. Çevremizle yaşadığımız bu ilişkiler kendimize özgü, birbirimizden farklı yani öznel deneyimlerimiz. Bizler ancak bu öznel deneyimlerimizle çevremizdeki nesnelerin farkına varıyoruz. Mesela bazı nesneler kırmızı ya da yeşil bazıları saydam bazıları pürüzsüz veya pürüzlüdür. Bizler çevremizdeki bu nesnelerle girdiğimiz ilişkiler bütününde, nesnelere ait olan tüm bu nitelikleri duyularımızla deneyimlemekteyiz.

Peki, nesnelere özgü tüm bu nitelikler elle tutulabilir tek tek birer varlık mıdır? Elbette hayır. Sadece o nesnenin bize verdiği deneyimi tarif ederler. Dünyada “Yuvarlaklık” ya da “Pürüzsüzlük” diye somut bir şey yoktur. Yuvarlak top, düz masa, pürüzsüz cam vardır. Yani bizler tüm bu kavramları ancak bir nesne üzerinde deneyimleyebiliriz.

Birde bunların dışında, nesneler üzerinde deneyimlemediğimiz ama yine de ne olduğunu bildiğimiz kavramlar vardır. Ölüm, Aşk, Açlık, Uykusuzluk gibi; mesela ben size ancak ölümlü olma halini gösterebilirim ama asla ölümü gösteremem. Aşk kavramını da ancak hissedebiliriz ama bana aşkı gösteremezsiniz. Biz ölüm kavramını ancak canlıyken sonradan canlılığını kaybeden bir insan, bir hayvan ya da bir bitki üzerinde görebiliriz. Ve en önemlisi ölümü deneyimleyemeyiz çünkü eğer ölümü deneyimliyorsak zaten ölmüşüzdür. Ama açlık kavramı böyle değildir. Ben size açlığı yuvarlaklık ya da pürüzsüzlük kavramlarında olduğu gibi bir nesne üzerinde gösteremem ama yine de sanırım açlık kavramının ne olduğunu bilmeyen yoktur.

Daha önceki yazılarımı takip ettiyseniz bu konuları ilk defa Antik Yunan Felsefesinde Platon, Modern Felsefe de ise Kant da görürüz.

İdealar kuramı Antik Yunan felsefesinin en önemli düşünürlerinden biri olan Platon’a aittir. Platon dünyayı İdealar ve Görüngüler Dünyası olarak ikiye ayırmıştır. Şu an içinde yaşadığımız dünya duyularımızla algılaya bildiğimiz görüngüler dünyasıdır. Platon’a göre görüngüler dünyası her ne kadar bize gerçek görünse de sadece bir yanılsamadan ibarettir. Hani şarkıda diyor ya; “Yalan dünya, her şey bomboş” işte Platon’un görüngüler dünyası tıpkı şarkıdaki o yalan dünyadır. Çünkü Platon’a göre her şeyin mutlak, saf ve en mükemmel hali İdealar Dünyasındadır. Platon, bu yüzden bu dünyada yani görüngüler dünyasında gördüğümüz ve deneyimlediğimiz her şeyin İdealar dünyasının bir gölgesi olduğunu söyler.

Immanuel Kant ise bu dünya işlerine daha farklı pencereden bakar. O da Platon gibi dünyayı iki farklı dünya olarak görmüş olsa da onun ikiye ayırdığı dünya Fenomenal ve Numenal Dünyadır.

Peki bu iki dünyayı Planton’dan ayıran nedir? Kant’a göre Fenomenler duyularla algılanabilen, somut ve gözlemlenebilir olay ya da nesnelerdir. Yani yaşadığımız, içinde olduğumuz dünyadaki her şeydir. Yani Planton’daki Görüngüler dünyasıdır. Ancak Kant son noktada Platon’un İdealar Kuramında olduğu gibi konuyu mistik bir şekilde bitirmez. Yani öyle idealar dünyasının gölgesiyiz falan demez. Kant’a göre bizler yani düşünebilen bilinç sahibi canlılar olarak duyularımızdan aldığımız verilerle yani algılarımızla idrak eder, kavrar ve anlarız. Çünkü bizler yaşadığımız dünyadaki tüm deneyimlerimizi uzay-zaman içinde gerçekleştiririz.

Uzay-Zaman mı?

Uzay ve zaman, fiziksel evrenin temel bileşenleridir ve birlikte “uzay-zaman” olarak adlandırılırlar. Uzay, nesnelerin konumlarını ve uzaklıklarını tanımlayan üç boyutlu bir kavramdır, zaman ise olayların sıralanmasını ve değişimin ölçülmesini sağlar. Bizim nesneleri deneyimlediğimiz Mekân yani Uzay bize nesneleri yan yana, üst üste ya da arka arkaya görmemizi, Zaman ise nesneleri art arda görmemizi sağlayandır. Bizler nesneleri ancak Uzay ve Zaman içinde deneyimleyebiliriz. İşte bu Kant’a göre Fenomenal dünyadır.

Immanuel Kant, “Kritik der reinen Vernunft” (Saf Aklın Eleştirisi) adlı eserinde uzay ve zamanın, insan zihni tarafından deneyimlenen dünyanın temel yapısını oluşturduğunu savunmuştur.

Bu ne demek? Şöyle düşünün; Dünyadaki her şeyi, tabii ki bizleri de içine alabilecek büyüklükte boş bir koli olduğunu hayal edin. Dünyada gördüğümüz her şey gökyüzü ve gökyüzünde gördüğümüz her şey de dahil olmak üzere hepimiz o kolinin içindeyiz. Ve bizler dünyada deneyimlediğimiz her şeyi o kolinin içinde deneyimleyebiliyoruz. İşte, Kant bu kolinin içine Fenomenal Dünya, kolinin içindeki her şeye de Fenomenler diyor. Kant’a göre bizzat kolinin kendisi ise uzay-zaman. Aslında bizler Fenomenal bir dünyayı bir koli gibi çevrelemiş bir uzay-zamanın içindeyiz. Ve biz dünyadaki tüm deneyimlerimizi bu uzay-zaman içinde deneyimliyoruz. Yani kolinin içinde.

Platon’un İdealar Dünyası ise Kant’ın Numenal Dünyasına denk geliyor. Kant bu noktada durmuyor ve devam ediyor; Kant diyor ki biz her şeyi koli içinde yani uzay-zaman içinde deneyimliyorsak; eğer koli olmasaydı bize koli içindeki her şey nasıl görünürdü? İşte nesnelerin koli olmadan yani uzay-zaman olmadan hallerine ise “Kendinde Şey” diğer adıyla Numen diyor. Kolinin olmadığı yani uzay-zamanın olmadığı dünyaya da Numenal Dünya diyor.

Gelin şimdi “Kendinde Şey” kavramını biraz açalım;

Kant’ın kendi felsefi yolculuğu öncelikle Leibniz’in matematik kuramlarını incelerken geometride eşitlik olmadığını örtüşebilirlik olduğunu fark ettiğinde başlamıştır. Leibniz eğer geometrik iki cisim örtüşebiliyorsa bu iki geometrik şeklin eşit olduğunu söylüyordu. Öyleyse içsel ve dışsal parçaları birbiriyle aynı ve aynı dizilişe sahip iki şekil üst üste çakıştığında her zaman birbirine eşit olması gerekiyordu. Geometri bize bu kesin bilgiyi vermiş olmasına rağmen dizilişleri aynı olduğu halde neden biz sol eldivenimizi sağ elimize giyemiyorduk? İşte Kant’ın mucizevi yolculuğu böyle başladı.

Eğer bizler iki boyutlu bir dünyada yaşıyor olsaydık nesneler birbirleriyle eşit olarak örtüşebilecekti fakat üç boyutlu bir dünyada yaşadığımız için ve tüm nesneleri de uzay-zaman içinde gördüğümüz ve algıladığımız için nesneler aynı dizilişe sahip olsalar bile yönlerinin farklı olması nedeniyle asla örtüşememektedirler.

Peki bize “yön” kavramını veren nedir? Çevremizdeki nesneler midir? Eğer bize yön kavramını nesneler verseydi tüm benzer nesneler birebir örtüşürdü. O halde bize yön kavramını veren nesneler olamaz. Öyleyse bize yön kavramını veren fenomenlerin içinde olduğu uzay-zamandır.

Uzay ve zaman benim nesneleri deneyimleyebildiğim bir yer ama ben asla uzayı deneyimleyemiyorum o halde ben uzay kavramını nereden biliyorum? Eğer ben uzayı deneyimlerimle, duyularımdan gelen verilerle deneyimleyemiyorsam, uzayın kendisi duyusal bir şey değilse o halde ben uzay temsilini nereden biliyor olabilirim? Böylece Kant fenomenleri deneyimleye bildiğimiz uzay-zamanın A Posteriori yani deneyle elde edilen bir bilgi olmadığını onun A Priori deneye gerek duyulmadan bilinen, deneyden önce bilinen bir bilgi olduğunu göstermiştir. Demek ki uzay ve zaman doğumumuzdan beri bizde olan, bizim dışımızdaki tüm fenomenleri deneyimlememizi sağlayan A Priori olarak bildiğimiz bir temsildir.

Ve eğer nesneler yani fenomenler bize uzay-zaman içinde görünüyorlarsa yani uzay-zaman elbisesini giyerek bize görünüyorlarsa o elbise olmadan yani uzay-zaman olmadan ki hallerinde kendilerine ait bir formları olabilir mi? İşte Kant nesnelerin uzay-zaman olmadan ki hallerine “Kendinde Şey” ya da bir diğer ismiyle “Numen” demiştir.

Kant bu gerçeğe ulaştığı zaman, bizim ancak duyu organlarımızla deneyimlediğimiz ve zihinlerimizde bize gösterilen haliyle yani ancak Fenomenal dünyayı bilme yeteneğine sahip olduğumuzu ve bunun dışındaki Numenal Dünyanın hiçbir bilgisine ulaşamayacağımızı söylemiş oluyordu. Başka bir deyişle bildiğimiz ve hep bileceğimiz biricik bilgi, fenomenlere ilişkin bilgi olduğunu söylüyordu. Bunun bir diğer anlamı, numenlere ilişkin bilginin asla bilinmez olacağıdır.

Ve Kant bu bilgiye ulaşınca o meşhur sözünü söyler;

“Bizler sırlarla dolu bir evrende bir rüyanın rüyasını görmekteyiz. Gerçekte bildiğimiz hiçbir şey yok. Bildiğimizi sandığımız şey sadece olaylar. O olaylar ki, bilmediğimiz bir objeyle asla bilemeyeceğimiz bir süjenin birbirlerine olan ilgisinden başka bir şey değildir.”


Yorum bırakın