Artık felsefenin genel mantığını ve Antik Yunan felsefesinden 20.Yüzyıl Çağdaş felsefesine kadar olan felsefi dönemlerdeki düşünürlerin; en azından öğrenilmesi gereken ve felsefe tarihinde köşe taşı olanların felsefi fikirlerini az da olsa bildiğimizi düşünüyorum.
Bütün bu felsefi dönemlere tek tek baktığımızda; Felsefi konuların ve felsefi tartışmaların en başından beri madde, varlık, bilgi, ahlak, din, erdem, mutluluk ya da analitik bağlamda matematik, mantık ve dil felsefesi düzeyinde ilerlediğini görürüz.
Sanayi devriminden sonra ise özellikle Marx Felsefesi sonrası Marx’ın Manifestoda geçen “Bugüne kadarki bütün insanlık tarihi sınıf çatışmaları tarihidir” cümlesi doğrultusunda; “Marx sonrası felsefe bu sınıf çatışmalarına nasıl ve ne derece de olumlu bir katkı sunmuştur?” ya da daha da uç bir noktaya giderek, “Kapitalist dönem felsefesinde yeni olan bir şey var mıdır?” gibi sorular 20.yüzyılın önemli filozoflarından birisi olan ünlü Macar filozof György Lukacs tarafından gündeme getirilmiştir. Böylelikle bu ve benzeri sorular felsefeyi bir yönüyle kapitalist felsefe ve diğerleri olarak bir bölünmeye götürmüştür.
Bu bölünme kapitalist toplumda nesneler aracılığıyla kurulan ilişkiler bağlamında ele alınmış özellikle ekonomik koşulların insan ilişkilerini ciddi biçimde etkilediği bu nedenle kapitalist toplumun neredeyse bütün koşullarının felsefi düşünceleri de etkilediği fikrinde birleşilmiştir.
Ekonomik ve toplumsal düzeydeki olumlu ya da olumsuz her değişim insanların gerek yaşam tarzlarında gerek düşünce dünyalarında beklenmedik bir değişim olarak yansır; bu değişimler ister istemez felsefi düşünceleri de etkisi altına alır. En basit örnekle kapitalist toplumun önümüze getirdiği “Moda” kavramını düşünürsek modanın hayatımızdaki ve düşünce dünyamızdaki etkisinin ne kadar önemli olduğu fikrinde sanırım herkes birleşir.
20.Yüzyıl Çağdaş Felsefesi içinde Marx sonrası felsefeye kapitalist bir pencereden bakan ve felsefi düşüncelerini bu perspektiften oluşturan düşünürler olduğu gibi, yine aynı dönem içinde felsefelerini toplumsal sınıf ilişkileri üzerinden oluşturan, sosyal çatışmaları ve sosyal dönüşümü diyalektik bir perspektiften inceleyen, felsefenin tarihsel gelişimini materyalist bir bakış açısıyla yorumlayan düşünürler de olmuştur. Bu düşünürlerin diğerlerinden farklı olarak neler anlattıklarına, dünyaya hangi pencereden baktıklarına, felsefelerini oluştururken nelere önem verdiklerine henüz girmeyi düşünmüyorum. Ama felsefe okumaları yaparken Plekhanov, György Lukacs, Gramsci, Louis Althusser ve bu isimler kadar olmasa da Jean-Paul Sartre, Albert Camus gibi düşünürlerin penceresinden de bakmanın önemli olduğu kanısındayım. Çünkü 20.Yüzyıl Çağdaş Felsefesinde en az Fenomenoloji, Post Modernizim, Pragmatizm, Varoluşçuluk kadar bu düşünürlerin fikirleri de etkili olmuştur. Dünyaya ve hayata ön yargılarımızı bir kenara bırakarak farklı pencerelerden de bakmak, bakabilmek ya da en azından bakmaya çalışmak en basit anlamda iyidir…
Kaynakça: Marksizm mi Varoluşçuluk mu? – György Lukacs
