Her Şeyin Bir Nedeni Var Mıdır?

Nedensellik, evrende gerçekleşen her olayın mutlaka bir nedeni olması gerektiğini söyleyen bir kavram. Peki, bu doğru mudur? Felsefe tarihinde bugüne kadar “Nedensellik” kavramı üzerine birçok kişi konuşmuş olsa da bu konu üzerine en önemli eleştiriyi David Hume yapmıştır. Hume, “Nedensellik” kavramını “İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Bir Soruşturma” adlı eserlerinde ayrıntısıyla anlatmıştır.

Hume bir İngiliz’di ve tabii ki neredeyse hemen hemen bütün İngiliz düşünürler gibi ampiristti. Bilginin deneyim olmadan oluşmayacağına inanıyordu.  Humu’un düşüncelerini etkileyen kişi ise yine bir İngiliz ampirist düşünür olan Jonh Lock olmuştur. Lock, deneyim denilen faaliyetin duyu organlarımız aracılığıyla elde etiğimiz veriler olduğunu söylüyordu. David Hume, Locke’un bu düşüncesini bir adım daha ileri götürerek; aklın, deneyim ve algı yoluyla elde ettiği bilgileri ikiye ayıracak “İzlenimler” ve “Düşünceler” diye iki kavram ortaya atacaktı.

Hume’a göre İzlenimler, bir anda gerçekleşen algılardı. Bu yüzden canlı bilgilerimizdi. Düşüncelerse daha önce deneyimlediğimiz algıların zihinden geri çağrılarak elde edilmesiyle oluşan sönük bilgilerimizdi. Aslında atalarımız David Hume’un bu düşüncesini bizlere bir cümlede çok güzel anlatmıştır; “Bir musibet bin nasihatten iyidir” ama gelin biz yine de Hume’un bu iki kavramını bir örnekle açıklamaya çalışalım.

Bir bardak sıcak çay üzerimize döküldüğünde sıcak çayın bizi yaktığını anlarız bu o an gerçekleşen bir bilgidir yani canlıdır ve Hume’a göre bu bir izlenimdir. Oysaki biz geçmiş deneyimlerimizden sıcak çayın bizi yakabileceğini biliyorsak ve bu bilgiyi hatırlarsak bu geri çağırılmış bir bilgi olur. Hume’a göre bu bir düşüncedir. Bizdeki etkisi izlenime göre daha sönüktür.

Beni Dogmatik Uykularımdan Uyandırdı

İşte şimdi Kant’ın “Hume, beni dogmatik uykularımdan uyandırdı” diyerek yazmaya başladığı o üç büyük eserine motivasyon olan yere geldik.

Hume, her düşüncenin bir İzlenime dayanması gerektiğine inanıyordu. Bu nedenle bir düşünce eğer bir izlenime dayanmıyorsa, bu düşüncenin temelsiz bir düşünce olduğunu söylüyordu. Hume, kitabında “Eğer bizler, öğretimizi koruyup sürdüreceksek, bize düşen, o öğretimize karşılık gelen izlenimi ortaya koymaktır.” diyecektir. Hume böylece rasyonalistlerin düşünce aklın bir eylemedir fikrini kabul etmekle birlikte bir amprist olarak düşüncenin ancak bir deneyimle ortaya çıktığını deneyim olmadan bir düşüncenin oluşmayacağını söylüyordu.

Peki, diyelim ki biz bir izlenimle bir düşünce elde ettik daha sonra elde ettiğimiz düşünceye benzer bir başka düşünce daha elde ettik; bu iki düşünceyi birbirine bağlayan şey nedir? İşte burada yavaş yavaş nedenselliğe giriyoruz. Hadi bakalım kolay gelsin…

Hume diyor ki; bu iki düşünce arasındaki bağlantıyı kuran belirli ilkeler vardır. Bunlar, Benzerlik, Zamanda ve Mekânda Yakınlık ve Neden ve Sonuç İlişkisi ilkeleridir. Bunların her biri, düşüncelerimizin birbirine bağlanmasını sağlar.

Yine bir örnekle anlamaya çalışalım; Oteldesiniz ve balkondan dışarıya bakıyorsunuz önde bir havuz, havuzun gerisinde bir kumsal, kumsalda şemsiyeler ve en geride bir deniz gördünüz. O anda gördüklerimiz daha önce gördüğümüz şeylerin düşüncelerini de bize getirir mesela bir önceki tatilimizi. İşte bu, benzerliktir.

Otomobil markalarından bahsettiğimizde ve bir otomobil markasını düşündüğümüzde aklımıza hemen diğer otomobil markaları da gelebilir. İşte bu da yakınlıktır. Ya da arabanızla geçen hafta ufak bir kaza yaptınız ve sol çamurlukta bir hasar oldu. Bir türlü vakit bulup arabayı tamirciye götüremediniz. Bu yüzden ister istemez arabanıza her bindiğinizde ve sol çamurluktaki hasarı her gördüğünüzde düşünceniz gözünüzün önüne kaza anını getirir. İşte bu da yazımızın asıl konusu olan “Neden ve Sonuç ilişkisi”. Evet, buraya kadar ancak nedenselliği tanımlayabildik. Ama merak etmeyin bundan sonrası emin olun çok daha kolay çünkü buraya kadar yokuş çıktık artık yokuşu inme vakti geldi. Hadi bakalım devam edelim.

Hume, insanın anlama yetisini iki kategoriye ayırmıştır; Birincisi, eğer bir nesne ya da bir olay kesinlik arz ediyor ve baktığımızda o kesinliği görebiliyorsak bu nesne ya da olay kendini kendinde açıklar. Kendini kendinde açıklamak ne demek? Bir üçgende üç kenar olduğunu biliyoruz ama Hume diyor ki; Üçgenin üç kenarlı olduğunu ben zaten üçgenin kendisinden bilirim. Bu nedenle bu zorunlu bir bilgidir. İkincisi ise kesinlik arz etmeyen olgulardır. Bunlar üçgenin üç kenarlı olduğu düşüncesindeki kadar kesin ve açık değildir. Bu durumda eğer bir nesne ya da bir olay kesinlik arz etmiyorsa bunda bir zorunluluk yoktur. Eğer zorunluluk yoksa bu olduklarından başka türlü olabilecekleri anlamına da gelir.

Burası biraz karışık değil mi? O halde Hume’un verdiği klasik örnekle anlamaya çalışalım. Hume’a göre güneşin yarın doğacını söylemek ile güneşin yarın doğmayacağını söylemek arasında hiçbir fark yoktur. İkisi de eşit oranda kabul edilebilir. Çünkü yarını henüz kimse bilmiyor bu nedenle yarın güneşin doğup doğmayacağını apaçık bir şekilde kimse bilemez.

Peki biz o halde yarın güneşin doğacağından nasıl bu kadar eminiz? Bizim yaptığımız yalnızca güneşin doğacağına dair bir tahmindir. Fakat yine de insan, yarın güneşin doğmasını bekler. Peki, insanı bu beklenti içine sokan şey nedir?

Hume, insanı böyle bir beklenti içine sokan şeyin neden-sonuç ilişkisi olduğunu söylüyor. Huma’a göre bu durum insanın sadece psikolojik bir durumundan başka bir şey değildir. Yani bu sadece olan bir şeyin her zaman olacağına dair bir inancımızdır. Asla bir zorunluluk değildir.

Bu yüzden Hume’a göre doğada zorunlu bir neden sonuç aramak anlamsızdır. Neden Sonuç arasındaki bu ilişki sadece geçmiş deneyimlerimizin sürekli olarak tekrar etmesine dayanan alışkanlıklarımızın sonucunda oluşmuş bir inançtır.

O halde doğada bir neden sonuç ilişkisi yoksa geriye ne kalır? Hatırlarsanız bu sorunun cevabını Kant bize özgür irade olarak vermişti işte biz tam da bu noktadan yani insanın özgürlüğe giden yolculuğunda artık varoluşçuluğa doğru yol alabiliriz.

Kaynakça:

İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Bir Soruşturma – David HUME

Felsefe Tarihi & Thales’ten Baudrillard’a – Ahmet CEVİZCİ


Yorum bırakın