“Hikâye Nasıl Başladı?” başlıklı ilk yazımda; Hikâyenin başlangıcı olan Antik Yunan Felsefesinin nasıl başladığını ve daha sonra birkaç cümleyle buradan Ortaçağ Felsefesine nasıl geçildiğini anlatmıştım. Hatırlayacak olursak Antik Yunan Felsefesinin üç büyük düşünüründen birisi olan Platon, öldükten sonra öğrencisi olan Aristoteles Yunan felsefesi üzerinde etkili olmuştu. Aristoteles yazdığı kitaplar ve felsefeye getirdiği kuramlarla felsefesini sistematik bir hale getirmiş onun da ölümünden sonra Antik Yunan Felsefesinin birinci dönemi olan Helenik Felsefe bitmişti.
Antik Yunan Felsefesinden sonra Hıristiyanlığın ortaya çıkışıyla birlikte Tanrı evreni yoktan mı yaratmıştır, yoksa evren ezeli ve ebedi midir? Günah kavra mı nedir? İnsan cennetteki ilk günah sonrası dünyaya günahkâr olarak mı gönderilmiştir? Evren ezeli ve ebedi ise Tanrı’nın insanla ve evrenle olan ilişkisi nedir? İnsanın özgür iradesi varsa ve özgür seçimler yapabiliyorsa; insan iradesinin Tanrısal irade karşısındaki konumu nedir? İnsan beden ve ruh düalitesinden oluştuysa ruhunun ölümden sonraki durumu ne olacaktır? gibi zor sorularla karşılaşan Hristiyanlık, bu sorulara ancak felsefe sayesinde cevaplar bulabilmiştir. Yani felsefeden uzak durmamış ama dini inanışın etkisinde kalarak cevaplar geliştirmiştir. Plotinos’un ölümünden sonra Helenistik Felsefenin de sonuna gelinmiş ve yaklaşık olarak bin yıl sürecek olan Ortaçağ Felsefesi başlamıştır.
Orta Çağ felsefesi; Antik Yunan Felsefesinin bitiminden sonra yani M.S 2. yüzyılda başlayıp, modern düşüncenin başladığı kabul edilen 15. yüzyıl sonlarında Rönesans Felsefesinin başlayacağı tarihe kadar devam eden uzun bir dönemdir.
Skolastik ve Dogmatik düşüncenin etkisinde kalan Ortaçağ Felsefesi; özgür düşüncenin olmadığı, dinsel düşünce dışındaki fikirlere yer vermeyen bir dönemdir.
Geçen bin yıllık süre içinde coğrafi keşifler ayrıca gelişen ekonomiyle birlikte kapitalizmin başlaması, krallık yönetiminden devlet yönetimine geçme düşüncesi ve akabinde üniter devletlerin kurulmaya başlanması, fizik yasalarının bulunması, özellikle Kopernik ve Galileo ile birlikte Kepler’in Dünya ve Ayın, aslında Güneşi takip ettiğini kanıtlaması kilisenin baskısını daha da artırmıştır. Çünkü yıllardır Dünya merkezli bir evrene inanan kilise tüm evrenin dünya etrafında döndüğünü söylüyorken; Bilim, dünya da dahil güneş sisteminde olan tüm gezegenlerin güneş etrafında döndüğünü kanıtlamıştı. Artık Güneş Merkezli bir sistem vardı.
Bilimin ve Felsefenin gelişmesi insan aklına ve bilime karşı bir güven duygusu başlatmıştı. Bu duygu bir süre sonra bilime ve özgür düşünceye yönelik felsefi eğilimlerin ve akımların ortaya çıkmasını, Hümanizm, Rönesans, Aydınlanma, Akılcılık, Deneycilik gibi yeni felsefi düşüncelerin oluşmasını sağlayacaktı.
Ortaçağ Felsefesi tek bir yazıyla anlatılacak bir dönem değil hatta bence 2500 yıllık Felsefe Tarihi içinde Ortaçağ Felsefesinin kendinden sonra gelen düşünce sistemlerine katkısı da oldukça büyük. Fakat ben bir an önce Modern Felsefeye geçmek istediğimden Ortaçağ Felsefesi düşünce akımlarının içine girmeden yazıyı da fazla uzatmadan Ortaçağ Felsefesinin düşünce yapısını anlatmaya çalıştım. Belki bir gün daha sonraki yazılarımdan birinde Ortaçağ Felsefesini daha geniş bir biçimde anlatabilirim.
Ortaçağ Felsefesinden sonra bana göre hikâyenin en heyecanlı yerleri başlıyor; çünkü Ortaçağ boyunca devam etmiş olan Skolastik ve Dogmatik düşünceyi insanoğlu kendi iradesiyle terk edecek ve yerini özgür düşünceye bıraktığı, bilime ve sanata inanan akla dayalı bir yaşama biçimi Rönesans Felsefesiyle birlikte başlayacaktı.
Kaynakça:
Ortaçağ Felsefesi – Ahmet CEVİZCİ
Feodal Toplumdan Yirminci Yüzyıla – Leo HUBERMAN
