Hikâye Nasıl Başladı?

Bilim ve felsefe arasında yakın bir ilişki olsa da felsefe bir yönüyle bilimden ayrılımıştır. Bilim deneye ve gözleme dayanırken felsefe düşünce yoluyla bilgiye ulaşma pratiğidir. Bu nedenle belki de öncelikle bu düşünce sisteminin ne olduğunu anlamamız gerekecek. Gerçi bilim de gözlemleyerek aynı şeyi yapar fakat bilim fiziksel ve doğal dünyanın incelenmesiyle meydana gelir. Felsefe ise her ne kadar doğayı ve insanı gözlemleyerek ilerlese de Filozof deney yapmaz. Filozofun ortaya koyduğu bilginin güvenirliği deneyle değil, sezgiyle denetlenir. Bu yüzden felsefe kendi sistemini daha çok bilimin cevap veremediği sorular üzerine kurgulamıştır.

Tabii ki böylesine büyük, 2500 yıllık bir külliyatı bütünüyle anlayabilmek için felsefeyi “Felsefe Tarihi” kapsamı içinde kronolojik bir sırayla, dönemler halinde okumak yararlı olacaktır. Felsefeyi dönemler halinde incelemenin aynı zamanda felsefeyi daha anlaşılır kılacağı ve benim için de daha kolay olacağı kanısındayım.

Öyleyse bu giriş bölümünden sonra sözü de fazla uzatmadan felsefe yazılarımızın ilkine başlayalım. Felsefe Tarihinin en başına yani bütün hikâyenin başladığı zamana, yaklaşık 2500 yıl önceye gidelim.

M.Ö 6. Yüzyıla Hoş Geldiniz…

Bugün Felsefe olarak bildiğimiz, Antik Yunandaki tam karşılığı Philosophia olan ve neredeyse bugüne kadarki bütün düşüncelerin, bütün ideolojilerin beslendiği bu kelime neden bu kadar önemlidir?

Felsefe, MÖ 6. yüzyılla MÖ 5. yüzyıl arasında yani günümüzden 2500 yıl kadar önce dünyanın birçok yerinde, hemen hemen aynı zamanlarda başlamış bir düşünce hareketidir. Yunanca sevgi anlamına gelen “Philo” sözcüğü ile Bilgelik ya da Bilgi anlamına gelen “Sophia” sözcüğünün birleşiminden oluşan bir kelimedir. Dilimizdeki tam karşılığı “Bilgelik Sevgisi” ya da “Bilgi Sevgisi”dir. Ve Felsefe Tarihi bize, aynı anda birçok yerde başlayan bu düşünce hareketinde öne çıkan beş isim verir; İran’da Zerdüşt, Hindistan’da Siddhartha Gautama ya da daha yaygın bilinen ismiyle Buda, Çin’de Konfüçyüs ve Lao-Tzu, Antik Yunan’da ise Thales

Bu kişiler yaşadıkları topraklarda ve bulundukları kültürlerde sahip oldukları dini veya mitolojik inanışların dünyayı anlama ve anlatma tarzıyla yetinmeyip, doğada yaşanılan doğal olayların, doğaüstü değil de doğal nedenlerle açıklanması gerektiğini düşünmüş böylece insan aklına dayanan bir faaliyet içine girmişlerdi. Bu, dini ya da mitolojik düşünceden kopuşun başlangıcı olmuştur.

Bu düşünce faaliyetinin nedeni nedir diye düşündüğümde Aristoteles’in Metafizik isimli kitabının başlangıç cümlesi gelir aklıma; İnsan doğası gereği bilmek ister.Çünkü insanı diğer canlılardan ayıran en önemli fark düşünebilmesidir. İnsan doğası gereği düşünen, soru soran, sorularına cevap arayan, çevresindeki olayları fark eden, sorgulayan ve bilmek isteyen bir canlıdır. İşte bu beş kişi de yüzyıllar önce sadece doğaları gereği bilmek ve öğrenmek istediler.

Batı Felsefe Tarihi ise felsefeyi bu beş kişiden sadece Thales ile başlatır. Çünkü Çin, Hint, Mısır ve Mezopotamya’daki felsefi ve bilimsel faaliyetler kendi yaşam tarzlarını kolaylaştırmak üzere pratik bir amaç için başlamışken; Antik Yunan’da ise hiçbir amaç ve çıkar gözetmeksizin, sadece bilmek amacıyla başlamıştır. Yani onlar için pratikten daha çok teori önemli olmuştur.

Antik Yunan’da başlayan bu uzun hikâye 2500 yılda çok büyük bir yol kat etmiş ve birçok felsefi ekole, birçok felsefi döneme ayrılarak günümüze kadar gelmiştir.

Felsefeye merak duyan biri olarak bu felsefi dönemlerden benim en çok ilgimi çeken dönem ise daha çok Rönesans Felsefesi sonrası başlayan Modern Felsefe, Aydınlanma Felsefesi ve günümüz Çağdaş Felsefesi oldu. Ama felsefenin bu dönemlerine gelmek için hikâyenin başlangıcını bilmek gerçekten çok önemliydi.

Gerçi Karl Marx, “Feuerbach Üzerine Tezler” kitabının o ünlü 11. Tezinde; Filozoflar şimdiye kadar dünyayı sadece anlamaya çalıştılar oysa önemli olan dünyayı anlamaktan ziyade onu değiştirmektirdese de Marx’ın sözü üstüne söz söylemek hadim değil ama kim bilir belki de değiştirebilmek için önce anlamak gereklidir.

O halde gelin benim için hikâyenin en heyecanlı bölümüne, hatta bence asıl hikâyenin başladığı yer olan Kartezyen Felsefe yani Descartes felsefesine gelebilmek için hikâyenin en başına dönelim ve hızlı bir özet geçelim. Çok hızlı bir özet olacağı için ayrıntıya inmeyi düşünmüyorum. Hadi başlayalım.

Yazının giriş bölümünde de dediğim gibi bana göre felsefeyi daha kolay anlamak için önce dönemlere ayırmak ve tek tek dönemleri geçerek ilerlemek en doğrusu gibi geliyor. Bunu da zaten ustalar bizim için yapmışlar ve ilk başlayan döneme “İlkçağ Felsefesi” ya da diğer ismiyle “Antik Yunan Felsefesi” demişler. 

İlkçağ Felsefesi kendi içinde iki bölüme ayrılan bir dönem. Birincisi 300 yıl kadar süren “Helenik Felsefe” diğeri ise 700 yıl kadar süren “Helenistik Felsefe”

Dönemin birinci bölümü olan Helenik Felsefe mitolojik düşünceyi bırakarak doğal olayların doğaüstü nedenler yerine yine doğal nedenlerle açıklanması gerektiği inancını taşıyan bir bölümken; Helenistik Felsefe ise Hz. İsa’nın doğumundan sonra Roma İmparatorluğunun Hristiyanlığı kabulüyle birlikte dine yeniden yaklaşarak yine mistik bir hale bürünmüş bir dönemdir.

Antik Yunan Felsefesinin birinci dönemi olan “Helenik Felsefe”; filozofların filozofu kabul edilen Sokrates’in de yaşadığı bir dönem olduğu için bu bölümü onun ismiyle üç döneme ayırmışlar. Birinci Dönem; Sokrat Öncesi Dönem anlamına gelen “Presokratikler Dönemi”, ikincisi Sokrates’in dönemi olan “Sokratikler Dönemi” ve son bölüm iki büyük filozof olan; Sokrates’in öğrencisi Platon ve Platon’un öğrencisi Aristoteles’in yaşadığı dönem olan “Büyük Sokratikler Dönemi”

Öncelikle bu dönemleri anlayabilmek için şunu bilmek önemlidir; bu üç dönemde de Antik Yunan da din Mitolojiydi. Hani şu Zeus, Appollon, Afrodit gibi tanrıların olduğu kabul edilen çok tanrılı din. İşte Antik Yunan bu dine inanıyordu. Fakat yukarda da bahsettiğim gibi artık Mitoloji insanların kafalarındaki sorulara cevap verememeye başlayınca ilk filozof kabul edilen Thales bugünkü Ege kıyıları olan Miletos ’da hayatı sorgulamaya başlamıştır. Bu sorgulamaya ise ilk olarak doğada gördüğü bu büyük çokluğu oluşturan bir ana maddenin olması gerektiği düşüncesiyle başlamıştır. Yani doğaya bakmış ve çevresinde gördüğü ağaç, çiçek, toprak, deniz, balık, insan ve tüm bu canlı ve cansız nesnelerin tek bir ana maddeden meydana gelebileceğini düşünmüştür. Bu düşünce Helenik felsefenin ilk dönemi olan Presokratik dönemin tamamının düşüncesi olmuştur.

Yunanca “Arkhe” kelimesi her şeyin meydana geldiği, her şeyin içinde ve özünde olan ilk madde anlamına geliyor. Helenik Felsefenin ilk dönemi olan “Presokratik Felsefe”nin konusu işte bu “Arkhe”ydi. Felsefe Tarihi buna “Arkhe Problemi” demiştir. Presokratik Dönemin bütün filozofları o ilk ana maddeyi bulmak için felsefe yapmıştır. O halde gelin biz önce Presokratik Dönemin düşünürlerini tanıyalım.

Bu dönemin düşünürleri; Thales, Anaksimandros, Anaksimenes, Pythagoras, Herakleitos, Parmenides, Empedokles, Anaksagoras ve Demokritos’dur. Hızlıca devam edecek olursak; İlk filozof olarak kabul edilen Thales her şeyin ana maddesinin Su, Anaksimandros suyun sınırlı olduğunu ve dünyada olan bu kadar şeyin var olmasına suyun yetmeyeceğini düşünerek ana maddenin sınırsız madde anlamına gelen Aperion olduğunu söylemiş, hemen ardından gelen Anaksimenes ise ana maddenin Hava olduğunu söylemiştir. Bir matematikçi olan Pythagoras ise dünyada bulunan düzen ve ahenkten yola çıkarak konuyu matematiğe getirmiş ve ana madde sayılardır demiş. Diyalektiğin de babası sayılan Herakleitos ise dünyada her şeyin değiştiğini, değişmeyen tek şeyin değişim olduğunu söyleyerek bu değişime yol açan şeyin zıtlıklar ve çatışma olduğunu söyleyecek; ilk maddeye ise Ateş diyecektir. Parmenides ise Herakleitos’un bahsettiği değişime inanmadığını söylemiş “Var olan, vardır; var olmayan ise zaten var değildir” diyerek Arkhe’nin değişmeyen birlik olduğunu söylemiştir. Daha sonra gelen Empedokles ise çok fazla tartışmadan hepsinin dediğini kabul etmiş ve ana maddenin dört element yani Toprak, Hava, Su, Ateş olduğunu söylemiştir. Empedokles’ den sonra gelen Anaksagoras ise çok küçük olmakla birlikte, bölünebilen Spermata dediği sonsuz sayıda tohumun ana madde olduğunu söylerken, nihayet Presokratik filozofların sonuncusu Demokritos ise ana maddenin yunanca bölünemez anlamına gelen Atom olduğunu ve her şeyin özünde Atom parçacıkları olduğunu söylemiştir. Demokritos atomculuk fikriyle ileri ki zamanlarda Herakleitos ile birlikte Materyalizm düşüncesinin de fikir babası olarak kabul edilmiştir.

Presokratik Dönemden sonra başlayan ve Sokrates’inde içinde olduğu Sokratik Dönem ise Yunan yarım adasının Spartalılar ve Persler ile yaptıkları savaşlardan yorgun düştüğü, bu nedenle düzenli bir demokrasiye geçmek istedikleri döneme denk gelir. İşte bu dönem “Sofistler” denilen eğitimci bir kadronun dönemidir.

Atina o dönemde “Polis” adı verilen Kent Devletlerinde herkesin katılabileceği çoğulcu bir demokrasiyi uygulamak istiyordu. Bu nedenle onlar için meclise gelerek toplumu yönetecek insanların bilgili, ahlaklı ve erdemli olması önemliydi. Bu bilgi ve erdemi, Atina’daki Aydınlanma çağının temsilcileri olarak kabul edilen ve “Her isteyene para karşılığında bilgelik satanlar” olarak bilinen para karşılığı insanlara eğitim veren Sofistler sağladılar. Çünkü o dönemde yöneticilerin eğitimli olması kadar halkın da eğitimli olması önemliydi. Bu yüzden yukarda isimlerini saydığımız Presokratik Dönemdeki doğa filozoflarının söylediklerinin artık insana bir şey katmadığını, önemli olan şeyin iyi ve doğru yönetim altında mutlu bir hayat sürmek olduğunu düşünen Sokratik Dönem filozofları felsefenin yüzünü doğadan insana çevirmiştir.

Böylelikle Felsefe, Sofistlerden sonra gelen Sokrates, Platon ve Aristoteles dönemlerinde; insan hayatıyla ve insanın mutluluğuyla ilgilenen, insanlığın erdemli, mutlu ve bilge bir hayat sürmesi için yol gösteren, dünyayı ve hayatı anlamaya çalışan bir düşünce sistemi olmuştur.

Tabii ki Sokrates’den sonra gelen, Sistematik Felsefe içinde gördüğümüz Platon ve Aristoteles felsefeleri tek cümleyle anlatılacak bir konu değil. İlerleyen yazılarımda bu iki büyük düşünürün felsefelerine zaten zorunlu olarak girmek zorunda kalacağım çünkü Platon’un İdealar Teorisini yazmadan Descartes’tan sonra başlayacak olan Kant Felsefesine girebilmem imkânsız.

Neyse biz devam edelim, Helenik Felsefeden sonra Antik Yunan Felsefesinin ikinci dönemi olarak kabul edilen Helenistik Felsefe ise Hıristiyanlığın tarih sahnesine çıktığı bir dönemde başlar.

Hristiyanlığın gelişiyle birlikte oluşan yeni düşünce anlayışı, Din ve Tanrı merkezli bir yaşam tarzını da beraberinde getirmiştir. Fakat bir taraftan da hala Antik Yunan kültüründen kopamamışlardır. Özellikle Platon gibi büyük bir ustanın etkisi altında kalan ve düşüncesini Platon sistemi içinde geliştiren Helenistik dönemin düşünürlerinden Plotinos’un kurucusu olduğu “Yeni Platonculuk” düşüncesi buna güzel bir örnektir.

Hristiyanlık ve “Yeni Platonculuk” ile birlikte, felsefe yüzünü tekrar insandan Tanrıya çevirmiş ve insan merkezli bir felsefeden Din ve Tanrı Merkezli bir felsefeye geçilmiştir. Bu değişimle birlikte bin yıl kadar sürecek olan uzun bir Ortaçağ Felsefesi dönemi başlayacaktır. Ortaçağ Felsefesi, 14. yüzyılın sonlarında, yeniden doğuş anlamına gelen Rönesans Felsefesinden hemen sonra başlayacak olan, “Modern” diye nitelenen yeni bir dünya görüşünün felsefeye gireceği güne kadar devam edecektir.

Kaynakça:

Felsefe Tarihi & Thales’ten Baudrillard’a – Ahmet Cevizci 

Felsefeye Giriş – Ahmet Cevizci 

Felsefe Tarihi – Hegel

Dilozof Felsefe Konuşmaları – Pelin Dilara Çolak ( YouTube )


Hikâye Nasıl Başladı?’ için 2 yanıt

Yorum bırakın