Bir önceki yazımız “Acaba Kant için Deneyimden bağımsız bilgi mümkün müdür? sorusu neden bu kadar önemliydi.” cümlesiyle bitmişti. O halde kaldığımız yerden devam edelim.
Bu sorunun cevabı Kant için önemliydi çünkü Kant, ayrım gözetmeksizin herkes için uygulanması gereken bir Ahlak Yasasına, evrensel bir ahlaka ulaşmak istiyordu. Kant buna ulaşmak için 1770 yılında o ünlü kritiklerini yazmaya başlamıştır. “Saf Aklın Eleştirisi”, “Pratik Aklın Eleştirisi” ve “Yargı Gücünün Eleştirisi”
Kant’ın bu üç eseri Metafiziğe ve Ahlaka olan tüm bakış açılarını değiştirmiştir. Kant “Öyle bir davran ki davranışının ilkesi tüm insanlar için geçerli olan bir ahlak yasası olarak kabul edilsin” cümlesini kuracağı güne kadar kritiklerini yazmaya devam etmiştir.
Kant doğa olaylarının farklı bir şekilde açıklanabileceğini düşünüyor fakat bir türlü bu düşüncesini kâğıda dökecek bir motivasyon fikrini bulamıyordu. 1770’li yıllarda Leibniz Matematiği üzerine çalışırken çok tesadüfi olarak Leibniz’nin ünlü paradoksuyla karşılaşınca Kant için her şey değişti; “Eşlerin Örtüşmezliği Paradoksu”
Kant bu paradoksu fark ettiğinde ilk kritiği olan “Saf Aklın Eleştirisi”ni yazmaya başlamıştır.
Eşlerin Örtüşmezliği Paradoksu
Eşlerin Örtüşmezliği Paradoksu bir soruyla başlar; “Neden sağ elimize sol eldivenimizi giyemeyiz?” Birebir parçaları birbiriyle aynı ve aynı dizilişe sahip olan iki parça neden birbiriyle örtüşmüyor. Oysaki cevap çok basit değil mi? Çünkü yönleri farklıdır. Peki, bu yön farkı nereden ileri geliyordu? Bize “Yön” kavramını veren nedir?
Eğer biz “Yön” kavramını etrafımızdaki nesneler sayesinde bilseydik birbirine eş olan nesnelerin birebir örtüşmesi gerekiyordu. İşte burada Kant işin içine “Uzay” kavramını soktu. Biz “Yön” kavramını yani sağ/sol kavramlarını ancak uzayın içinde fark edebiliyorduk.
Hadi bir düşünün bakalım, dünya üzerinde ya da bulunduğunuz oda da ya da sokakta herhangi bir nesnenin ya da bir kişinin bulunduğu konumu “Sağ” ve “Sol” kavramlarını kullanmadan belirtebilir misiniz?
Hazır olun birazdan Kant’ın o büyük teorinse giriş yapacağız.
Eğer ben sağ ve sol kavramını nesnelerden biliyor olsaydım nesneleri deneyimlediğim için sağ/sol ayrımı benim, “A Posteriori” yani deneyimden türettiğim bir şey olurdu. Oysa ben nesneleri ancak uzayın içinde deneyimleyebiliyorum o halde bana sağ ve sol kavramını veren şey nesneler değil uzayın kendisidir.
Benim nesneleri deneyimlediğim Mekân yani Uzay bana nesneleri yan yana, üst üste ya da arka arkaya görmemi, Zaman ise nesneleri art arda görmemi sağlayandır. Ben nesneleri ancak Uzay ve Zaman içinde deneyimleyebiliyorum. O halde nesneleri deneyimlediğim yer yani Uzay ve Zaman benim için “A Priori” yani deneyimden önce olmak zorundadır.
Ve artık biliyorum ki benim kendisini deneyimleyemediğim ama içerisinde var olan her şeyi yan yana, alt alta, üst üste ve art arda görmemi ve deneyimleyebilmemi sağlayan bir uzayım ve zamanım var.
İşte Kant’ın ortalığı karıştıracağı yere geldik. Kant diyor ki; eğer ben nesneleri sadece uzay ve zaman içinde görebiliyorsam ya da diğer bir deyişle nesneler bana uzay ve zaman içinde göründükleri şekilleriyle görünüyorsa o halde nesnelerin uzaysız, kendi başına halleri de olabilir. Ve Kant nesnelerin uzaysız, kendi başına olabilecek olan hallerine “Kendinde Şey” diğer ismiyle “Numen”, Uzay ve Zaman içinde gördüğümüz ve deneyimlediğimiz hallerine ise “Fenomen” diyor.
Şimdi Deneyimden bağımsız bilgi mümkün müdür? sorusuna tekrar geri dönebiliriz. Kant bu soruyu cevaplamak için üç tane sistem seçmiştir. Matematik, Geometri ve Metafizik. “Sentetik A Priori Yargılar” yani deneyimden gelmeyen ama bilgimizi genişleten yargılar bu üç sistemde olanaklı ise Kant o büyük Ahlak Yasasına yol alacağını biliyordu.
Peki, ama nasıl?
Kaynakça:
Felsefe Tarihi & Thales’ten Baudrillard’a – Ahmet CEVİZCİ
Immanuel Kant – Manfred KUEHN
Prolegomena – Immanuel KANT
Dilozof Felsefe Konuşmaları – Pelin Dilara Çolak ( YouTube )

“Immanuel Kant: Deneyimden Bağımsız Bilgi Mümkün Müdür? Sorusu Neden Bu Kadar Önemliydi” için bir yanıt