Karl Marx: Avrupa’da Bir Hayalet Dolaşıyor

Karl Marx, 5 Mayıs 1818 tarihinde o yıllarda Prusya diye adlandırılan, bugünkü Almanya topraklarında olan Trier şehrinde doğdu. O, kimilerine göre bir filozof, kimilerine göre bir ekonomist, kimilerine göre bir sosyolog, kimilerine göre büyük bir teorisyen, kimilerine göre ise bunların hepsidir. Ama herkesin kabul ettiği bir şey vardır ki o bilimsel sosyalizmin kurucusudur. Marx’ın ölümünden sadece elli yıl sonra dünyanın hemen hemen üçte birinin Marx’ın düşünceleriyle yönetilen devletlerden oluştuğunu geriye kalanların ise gerek onu sevenler gerek ondan nefret edenler olsun, onun düşüncelerini konuştuğunu, yazdığını, tartıştığını düşünürsek; onun düşüncelerinin ne kadar büyük bir dönüştürme gücüne sahip olduğunu anlayabiliriz. Ölümünden 139 yıl geçmiş olmasına rağmen, her yıl yayınlanan bugüne kadar hakkında en fazla eser yazılan kişiler listesinde, Marx yıllardır hala ilk sırada olan kişidir. Yani insanlık onu ve felsefesini hala merak ediyor, hala öğrenmek istiyor ve hala tartışmaya devam ediyor.

Marx, düşüncelerini ve felsefesini anlattığı sayısız makale ve sayısız kitap yazmıştır. Yazdığı bu kitaplar arasından en bilineni Almanca ismiyle “Das Kapital” olarak bilinen kitaptır. Bu kitap ilk bakışta belki bir ekonomi kitabı olarak görülür ama bence, (ki bu düşüncem oturulup uzun uzun tartışıla bilinir) Marx’ın kendi felsefesini anlattığı bir felsefe kitabıdır. Marx’ın, kapitalizmin felsefi boyutunu ve Tarihsel Materyalizm içinde dönüşümünü anlattığı bu kitabında geleceğe dönük olarak yazdığı birçok iddiası gerçekleşmemiş ya da henüz gerçekleşmemiş olsa da kitap yüzyıldan uzun bir zamandır hala saygınlığını korumaktadır.

Bana göre bunun tek bir nedeni vardır. Marx, “Das Kapital” de düşüncelerini asla bir ekonomist gibi değil büyük bir filozof gibi anlatmıştır. Çünkü yine bana göre (ki bu düşüncemde kesinlikle tartışıla bilinir); Marx, her şeyden önce bir filozoftur hatta çok önemli bir filozoftur. Fakat o birçok düşüncesiyle kendinden önceki tüm filozoflardan ayrılır. Mesela Antikçağ felsefesinden beri Marx’a kadar yazmış olduğum filozofların düşüncelerini hatırlarsak, o düşünürlerin genel olarak tek bir amacı olduğunu görürüz; dünyayı anlamak. Marx ise dünyayı anlamaktan öte onu dönüştürmek ve değiştirmek istiyordu. Hatta bence Marx’ın bütün felsefesini, sadece bu “Değiştirmek” kelimesiyle bile tanımlayabiliriz.

Marx Nasıl Bir Dünyaya Doğdu?

Bence Marx’ın düşüncelerini anlayabilmek için önce onun nasıl bir dünyada doğduğunu bilmek gerekiyor. O yüzden hadi buyurun, şimdi 19. Yüzyılın başına, 1800’lü yıllara gidelim.

Biliyorsunuz ki 1789 yılında dünya büyük bir dönüşüm yaşamıştı. Birçok şeyi değiştiren Fransız İhtilali gerçekleşmişti. Dünya Fransız İhtilaliyle; Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik kavramlarıyla tanışmıştı. Rönesans’ın başladığı yer İtalya, Reformun ki Almanya ise Aydınlanma Felsefesinin başladığı yer Fransa’dır. Bu yüzyılda, Fransız Aydınlanmasıyla birlikte Diderot, Montesquieu, Voltair gibi düşünürlerin fikirleri sayesinde akıl merkezli bir felsefeye inanan, bilime ve insana güvenen bir dünya oluşmuştu.

Gerçi tarihsel sürece baktığımızda 1789 Fransız İhtilali Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik kavramlarını beraberinde getirmiş olsa da ardından gelen Sanayi Devrimiyle birlikte Fransız İhtilalinin dünyaya yeteri kadar özgürlüğü ve eşitliği getirmediği anlaşılacaktı.

İngiltere’de başlayan Sanayi Devrimi, Manifaktür Üretimi de beraberinde getirmiştir. Yani kapitalizm öncesi bir üretime girilmiş ve yavaş yavaş kapitalizmin ayak sesleri duyulmaya başlanmıştı. Ve tabii ki Adam Smith “Ulusların Zenginliği” adlı o ünlü kitabını yazdıktan sonra kapitalizm daha bilinçli bir sistem haline geldi. Çünkü Adam Smith kitabında bütün dünya sanayicilerine iş bölümü ve uzmanlaşmanın önemini uzun uzun anlatıyordu. İş bölümüyle birlikte üretim fabrikalarda bant sistemine dönecek ve böylece üretim daha da büyüyecekti.

1800’lü yılların ortalarına geldiğimizde kapitalizm o dönemde gelebileceği en yüksek seviyeye gelmişti. Neredeyse her arz kendi talebini meydana getiriyordu. Üretilen her şey hemen müşterisini buluyordu. Coğrafi keşifler sayesinde o dönemde henüz bilinmeyen yeni topraklara gidilmişti. Gidilen o yeni topraklardan Avrupa’ya gemilerle ucuz hammadde getiriliyordu. Bu hammaddeler fabrikalarda ürün haline dönüştürülüyor ve yine o topraklarda yaşayan insanlara satılıyordu.

Bu büyüyen kapitalizmin en önemli ihtiyacı ise insan gücüydü. Üretimin daha da artırılması için yoğun bir emek gücüne ihtiyaç vardı. Ve insanların çalışma ortamları bugünkü gibi değildi. İnsanlar sosyal haklarının ve çalışma haklarının olmadığı ortamlarda çalışıyordu. Avrupa’da kölelik iyice büyümüş ve köle ticareti sektörü fabrikalara ucuz işçi bulmaya başlamıştı. Ekonomi giderek büyüyor ama Avrupa’daki devletler paraya doymuyordu. Gelişen sanayiyle büyüyen bu devletler, kazandıkları paralarla yeni sanayiler kuruyor, kurulan bu yeni fabrikalarda çalışacak işçilerin sayısını artırmak için çıkardıkları yasalarla çalışma yaşını dokuza düşürmekten çekinmiyorlardı.

Örneğin 1802 yılında İngiltere’de kabul edilen İş Yasası (Factory Act) sadece çocukların çalışma sürelerini kapsayan bir yasaydı. Bu yasa ile çocuk işçilerin çalışma yaşı dokuz olarak belirlenirken çalışma süreleri on iki saat olarak belirlendi. İşte Marx 1818 yılında böyle bir dünyaya doğmuştur.

Şimdi gelelim Marx’ın hayatına

Genç Marx, liseyi doğduğu şehir olan Trier’de bitirdi. 1835 yılında ise önce Bonn Üniversitesinde Hukuk okurken Berlin Üniversitesine geçiş yaptı. Hukuk öğrenimi görmeye devam ederken üniversite bünyesinde felsefeyle ilgilenen öğrenciler tarafından oluşturulmuş olan “Genç Hegelciler” diye bilinen bir gruba katıldı böylece felsefe ile tanıştı. Hemen akabinde Hukuk eğitiminin yanına yan dal olarak felsefe eğitimi de almaya başladı.

Hegel, o dönemde hala düşünceleriyle büyük bir filozof olarak görülüyordu. “Genç Hegelciler” içinde, Marx gibi geleceğin ünlü düşünürlerinden; Ludwig Feuerbach ve Bruno Bauer’in gibi kişiliklerin olması kayda değer bir bilgidir.

“Genç Hegelciler” diye bilinen bu grup, Hegel’in Mutlak İdealizm düşüncesini eleştirirken onun diyalektik fikrini savunuyor ama Hegel’in Diyalektik İdealizm’ini sol argümanlarla destekleyerek dönüştürmek istiyorlardı. Bu dönüşümü yapacak olan kişi, yani Diyalektik İdealizm fikrini, Diyalektik Materyalizme dönüştürecek olan kişi Marx olacaktı. Fakat o dönemde, o da bunun farkında değildi.

Marx 1841 yılında doktorasını tamamlayarak üniversiteden mezun oldu. Doktorasını tamamlamak için “Demokritosçu ve Epikürcü Doğa Felsefeleri Arasında Fark” isimli doktora tezini yazdı. Bu tezi akademik çevreler tarafından “Marx’ın felsefi bilginin, teolojiye üstün olduğunu göstermek için ortaya koyduğu cesur ve özgün bir eser olarak” yorumlandıysa da Berlin Üniversitesi’nin birçok profesörü tarafından eleştirildi. Marx bu eleştirileri haksız buldu ve tezini Berlin Üniversitesinden hemen geri çekti ve aynı yıl Jena Üniversitesi’ne sundu. Tezi üniversite tarafından büyük bir beğeniyle kabul edildi.

Marx fikirlerinin gücüne inanıyor ve bu nedenle düşüncelerini yazmak ve duyurmak istiyordu. Üniversiteden sonra 1842’de radikal bir gazete olan “Rheinische Zeitung” isimli gazetede yazmaya başladı. Yazıları Prusya halkının beğenisi topladı ve Marx kısa bir süre sonra gazetenin editörlüğüne yükseldi. Fakat Marx’ın yazılarındaki radikal düşünceleri dönemin Prusya hükümetini rahatsız etmeye başlamıştı.

1844 yılında çocukluk aşkı olan Jenny von Westphalen ile evlendi. Aynı yıl editörü olduğu gazete Prusya hükümet tarafından kapatıldı. Prusya Hükümeti, Marx’ın eleştirilerle dolu olan yazılarına daha fazla dayanamamış ve “Rheinische Zeitung” gazetesini kapatma kararı almıştı. Marx oluşan bu siyasi baskılar sonucunda Fransa’nın başkenti Paris’e gitmek zorunda kaldı.

Bir Büyük Dostluk Başlıyor

Marx, 1844 yılında daha henüz Paris’e gitmeden hayatının sonuna kadar devam edecek bir arkadaşlığın kurulacağı ve kendisi için çok önemli olan bir kişiyle tanışır. Bu kişi Friedrich Engels’dir. Kendisinden sadece iki yaş küçük olan Engels, zengin bir fabrikatör ailenin oğlu olarak 1820 yılında Prusya’nın Barmen şehrinde doğmuştu. 1837 yılında liseyi bitiremeden babası tarafından okuldan alınmış ve babasının şirketlerinden birinde muhasebeci olarak çalışmaya başlamıştı. Engels, eğitim hayatını ise daha sonra Berlin Üniversitesi Felsefe Bölümünde tamamlamıştır.

1844 yılında babası tarafından gönderildiği bir iş seyahati sırasında çok tesadüfi bir şekilde ziyaret ettiği ve o dönemde henüz kapatılmamış olan, Marx’ın editörlüğünü yapmış olduğu “Rheinische Zeitung” gazetesinde ilk kez Marx ile tanışmıştır. Böylece ölene kadar devam edecek olan bir dostluk başlamış oldu.

Paris Günleri

Engesl hakkında bu kısa bilgiden sonra biz tekrar Marx’a geri dönelim. Marx, editörlüğünü yapmış olduğu Rheinische Zeitung gazetesi Prusya hükümetinin baskıları sonucu kapatılınca Paris’e gitmiş ve orada “Franco German Annals” adlı derginin editörlüğüne yardım etmeye başlamıştır.

1844 yılının sonlarına gelindiğinde ise Marx, kendi felsefesini yavaş yavaş oluşturmaya başlayacaktı. Avrupa ekonomisine hâkim olan kapitalizmi incelemeye de o yıllarda başladı. Ne var ki Kapitalizmin yerine geçebilecek yeni bir ekonomik teoriyi kafasında henüz netleştirememişti. Bu dönemde Marx “1844 Elyazmaları” isimli eserini yazdı.

Bu çalışma Marx’ın kafasında oluşturmaya çalıştığı felsefesini içeriyordu. Marx, bu eseri bitirdiğinde Feuerbach’ın düşüncelerinden çok etkilenmiş olduğunu anladı. Ve kendi felsefesinin yani “Tarihsel Materyalizm” düşüncesinin oluşması için Feuerbach felsefesinden uzaklaşması gerektiğini anladı.

Bu sırada Marx ve Engels’in dostlukları giderek ilerlemiş aynı dünya görüşüne sahip olmaları onların dostluklarını daha da pekiştirmişti. 1845 yılına geldiğimizde Fransa’da yaşamaya devam eden Marx’ın üzerinde hala siyasi baskılar devam ediyordu. Prusya hükümeti Marx’ın peşini bırakmak niyetinde değildi. Fransa’ya yapılan siyasi baskılar sonucu Marx Fransa’dan sınır dışı edildi.

Marx, hayatına devam edebilmek için bu kez Belçika’nın başkenti Brüksel’e gitmek zorunda kalmıştır.

Brüksel Günleri ve Manifesto

Marx “1844 Elyazmaları” isimli eserini yazdıktan sonra Feuerbach felsefesinden kopması gerektiğini anlayınca, Paris’ten Brüksel’e gittikleri 1845 yılında “Feuerbach Üzerine Tezler” adlı eserini yazmaya başladı. Feuerbach’dan kopuş bu tezlerle başlayacaktı. Hani şu; “Filozoflar şimdiye kadar dünyayı sadece anlamaya çalıştılar oysa önemli olan dünyayı anlamaktan ziyade onu değiştirmektir” dediği o ünlü 11.Tezin de olduğu eser. Marx, bu ünlü 11. Tez ile kendisinden önceki sadece dünyayı anlamaya çalışan bütün filozoflardan ışık hızıyla uzaklaşmıştır. Marx’ın tek bir amacı vardı daha iyi bir dünya.

1847 yılına gelindiğinde Marx ve Engels Brüksel’de İngiltere Komünist Birliğinden bir mesaj aldılar. İngiltere Komünist birliği artık bir manifestonun olmasını istiyor ve bu manifestonun da Marx ve Engels tarafından yazılmasını istiyordu.

Gelin burada bir dakikalığına soluklanalım. Çünkü kimileri tarafından yanlış bilinen bir bilgiyi düzeltmek istiyorum. Günümüzde hala Komünizm ve Sosyalizm kavramlarının Marx ve Engels ile başladığını düşünen bir kitle var. Oysaki Komünizm kelimesi Fransızca bir kelime olup Marx’dan yıllar yıllar önce Fransa’da ortaya çıkmış olan, bilinen ve üzerinde tartışılan bir düşünceydi. Marx ve Engels den çok önce bu düşünceye inanan yüzlerce düşünce insanı vardı. İngiltere Komünist Birliği de çok önceden kurulmuş bir oluşumdu.

Şimdi kaldığımız yerden devam edebiliriz. Komünizmin ilk bildirgesi olan “Komünist Manifesto” işte böylece yazılmaya başlandı ve 1848 yılının Ocak ayında Marx ve Engels tarafından bitirildi. Manifestonun yazılması tamamlandığında dünyanın uzun yıllar unutmadığı ve unutamayacağı; halen dünya üzerinde basılmaya ve okunmaya devam eden ve “Avrupa’da bir hayalet dolaşıyor” cümlesiyle başlayıp, o ünlü ve unutulmaz “Bugüne kadarki bütün insanlık tarihi sınıf çatışmaları tarihidir” cümlesinin geçtiği bu kitap tamamlanmıştı.  Marx, gelecekte bütün dünya ideolojilerini etkileyecek olan manifestoyu yazmayı bitirdiğinde henüz yirmi dokuz, Engels ise yirmi yedi yaşındaydı. Ve dostu Engels, Marx’ın ölümünden sonra Manifestonun 1883 tarihli Almanca baskısının ön sözüne şöyle yazacaktır; “Manifesto’ya egemen olan temel düşünce yalnızca ve tamamıyla büyük düşünür Marx’a aittir.”

Manifesto yayınlandıktan sonra Avrupa’nın birçok ülkesinde daha iyi hayat şartları ve daha fazla özgürlük isteğiyle toplumsal hareketler başlamıştı. Fakat bu toplumsal hareketler başladıkları her ülkede bastırıldı. Ama yine de o yıllarda başlayan bu toplumsal hareketlerin, Avrupa toplumlarının ileri ki yıllarında onların demokrasilerinde, çalışma hayatlarında ve gelişimlerinde büyük etkisi olacaktı.

Londra Günleri

Ne yazık ki Manifestonun yazılmasından sonra, Prusya hükümetinin baskıları sonucu Belçika’dan da kovulan bu ikili Belçika’yı da terk etmek zorunda kaldılar. Artık son durak Londra olacaktı. Marx ve Engels İngiltere’ye geldikten sonra hayatlarının geri kalanını Londra’da geçirdiler. Ve Marx, bilinen en ünlü eseri “Das Kapital”’in birinci cildini 1867 yılında burada yayınladı. Kapital’in ikinci ve üçüncü ciltlerini yayınlamaya ne yazık ki Marx’ın ömrü yetmedi. 14 Mart 1883 yılında Marx Londra’da hayatını kaybetti. Sonradan yazılan diğer iki cilt Marx’ın ölümünden sonra Freidrich Engels tarafından yayınlanmıştır.

Marx ve Engels’in hayatlarının kısa bir özetini anlatmak bile bu kadar uzun sürerken gel de felsefelerini, ekonomik doktrinlerini anlat. Olacak iş mi bu? Fakat madem yazı bu kadar uzadı biraz daha uzasın diyerek bu uzun Marx Felsefesi yazısını, Marx öldükten sonra Manifestonun 1883 tarihli baskısındaki önsözünde, dostu Engels’in yazmış olduğu o yazıdan bir alıntıyla bitirelim;

“Yazık ki, bu baskının önsözünü tek başıma imzalamak zorundayım. Marx, Avrupa ve Amerika’nın tüm işçi sınıfının kendisine başka herhangi birine olduğundan daha çok borçlu bulunduğu bu insan, şimdi Highgate mezarlığında yatıyor ve mezarının üstünde ilk çimenler boy atmış bulunuyor. Onun ölümünden sonra Manifestonun yeniden gözden geçirilmesi ya da tamamlanması artık hiç düşünülemez. Onun için burada şu noktayı yeniden açıkça belirtmeyi daha da gerekli görüyorum: Manifestonun baştan sona dokusunu oluşturan temel düşünce, yalnızca ve tamamıyla büyük düşünür Marx’a aittir.”

Kaynakça:

Felsefe Konuşmaları – Habib KAVAK ( YouTube )

Karl Marx-Değişimin Öncüsü – Faruk VAROL

Komünist Parti Manifestosu – Karl Marx ve Friedrich Engels

Karl Marx 19. Yüzyılda Yaşanmış Bir Hayat – Jonathan SPERBER


Yorum bırakın