2500 yıllık Felsefe tarihinde Antik Yunan Felsefesinden hemen sonra başlayan dönem Ortaçağ Felsefesidir. Yaklaşık olarak bin yıl süren Ortaçağ Felsefesi içinde yer alan gerek Ortaçağ Hristiyan Felsefesi gerekse Ortaçağ İslam Felsefesi olsun her ikisi de dini merkeze alan, Tanrının varlığını ispatlamaya çalışan ve Metafiziğin her şeyi açıkladığını düşünen filozofların yaşadığı bir dönemdi.
Bu dönemin en temel tartışması ise “Tümeller Sorunu” ya da daha çok bilinen ismiyle “Tümeller Problemi” olmuştur. Ortaçağ boyunca hiç bıkmadan tartışılan bu konu ne anlatır ki bu kadar uzun süre tartışılmıştı? Dilimiz döndüğünce meraklılarına anlatmaya çalışalım.
Nedir Bu Tümeller Problemi?
Tümeller Problemi aslında Antik Yunan Felsefesinde Platon ve Aristoteles’in başlattığı bir tartışmadır. Sokrates’in öğrencisi Platon, evreni Gerçek Dünya ve İdealar Dünyası olarak ikiye ayırmış ve “İdealar Kuramı” olarak bilinen meşhur kuramını yazmıştı. Bu kuram ne anlatıyordu? Çok basit bir biçimde anlatmaya çalışırsak; Platon diyor ki bu dünyada yani “Gerçek Dünya”da gördüğümüz her şeyin en mükemmeli “İdealar Dünyası” denilen yerdedir. Bu dünyada bir çiçek mi gördün işte sen o çiçeği idealar dünyasında bir çiçek ideası olduğu için görüyorsun. Aslında gerçek dünyada gördüğün çiçek, idealar dünyasındaki çiçeğin sadece bir gölgesidir, bir yansımasıdır. Bu yüzden bu dünyada gördüğün her şey İdealar Dünyasında zaten mevcut hem de daha güzeli ve daha iyisi. Ve Platon durmuyor devam ediyor; Diyor ki, kardeşim tamam sen çiçeği gördün de bunun gülü var, karanfili var, papatyası var, menekşesi var… İşte tam bu noktada Tümel ve Tikel kavramları ortaya çıkıyor. Gül, Karanfil, Papatya, Menekşe ve diğerlerine Tikel; Çiçek kavramına ise Tümel diyor.
Keşke konu burada bitti diyebilseydim ama bitmiyor. Tümeller sorunu denilen şey aslında tam olarak şimdi başlıyor; Nesnelerin sahip oldukları renk, şekil gibi özellikler nesnelerden bağımsız birer varlık mıdır yoksa onların hiçbiri yok mu? Tümeller var mı? Yok mu?
Bu soruyla ortalık daha da karışıyor ama biraz sabredin toparlamaya çalışacağım.
Aslında tartışmanın özü zihnimizdeki soyut kavramlarla dış dünyamızdaki somut varlıklar arasında nasıl bir ilişki bulunduğu sorusu. Yani esas itibarıyla tümellerin var olup olmadığıyla değil, etrafımızdaki nesnel gerçekliklerin olup olmadığıyla ilgilidir. Diğer bir deyişle tümellerin varlığı her durumda kabul edilmiş; ancak onların nerede olduğu ve insanın onları nasıl algılayabildiği konusu merak edilmiştir.
Bu karışıklığı çözmek isteyen farklı düşüncede iki grup ortaya çıkıyor. Birine Gerçekçiler (Realistler) diğerine ise Adcılar (Nominalistler) diyorlar. Bu iki farklı taraf Tümeller Problemine üç yanıt buluyor.
Birinci yanıtı verenler, tümellerin, tikellerden bağımsız olarak var olduğunu ve tümellerin, tikellerin dışında veya üstünde bulunduğunu savunuyorlar; Yani basitçe diyorlar ki “Çiçek” vardır ama “Karanfil”’in dışında ya da üstündedir. Bu görüşe mensup olanlar, Platon’un yolundan giden Ortaçağ düşünürleri Augustinus ve Anselmus gibi düşünürler.
İkinci yanıtı verenler de tümellerin var olduğunu savunuyor ama tümellerin, tikellerin dışında veya üstünde değil, içinde olduğunu savunuyorlar. Yani yine “Çiçek” vardır ama “Karanfil” in içindedir diyorlar. Bu görüşe mensup olanlar ise Aristoteles’in yolundan giden Ortaçağ düşünürlerinden Abelardus, Albertus Magnus ve Thomas Aquinas gibi düşünürler.
Üçüncü yanıtı verenler ise sadece tikellerin var olduğunu, tümellerin ise asla var olmadıklarını hatta var olamayacaklarını söylüyorlar. Yani sadece “Karanfil” vardır gerisi hikâye diyorlar. Tümel denilen şeyin birbirine benzeyen nesnelere bizlerin vermiş olduğu adlar olduğunu savunuyorlar. Bu görüşe mensup olan Ortaçağ düşünürü ise Ockhamlı William.
Yanıtlardan da anlaşılacağı üzere ilk iki grup yani “Gerçekçiler” Tümellerin gerçek varlıklar olduğunu, üçüncü grup yani “Adcılar” ise Tümellerin gerçek olmayarak salt isimden ibaret olduğunu ifade etmişlerdir. Yani Ockhamlı William, bin yıl boşu boşuna tartışmışız diyerek raconu kesmiş ve sadece tek tek tikellerin var olabileceğini bu nedenle de her türlü bilginin kaynağına ancak deney yoluyla, duyu organlarımızla hissederek ulaşabileceğimizi söylemiş. Kısacası ben Tümel olan “Çiçek” kavramını deneyimleyemem ama “Karanfil” kokusunu iyi bilirim arkadaş demiş.
İki farklı görüş arasında bin yıl kadar süren bu tartışma Ortaçağ düşünce yapısını temelinden sarsmıştır. Bu tartışma sonunda bilgiye ulaşmak için tek tek nesneleri yani tikelleri incelemenin zorunluluğu ortaya çıkmış ve bunun yolunun ise gözlem ve deney olduğu vurgulanmıştır. Böylelikle gözlem ve deney yöntemi, güvenilir bilginin bir aracı haline gelmiştir.
Gözlem ve deneyin bilgiye ulaşmada en doğru yol olduğunun resmiyet kazanması doğa bilimlerinin doğuşunu hızlandırmış, bilim ve düşünce tarihi açısından da çok önemli bir dönüm noktası olmuştur. Böylelikle Rönesans Felsefesi ve Modern Felsefenin gelişi de hızlanmıştır.
Kaynakça:
Felsefe Tarihi & Thales’ten Baudrillard’a – Ahmet Cevizci
Tümeller Tartışması Üzerine Düşünceler – Kutsi Kahveci
