Varoluşsal Bir Aşk Hikâyesi: “Ya/Ya Da”

19.yüzyıl filozoflarından, Danimarka’nın Sokrates’i ve Varoluşçuluk Felsefesinin kurucusu olarak gösterilen Soren Kierkegaard, hayatının en önemli eseri olan “Ya/Ya Da” adlı kitabını biricik aşkı Regine Olsen’le nişanlılığına son verdikten sonra yazmaya başlamıştır.

Kierkegaard, büyük aşkı Regine’le bir arkadaş ziyareti sırasında tanışmış ve görür görmez ona aşık olmuştu. Bu tanışmalarından sonra adını bir türlü koyamadıkları arkadaşlıkları iki yıl boyunca devam etti. Soren iki yıl boyunca aşkını sessizce kendi içinde yaşadı. Bu dönem zarfında Regine’le sık sık görüşüyor, ondan uzak kaldığı zamanlarda ona mektuplar yazıyor, hayatında olan herşeyi onunla paylaşıyor ama bir türlü ona olan aşkını itiraf edemiyordu.

Nihayet birgün Kierkegaard, görür görmez aşık olduğu kadına aşkını itiraf etmeyi başardı. Regine’i evinde ziyaret ettiği günlerden birinde her zamanki gibi Regine ona oturma odasında piyano çalıyordu. Kierkegaard birden oturduğu koltuktan kalkarak piyanonun üzerindeki notaları alıp yere fırlattı; “Müzik umurumda değil, ben seni istiyorum, iki yıldan beri seni bekliyorum” diyecek ve bu itiraftan kısa bir süre sonra nişanlanacaklardı.

Fakat bu büyük aşk fazla uzun sürmeyecekti; nişanlandıktan tam bir yıl sonra bir kaygı yüzünden bitecekti. Varoluşçuluk Felsefesinde Kierkegaard’dan yüzyıl sonra Sartre’ın “Bulantı” olarak tanımlayacağı varoluş sancısını Kierkegaard “Kaygı” olarak tanımlayacak ve varoluş kaygısı içinde evlilik sorumluluğunu, Regine’i çok sevmesine rağmen sırtlayamayacağını anlayacaktı. Çünkü Kierkegaard, evliliğin bir söz vermekten öte önce sonsuza dek sürecek bir dostluk sonra iyi bir eş, iyi bir baba ve iyi bir aile figürü olmak olduğunu düşünüyordu. Bunu başaramayacağını hisseden Kierkegaard büyük aşkı Regine Olsen’e iki cümlelik bir not yazacak; “Her şeyden önce size bu notu yazanı unutun: başka ne yaparsa yapsın bir kadını mutlu edemeyecek birini affedin!’” diyerek yıllarca unutamayacağı aşkına bir mektupla veda edecekti.

Bazen sevgi öyle bir şeydir ki hayatınızın sonuna kadar sizi mutlu edeceğine emin olduğunuz sevginizin önündeki engelleri kaldıramaz ama yine de içinizdeki o sevgiyi yıllarca yüreğinizde taşımaya devam eder ve asla ondan vazgeçemezsiniz.

Kierkegaard, bu iki cümlelik notu yazdıktan sonra çok acılar çekti. Hissettiği acı Regine’ye olan sevgisinden öte artık varoluşsal bir acıya dönüşmüştü.

Regine’den ayrıldıktan sonra asla aşkına ihanet etmedi; onu asla unutmadı ve hayatına da bir daha başka bir kadını sokmadı. Son nefesine kadar Regine’ye olan aşkını yüreğinde tutmayı başardı. Ölmeden önce bütün mirasını hala sevdiği ve hala deliler gibi aşık olduğu Regine’ye bırakmak istedi fakat Regine hiç tereddüt etmeden mirası reddedecek sadece Kierkegaard’ın bu büyük aşkı hakkında yazmış olduğu birkaç notu alacaktı.

Biliyorum bazılarınız; “Hadi canım sende varoluş kaygısı ayağına düpedüz kızı kandırmış” diyorsunuz ama maalesef bazen filozofların hayat kaygılarını anlamak zor olabiliyor.

Neyse, zaten Kierkegaard’ın “Ya/Ya Da” isimli kitabını okumaya başladığınızda onun hakkındaki düşünceleriniz yavaş yavaş değişiyor; bazen onun için üzülüyor, bazen ona çok kızıyor ama kitabı okumayı bitirdiğinizde onun bu büyük aşkına neden veda ettiğini anlıyorsunuz.

“Ya/Ya Da” öyle bir kitap ki; siz kitabı okurken biri size “Ee, kitap ne anlatıyor?” dese hakkında üç cümle kuramayacağınız bir kitap; ama içindeki bütün bölümler “Bu adam ne yaşamışta bunları yazabilmiş” diyecek kadar etkileyici.

İşte bu yazının bütün hikayesi bu kitap olacak.

Varoluşçuluk felsefesinde bireyin, hayatının sonuna kadar seçimleriyle kendisini olumlu ya da olumsuz bir yönde dönüştürdüğüne inanılır. Çünkü Varoluşçuluğa göre insan, kendi eylemleriyle ve kendi seçimleriyle özünü oluşturabilen tek canlıdır. Varoluşçuluktan önceki felsefi sistemler insanın bu dünyaya bir öz ile geldiğini ve doğadaki diğer nesneler gibi bir determinizm içinde olduğunu düşünüyordu. Oysa varoluşçuluk felsefesi diğer tüm düşünceleri bir tarafa bırakarak insanın tamamlanmamış bir varlık olduğundan yola çıkar; insanın varoluş yolculuğunda sürekli olarak kendisini dönüştürerek tamamladığı düşüncesine inanır. “Ya/Ya Da” bu yönüyle aslında bir varoluşçuluk kitabıdır.

Kierkegaard insanın bu varoluş yolculuğunda kendini gerçekleştirirken, özgür iradesiyle yapmış olduğu tercihlerle çeşitli varoluş evrelerinden geçerek kendini tamamladığını söyler. Bu varoluş evrelerini estetik, etik ve dinsel evre olmak üzere üç varoluş aşaması olarak tanımlar; insanların bu üç hayat tarzından birine sahip olduğundan bahseder.

Kierkegaard’a göre insan bu evrelerin birinde olmaya zorunludur çünkü insan hayatına “kendisini kendisi olarak seçmesiyle” başlar ve kendisini seçen birey varoluş süreci içinde seçimler yaparak kendini değiştirmeye ve dönüştürmeye devam eder. Bu da bizzat kendisini bir sorumluluk olarak üstlenmesi anlamına gelir.

Bir diğer varoluşçu düşünür Jean-Paul Sartre ise tam yüzyıl sonra Varoluşçuluk Felsefesini sistematik bir hale getirirken “Varoluş özden önce gelir” diyecek ve o unutulmaz cümlesini sanki Kierkegaard’a atıfta bulunurcasına yazacaktı;

İnsan özgür olmaya mahkumdur, zorunludur. Zorunludur, çünkü kendini yaratır. Özgürdür, çünkü yeryüzüne geldi mi, dünyaya atıldı mı bir kez, artık bütün yaptıklarından sorumludur.”

Bana göre “Ya/Ya Da”’nın birçok ana fikri olsa da bence verdiği en önemli mesaj hayatımızın tamamının “Ya, Ya da” dediğimiz seçimlerle dolu olması. Bizler yaptığımız seçimlere pişman olabilir ama olmaya da biliriz. Bu varoluş kaygısını yaşamaktansa acaba doğru olan, pişman olmamak adına hiç başlamamak, hiç yola çıkmamak mı?

Mesela Kierkegaard kitabının bir yerinde; “Evlen, pişman olursun; evlenme, buna da pişman olursun; evlen ya da evlenme, ikisine birden pişman olursun; evlensen de evlenmesen de her ikisinde de pişman olursun.” diyor. Bir başka sayfada ise; “Kendime bir şey dileyecek olsam zenginlik veya güç değil mümkün olanın ihtirasını dilerdim. Çünkü mümkün olanı yakalayan o göz ebediyen genç, ebediyen ateşli kalır. Birçok şeyden alacağınız haz, kimi zaman sizi düş kırıklığına uğrata bilir ama mümkün olan uğratmaz.” diyor. Gerçekten de hayatımız sadece ya, ya da dediğimiz seçimlerimizin toplamı mı?

Onun, varoluşsal sancılar içinde “hayatımın eseri” diyerek yazdığı bu kitap hakkında daha yüzlerce cümle yazılıp yüzlerce alıntı yapılabilinir. Çünkü kitap o kadar zengin örneklerle dolu ki kitabı okurken birden karşınıza mesela Platon çıkabiliyor ya da kitabın başka bir sayfasında Homeros ile karşılaşıp ilkçağ mitolojilerini onun ağzından dinleyebiliyorsunuz; Sophokles’in Antigone tragedyasını daha önce okumuş olsanız bile, Kierkegaard’ın cümleleriyle Antigone sizin için uzun bir varoluş meselesi olabiliyor; bir başka sayfada “Adem yaratıldığında dünyada tek başınaydı yalnızdı ve canı sıkılıyordu. İşte bu nedenle Havva yaratıldı. O andan itibaren de can sıkıntısı dünyaya gelmiş oldu. Adem önce yalnız olarak sıkılıyordu sonra Adem’le Havva birlikte sıkılmaya başladılar.” diyen Kierkegaard’a gülümserken buluyorsunuz kendinizi ya da Mozart’ın Don Giovanni’sini dinlerken; “Ölümsüz Mozart! Ben her şeyimi sana borçluyum, aklımı kaybetmiş olmayı, ruhumun şaşkına dönmüş, varlığımın özünün dehşete düşmüş olmasını sana borçluyum; hayatımı beni sarsabilecek herhangi bir şeye rastlamadan geçirmiş olmamı sana borçluyum; sana teşekkür ederim, sevmeden ölmediğim için; aşkım mutsuz olmuş olsa dahi...” diyen Kierkegaard’ın asla unutamadığı o büyük aşkı için ağladığını hissedebiliyorsunuz.

Yani diyeceğim odur ki “Ya/Ya Da” Kierkegaard’la tanışmak için biraz vakit alan güzel bir deneyim. Gerçi siz de Kierkegaard gibi düşünebilir ve “Kitabı oku, pişman olursun; okuma, buna da pişman olursun; oku ya da okuma, ikisine birden pişman olursun; okusan da okumasan da her ikisinde de pişman olursun.” diyebilirsiniz. Bu yüzden ne diye bilirim ki? Kararı siz verin, çünkü bu sizin seçiminiz…

Kaynakça:

Ya/Ya da – Søren Kierkegaard

Varoluşçuluk – Jean-Paul Sartre

Kierkegaard – Alastair Hannay


Varoluşsal Bir Aşk Hikâyesi: “Ya/Ya Da”” için bir yanıt

Yorum bırakın