Yeniden Hegel: Sadece Kısa Bir Giriş Yazısı

Yeniden Hegel… Biliyorum sıkıldınız ama maalesef bu yazıdan sonra yeni bir Hegel yazısı daha gelecek. “Gelecek” diyorum çünkü bu yazı sadece bir giriş yazısından ibaret sonra hep birlikte Hegel’in hayat hikayesine geçeceğiz. Ama o daha sonra…

Neden tekrar Hegel hakkında bir yazı yazmak istiyorum? Çünkü Hegel’in ve Hegel Felsefesinin en azından ne demek istediğini anlamadan Hegel den sonra gelen diğer felsefi düşünceleri anlamak inanın çok zor. Ben sadece onun felsefi düşüncesinin ucundan köşesinden girişler yaparak en azından Hegel’in ne demek istediğini anlayalım istiyorum; çünkü zaten bu platformda şimdiye kadar ki yazdığım bütün yazılar, konuların fazla detayına inmeden ana düşünceyi anlatabilmek kaygısını taşıyan yazılar oldu. Detaya inebilmek, felsefe üzerine hem ciddi bir akademik birikim hem de daha fazla ve daha farklı felsefe okumları gerektiriyor. Diğer yazılarımda da sık sık söylediğimi yine tekrar etmek istiyorum; benim burada yazdığım yazılar sadece Neden Felsefe Öğrenmeliyiz? sorusunun cevabına yönelik yazılar oldu ve olacak. 

Bu kısa girişten sonra Neden tekrar Hegel hakkında bir yazı yazmak istiyorum? sorusuna geri dönersek; biliyorsunuz ki daha önce Hegel hakkında yazmış olduğum diğer yazılarım Hegel’in Bilinç Felsefesi ve Tin Felsefesi üzerine bir giriş yazısı niteliğindeydi. Hegel Felsefesine girmeden Materyalizmi anlatabilmenin hemen hemen imkânsız olması nedeniyle, Materyalizm üzerine yazmış olduğum yazıda da biraz Hegel Felsefesini anlatmaya çalışmıştım. Aslında Hegel’in felsefesini anlamadan ne materyalizm fikrini ne de Marx’ın düşüncelerini anlatabilirsiniz. Hatta Marx sonrası oluşan belli başlı günümüz felsefi düşüncelerini ve ideolojilerini de anlatabilmeniz için yine Hegel Felsefesini referans göstermeniz lazım. İşte bu yüzden Hegel’i anlamak önemlidir. Çünkü Hegel, Alman idealizminin ve onun da genelinde İdealist Felsefenin geldiği zirvedir. Ama Hegel’i anlamak zordur.

Çünkü Hegel düşüncelerini yazarken soyut kavramlar kullanır hatta “Hegelce diyebileceğimiz bir dil yapısı bile vardır” da diyebiliriz. Bu nedenle Hegel felsefesini anlamak ciddi bir ilgi, emek ve okuma ister. Hatta öyle ki; “Hegel’i anlamamak anlaşır bir anlayıştır” cümlesi Batı felsefesi literatürüne girmiş bir cümledir dersem yalan olmaz. Fakat neyse ki günümüzde Hegel Felsefesini anlatan birçok kitap ve günümüz internet çağında Hegel Felsefesini anlayabilmemizi olanaklı kılan birçok kaynak var. Fakat benim şimdiye kadar okuduklarım içinde en verimli bulduğum kitap Hegel’in hayatını hem bir hikâye tarzında anlatan hem de Hegel felsefesini detaylarına inerek anlaşılır bir dilde yazıya dökmüş olan İş Bankası Yayınlarından çıkmış ve Sn. Mehmet Barış ALBAYRAK tarafından çevirisi yapılmış olan Terry PİNKARD’ın “Hegel Biyografısi” kitabıydı. Tabii ki mutlaka benim gözümden kaçan çok daha iyi kaynaklar vardır. Fakat ben Hegel felsefesinin tamamını kapsayan bir kitap olması açısından bu kitabı okumayı tercih ettim.

Kitabı okumaya başladığınızda kitap henüz daha önsözünün ilk paragrafının ardından gelen ilk cümleyle sizi bir şaşkınlığa uğratıyor. Ve kitabı okumaya devam ettikçe Hegel’in ne kadar yanlış anlaşılan bir filozof olduğunu daha iyi anlıyorsunuz. Pinkard, kitabının önsözüne aynen şöyle başlıyor;

Hegel, hemen hemen bütün eğitimli kişilerin, hakkında bir şey bildiğini düşündüğü düşünürlerden biridir. Onun felsefesi Karl Marx’ın tarih kuramının öncüsüdür ama materyalist Marx’tan farklı olarak Hegel, gerçekliğin sonuçta tinsel olduğunu ve tez-antitez-sentez sürecine göre geliştiğini düşünmesi anlamında idealisttir. Hegel aynı zamanda, Tanrı’nın işi olduğunu, kusursuz olduğunu ve bütün insanlık tarihinin doruk noktası olduğunu öne sürerek Prusya devletini yüceltmiştir. Bütün Prusya yurttaşları bu devlete borçludur ve bu devlet de onlara istediği gibi davranabilir. İddialı bir tavırla Mutlak adını verdiği şeyi yarı gizemli bir biçimde göklere çıkarmasıyla Alman milliyetçiliğinin, otoriterliğinin ve militarizminin gelişmesinde büyük bir rol oynamıştır.

Pinkard, kitabının önsözünün ilk paragrafı olan yukardaki paragrafı yazdıktan sonra hemen ardından “İlk paragrafta söylenen her şey, ilk cümle hariç, yanlıştır.” diyerek okuyucunun birazdan nasıl bir bela içine gireceğini açık açık belirtir.

İşte ben de bu aralar kendimi tırnak içinde bu belanın içine soktum. Ama inanın bana güzel ve zevkli bir bela. Tabii ki bu güzel “bela” burada bitmiyor; Pinkard’ın bu muhteşem Hegel Biyografisini okurken kitapta karşılaştığınız konular ister istemez sizi aynı an da başka kitapları da okumaya yöneltiyor. Hatta bir süre sonra internette bulabildiğiniz farklı yazıları, makaleleri, Hegel hakkında yazılmış tezleri okurken ya da YouTube da Hegel hakkında detaylı bilgi veren videoları izlerken buluyorsunuz kendinizi. Ve sonra büyük bir kakofoni oluşturan bütün bu bilgileri kafanızda düzenli bir bütün haline getirmeye çalışıyorsunuz.

İşte bu noktada, bu kadar bilginin içinde felsefenin kümülatif (birikmiş) bir sistem olması sizin işinizi çok kolaylaştırıyor. Felsefenin aslında 2500 yıllık hikâyesi içinde bazen birbirini tekrar eden düşüncelerin bazen de birbirinin tam tersi olan düşüncelerin birbiri üstüne yığılarak bir sistem haline geldiğini fark ediyorsunuz. Viyana Çevresi olarak adlandırılan felsefi doktrinin filozoflarından birisi olan Alfred North Whitehead’ın “Batı felsefesi, Platon’a düşülmüş notlardan ibarettir.” derken aslında onun tam olarak da bunu söylemek istediğini anlıyorsunuz.

Bu yazının en başında söylediğim “Hegel’in ve Hegel Felsefesinin en azından ne demek istediğini anlamadan Hegel den sonra gelen diğer felsefi düşünceleri anlamak da anlatabilmek de çok zor” derken aslında “Neden tekrar Hegel hakkında bir yazı yazmak istiyorum?” sorusunun cevabını da az önce vermiş olduğumu düşünüyorum.


Yorum bırakın