Mutsuz Olmanın İmkansızlığı: Stoa Felsefesi 1

Memento Te Hominem Esse – Sadece insan olduğunu hatırla

Memento Mori – Hatırla birgün öleceksin

Sokrates hiç kuşkusuz Batı felsefe tarihi için önemli bir figürdür. Bu yüzden Romalı Stoacı filozof ve siyaset insanı Cicero, Sokrates hakkında; “Sokrates felsefeyi göklerdeki yerinden aşağı çekip insanların kurduğu şehirlere, yaşadıkları evlere, insanların hayatlarına sokmuştur ve onları hayat, ahlak, adalet, erdem, iyi ve kötü üzerine sorular sormaya mecbur bırakmıştır.” dediğinde hiç de abartmıyordu.

Sokrates’i bu kadar önemli yapan şey onun yaşadığı dönemde zevk ve sefa içine dalmış olan Atina devletini her noktada uyarması ve eleştirmesiydi. Atina da yaşayan her vatandaşın da bu farkındalık içinde olmasını ve bunu görebilmesini istiyordu bu yüzden; “Ben Atina devletin başına musallat edilmiş bir at sineğiyim, her gün her yerde sizi dürtüyor, uyarıyor, azarlıyorum; peşinizi bırakmıyorum. Benim gibi bir kimseyi kolay kolay bulamayacaksınız, onun için size kendinizi benden yoksun bırakmamanızı tavsiye ederim” demiştir.

Fakat bu büyük filozof M.Ö 399 yılında göstermelik bir suçla; Atina gençliğinin ahlakını bozma suçuyla yargılandı ve o çok sevdiği Atina yurttaşları tarafından suçlu bulunarak baldıran zehri içmek suretiyle ölüme mahkûm edildi. Sokrates ölümden kurtulmak için Atina mahkemesinden özür dileyebilir ya da infazın gerçekleşeceği güne kadar hücresinden kolaylıkla kaçıp Atina dışına çıkabilirdi ama O, Atina yasalarına duyduğu büyük saygıdan dolayı ölümü seçmiştir.

Sokrates’in felsefe tarihindeki diğer bir önemi ise felsefenin yüzünü insana doğru çevirmesidir. Felsefeyi insanın yaşam tarzına, erdemlerine, acısına ve mutluluğuna yönlendirmesidir.

Sokrates öldükten sonra onun pek çok öğrencisi, onun ardından okullar açarak felsefe yapmaya ve onun izinden gitmeye devam ettiler. Mesela Öğrencisi ve dostu Platon Akademia olarak bilinen felsefe okulunu kurmuştur; Aristipos Kirene adında bir okul kurarken, Öklid Megara okulunu, Phaidon Elis okulunu, Antisthenes ise Kinik okulunu kurmuştur.

Fakat öğrencileri içinde biri vardır ki Sokrates’i felsefe dünyasına tanıştıran kişidir. O kişi öğrencisi Platon’dur. Profesör Ahmet Cevizci, Platon’un Sokrates’in hayatındaki önemini anlatmak için şunu söyler; “Platon olmasaydı eğer, Sokrates’in kendisi muhtemelen Yunan düşünce tarihinde çok önemsiz bir dipnot olurdu. Çünkü üstat, yazının insan zihnini tembelleştirdiğine inandığı için yazılı hiçbir şey bırakmamıştı.” 

Platon’un öğrencisi ve belki de Antik Yunan felsefesinin en önemli figürü Aristoteles’in ölümünden sonra ise Helenik Felsefe son bulmuş ve yeni bir felsefi dönem olan Helenistik Felsefe başlamıştır. Helenistik Felsefe döneminde de yine temelinde Sokrates’in düşünceleriyle kurulmuş olan Epikürosçuluk, Stoacılık, Septisizm ve Yeni Platonculuk olmak üzere dört büyük felsefe okulu ortaya çıkmıştır. Bizim yazımızın konusu ise Sokrates’in açtığı bu yolu takip ederek ‘’iyi yaşam nedir, nasıl yaşamalıyız, erdem nedir, mutluluk nedir, nasıl mutlu olunur…’’ gibi doğrudan, insan ve doğasıyla alâkalı sorulara cevap arayan Stoa Okulu olacak.

Stoacılık

Helenistik dönemde uzun bir tarihi geçmişe sahip olan Stoa Okul, Kıbrıslı Zenon tarafından MÖ 300 yılında kurulmuştur. Okulun diğer önemli temsilcileri arasında Yunanlı filozoflar Kleanthes, Khrysippos, Panaetios, Poseidonos ile Romalı filozoflar Cicero, Epiktetus ve Marcus Aurelius bulunur.

İlk Stoacı Zenon’dur ve Kıbrıslı Zenon olarak bilinir. Kıbrıslı Zeno’nun babası bir kumaş tüccarıydı ve gittiği iş seyahatlerinden dönerken oğluna her defasında okuması için kitaplar getirirdi. Bu kitaplardan bazıları tabii ki felsefe kitapları olurdu çünkü o tarihlerde aileler çocuklarını eğitimleri için felsefe okullarına gönderiyorlardı. Zenon’un Sokrates’in düşünceleriyle tanışması da bu kitaplar sayesinde olmuştur. Yıllar sonra Zenon da babası gibi gemilerle kumaş ticareti yapmaya başlamıştı fakat bir gün bir gemi kazasında elinde olan tüm malı mülkü kaybedip memlekete dönünce tedaviyi felsefede aramaya başlamıştı.

Derler ki; Bir gün Zenon Atina’da bir kitapçıda, Sokrates’in felsefesi hakkında kitapçıyla konuşurken dükkânın önünden Kinik okulundan Krates geçer. Kitapçı “Madem Sokrates felsefesini merak ediyorsun dükkânın önünden geçen şu adamın peşine takıl” diyerek Krates’i işaret eder. Böylece Zenon tüm hayatını değiştirecek olan yolculuğuna Kinik Okulunda Krates’in öğrencisi olarak başlar.

Kiniklerin felsefi anlayışı çileci bir anlayıştı. Onlar dünyanın zevklerinden ellerini çekmiş kişilerdi; sokaklarda yaşar, yerlerde uyurlardı ve bu hayatta sırtlarındaki giysilerinden başka hiçbir şeyleri yoktu Kiniklerin felsefesi bir süre sonra Zenon’u tatmin etmemiş ve Kinik Okulunu terk etmiş olsa da biz yinede Kinik Felsefesinin düşünce yapısına az da olsa tanımaya çalışalım.

Gölge Etme Başka İhsan İstemem

Kinik okulunun en meşhur öğrencisi M.Ö 412 tarihinde Sinop’ta doğmuş olan Sinoplu Diyojen’dir. Diyojen mutluluğun basit bir hayatla elde edilebileceğini savunmuş bu yüzden yaşamının çoğunu bir fıçıda geçirmiştir.

Diyojen ile ilgili anlatılan en ünlü hikâye ise Büyük İskender ile arasında geçen konuşmasıdır.

Birgün Büyük İskender başkalarının sefalet olarak gördüğü yaşamına rağmen dünyanın pek çok yerinde ün yapan Diyojen’i ziyaret eder. Bu ziyareti sırasında Büyük İskender başka insanların kendisinden korkuyla kaçmasına rağmen hiç istifini bozmadan fıçısında yatmaya devam eden Diyojen’e sinirli bir şekilde “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” der. Diyojen ise Ona “Sen benim kölemin kölesisin çünkü dünya benim kölemdir, sen de dünyanın kölesisin” diyerek cevap verir. Diyojen’in bu yanıtı Büyük İskender’in çok hoşuna gider ve Diyojene gülümseyerek; “Dile benden ne dilersen” der. Diyojen işte tam o an da tarihi geçecek o ünlü sözünü patlatır; “Gölge etme başka ihsan istemem”.

İşte Kıbrıslı Zenon bir süre bu felsefe içinde bulunmuş fakat zamanla Kinik Felsefesini Sokrates’in felsefesine uzak görmeye başlayınca Kinik Okulunu terk etmiştir. Zenon, Kinik Okulundan ayrıldıktan sonra Megara Okuluna gider. Megara okulu Zenon için biçilmiş kaftandır. Bu okulda Zenon’un önü açılır ve ünü çevrede duyulmaya başlar. Sonunda ünü öyle bir yayılır ki Zenon’dan ders almaya başlayan öğrencileri bile olur.

Zenon derslerini “Stoa Poikile” adlı bir galeride vermektedir. Burası Atina’daki Agora’nın kuzeyinde kalan ve üzerinde mitolojiden ve tarihteki savaşlardan sahnelerle süslenmiş olan bir Stoa’dır. Bu yüzden daha sonraları Zenon’un felsefesine Stoacılık denilmiştir. Yani aslında Stoacılık Felsefesi adını, Zenon’un derslerini yaptığı Stoa Meydanından almıştır.

Zenon ders vermeye başlayınca kendi felsefesi üzerinde de yoğun bir şekilde düşünmeye başlar ve tüm felsefesini Mantık, Fizik ve Ahlak kavramları üzerine oturtur. Zenon bu üç kavram yardımıyla öğrencilerine hayattaki mutluluğun reçetesini vermeye çalışmıştır. Zenon’a göre mutlu bir hayat, insan olmanın gereklerini yerine getirmek demekti. İnsan olmak ise “Akıl” demekti. O halde Zenon’a göre mutlu olmak için akılla yaşamak gerekiyordu.

Romalı Stoacılar

Zenon felsefesini ve ününü belli bir yere getirdikten sonra ölünce yerine öğrencisi Kleantes geçer. Kleantes zamanında Stoa Okulu Zenon dönemindeki o şaşalı ününü kaybetmeye başlar. Kleantes ölünce ise okulun başına öğrencisi Hrisippos geçer. Bu dönemde okul eski ününe tekrar kavuşur ancak Stoacılığın kaderini belirleyen dönem Hrisippos’un ölümüyle başlar. Hrisippos ölünce Okulun başına geçen yeni öğretmen, okulu ve Stoa doktrini Roma’ya taşıyacak olan Rodoslu Panaetios’dur. Roma’ya giden Panaetios okulu da Roma’ya taşır.

Romalılar, Yunanlılardan gelen Stoa felsefesini çok severler. Dünyanın tanıdığı Seneca, Rufus, Epiktetos, Marcus Aurelius adında dört büyük Romalı Stoacı yetiştirirler. Stoa Felsefesi işte bu dört büyük düşünürle gerçek düşüncesine kavuşur.

Peki, Stoa Felsefesinin Gerçek Düşüncesi Nedir?

Tek cümleyle açıklamak istersek Stoacılık; İnsanın temel amacının mutluluk olduğunu savunan bir felsefedir. Aslında tam olarak “Başımıza ne gelirse gelsin olaylara iyi tarafından bakmanın felsefesidir.” Bu yüzden kimileri bu felsefe için “Polyannacılığın atasıdır” der. Mutlu olmanın insanın yaradılışında olan bir erdem olduğundan bahseden bu öğreti “Mutluluk” kelimesinin ise bir mücadele olduğunu söyler.

Peki, eğer öyleyse insanın mücadelesinin sınırları nedir? Bizler yaşam denilen bu yolculuğumuzda neyle baş edebilir, neyle edemeyiz? Bu soruların cevabı aslında Stoa öğretisinin de yolunu çiziyor; amacı mutluluk olan bu öğreti bize nasıl mutlu olacağımızın formülünü elimize vermiyor sadece mutluluğa giden yolları önümüze koyuyor.

Mesela Stoacı Epiktetos: ‘’Mutluluk ve özgürlük, bir tek ilkenin açık seçik anlaşılmasıyla başlar: Bazı şeyleri kontrol edebiliriz, bazı şeyleri kontrol edemeyiz’ ’der.

Epiktetos’ın söylediği bu cümle mutluluğun bir formülü müdür? Hayır, sadece mutluluğa giden yollardan birisidir. Aslında Epiktetos’un söylediği şey herkesin düşününce bulabileceği kadar basit bir yol. Evet, aslında gerçekten de bu kadar basit. Kontrol edebildiğimiz şeyler içsel sebepler iken kontrol edemediğimiz şeyler dışsal sebeplerdir. Buradaki dışsal ve içsel sebepleri iyi anlamamız, Stoa öğretisini de iyi anlamamızı sağlayacak.

Öyleyse başlayalım…

Dışsal sebepler deyince bizim dışımızda gelişen her şeyi bu kavramın içine koyabiliriz.

Mesela diyelim ki İstanbul’da yaşıyorsunuz ve işinize gitmek için sabah arabanıza bindiniz, tam köprü yoluna girdiniz ki, o da ne!! Köprüde trafik kazası var ve trafik allak bullak. Artık geriye de dönemezsiniz yapacağınız tek şey trafiğin açılmasını beklemek.

İstanbul’da yaşayan herkesin böylesi bir durumla karşılaşması çok yüksek bir olasılık ama Stoa felsefesi diyor ki bu durumda insanoğlu iki seçenekten birini seçmek zorunda.

Ya sakince durumu kabullenir ve trafiğin açılmasını bekler.

Ya da sinirlenerek ne kadar şansız olduğunu, böyle şeylerin hep kendi başına geldiğini, dünyadaki bütün sorunların kendine doğru aktığını düşünür; düşündükçe sinirlenir ve sinirlendikçe kâbus dolu bir gün başlar.

Sizce bu durumda yapmamız gerekli olan nedir?

Sanırım herkes birinci yolu seçmenin doğru olduğunu söyleyecektir. Stoacılar da elbette birinci seçeneği tercih edecekti. Bize burada gerekli olansa onların hangi seçeneği seçtiklerinden ziyade o seçeneğe hangi sebeplerle seçtikleridir.

Stoacı filozoflar bizlere, birinci seçeneğin akla daha uygun olduğunu söylerler çünkü trafiğin tıkanması, tamamen bizden bağımsız bir sebeple meydana gelmiştir bu nedenle onlara göre bunun için öfkelenmek anlamsızdır.

Ama Stoa felsefesi burada şunu da diyor; eğer trafiği açacak doğaüstü güçlerin varsa hemen bunu yap ve sorunsuz bir şekilde yoluna devam et ama böyle bir gücün yoksa; gücün dahilinde olmayan, kontrol edemediğin şeyler hakkında endişelenmek, üzülmek, hiddetlenmek akılsızlıktır. Gerçekleştirmeye gücün yetiyorsa zaten istediğin zaman o şeyi gerçekleştirebileceksindir ya da istemediğin bir şeyse engel olabileceksindir ama bunu yapma kudretine sahip değilsen bunun için üzülmek anlamsızdır.

Hayatımızda olan bir çok olay bizim dışımızda gerçekleşir ve biz bunun farkında olduğumuz sürece olayların gidişatıyla bir bağımızın olmadığını anlarız. Atasözlerimizden birisi ne diyordu; “Olmuşla ölmüşe çare yok” o halde değiştiremeyeceğimiz şeyler için üzülmenin de bir anlamı yok.

Şimdi geldik en önemli Stoacı kuralına; Olaylara bakış açın yalnızca senin duygularını etkileyebilir, başka hiçbir şeyi değil. O hâlde olaylar hakkındaki düşüncelerini değiştirirsen sen de değişirsin hayatın da değişir.

Belki de Marcus Aurelius’un şu sözünü unutmamamız lazım;

‘’Düşünceleriniz ne ise hayatınız da odur, hayatınızın gidişini değiştirmek istiyorsanız düşüncelerinizi değiştirin.’’

Ve Epiktettos’da benzer bir cümle kuruyor; ’İnsanları üzen hadiseler değildir, onlar hakkında sahip oldukları düşüncelerdir.’’

Tek amacı mutluluk olan bu felsefenin pratiğine girmeden önce gelin biz bu felsefeyi tanımak adına yukarıda isimlerini verdiğimiz Stoacı filozofların bir kaç ünlü sözünü hatırlayalım; zaten onların bu ünlü sözlerini okuyunca Stoa felsefesi hakkında az da olsa bilgi sahibi olacağız.

İlk ünlü sözümüzün sahibi Stoacı Epiktetos; “Senin huzursuzluğun başkalarıyla değil kendinle bağdaşmadığın içindir” 

Ve Epiktetos devam ediyor;

Mutluluğa giden tek bir yol vardır. Bu da irademiz dışındaki şeyler yüzünden kaygılanmayı bırakmaktır”

Yine Epiktetos bugünler de bizim de sürekli tekrarladıgımız bir cümleyi kuruyor ve diyor ki; “Biz yaşamayı beklerken hayat gelip geçiyor”

Epiktetos hayattaki amacımız hakkında ise; “Eğer hangi limana doğru ilerlediğimizi bilmiyorsak hiçbir rüzgâr bizim için uygun değildir” diyor.

Bir diğer Stoacı filozofumuz Seneca ise “Ruhu olayların gidişatıyla sıkmayın. Olayların gidişatının sizin sıkıntınıza ihtiyacı yoktur” diyor.

Ve Seneca sanki “günümüz kişisel gelişimcileri” ya da daha moda ismiyle “günümüz yaşam koçları” gibi konuşuyor;

Hayat hiçbir zaman değişmez ama düşünceleriniz değişebilir. Hayatının değişmesini istiyorsan düşüncelerini değiştirmelisin”

Hayat hakkında ise; “Hayat bir öyküye benzer, önemli olan eserin uzun olması değil, iyi olmasıdır.” diyor.

Ve bu ünlü sözleri Stoacı Cicero’nun bir sözüyle bitirelim; “Kimse sana senden daha iyi öğüt veremez”

Sanırım bu cümlelerle Stoa felsefesinin genel olarak iyi bir hayat, mutlu bir yaşam gibi bir yaklaşımı olduğunu ve biraz da sanki Stoacıların dönemin terapistleri, psikologları hadi kişisel gelişimcileri de unutmayalım sanki o dönemin kişisel gelişimci yaşam koçlarıymış gibi davrandıklarını anlıyoruz. Peki bunu nasıl sağlıyorlardı? Artık Stoa felsefesinin pratiğine girebiliriz; ama o diğer yazımızın konusu.

Kaynakça:

Güzel Yaşam Kılavuzu: Antik Stoacı Sevinç Sanatı – William B. Irvine


Yorum bırakın