Yaptığımız Seçimler Üzerine Felsefi Bir Sorgulama

Hayatımız boyunca farkında olalım ya da olmayalım yüzlerce seçim yaparız. Bugüne kadar saçımızın modelinden tutun da gün içinde ne yiyeceğimize, hangi elbiseyi giyeceğimize, kimlerle arkadaşlık yapıp yapmayacağımıza kadar verdiğimiz kararların hepsi bizim seçimlerimizdir. Yaptığımız bu seçimlerin bazıları o kadar önemsizdir ki hayatımızı etkilemeden gelip geçerler; kimi zaman ise öyle seçimler yaparız ki yaptığımız seçimler hayatımızı bazen bir süreliğine bazen de sonsuza dek etkileyebilir, yaptığımız seçimlerin hayatımızı ne kadar etkileyip etkilemeyeceğini ise o seçimleri yaparken bilme şansımız yoktur; belki sadece tahmin edebiliriz ama net olarak öğrenmemiz için bazen çok uzun yılların geçmesi gerekir.

Öyleyse gerçek olan şudur; Bizler sadece seçimlerimizle oluşturduğumuz bir hayatı yaşamaktayız.

Mesela bazen öyle seçimler yaparız ki yaptığımız tek bir seçim bütün hayatımızı kolaylaştırırken bazı seçimlerimiz ise hayatımızı karmaşıklaştırmaktan öteye götürmez. Hatta bazen bizimle hiç ilgisi olmayan sadece pek çok kişi bizden beklediği için yaptığımız seçimlerimiz bile vardır; bizden beklentisi olan insanları hayal kırıklığına uğratmamak için, çoğu zaman farkında olmadan kendimizi bir kenara bırakarak, kendimizi her seferinde daha görünmez hale getirerek, her seferinde kim olduğumuzun bir parçasını kaybetme riskiyle karşı karşıya kalarak yaptığımız seçimlerdir bunlar. Kimi zaman ise başkalarını bir kenara bırakarak sadece kendimiz için seçim yaparız, artık hayatımıza çeki düzen vermenin gerekli olduğunu düşündüğümüzde, kendimizi iyiye doğru götüreceğini tahmin ettiğimiz seçimlerdir bunlar. Bazense öyle seçimler yaparız ki yaptığımız bu seçimler anlaşılması bile zor, yanlış, karmaşık, varoluşumuzu zorlaştıran daha farklı seçimlere götürür bizi, hatta bu seçimlerin yanlış olduğunu bilmemize rağmen aynı seçimleri yapmaya devam bile edebiliriz sadece alışkanlıktan dolayı yaptığımız seçimler gibi; evet bazen sadece alışkanlığımızdan dolayı uzun zamandır yaptığımız seçimlerimiz de olur ama onların bizim için sadece bir alışkanlık olduğunu çok sonra fark ederiz. Kimi zaman korkutucu seçimler de yaparız ne kadar korksak bile seçmek zorunda olduğumuz için seçeriz önümüzdeki seçimlerden birini fakat bazen öyle bir an olur ki korktuğumuz için seçim yapmamayı seçebiliriz bu da çok normaldir çünkü bazı anlar, karşılaştığımız en büyük riskin risk almamak, risk almamayı, hareket etmemeyi, öylece durup izlemeyi seçtiğimiz anlardır. Onlar, sonucun ne olacağını bilmesek de sadece olabilecek bir pişmanlıktan kaçınmaya yarayan seçimlerimizdir çünkü pişmanlıklar her ne olursa olsun acı verir, hayatımızı ağırlaştırır ve bence yeryüzünde pişmanlık duyduğumuz seçimlerimizden daha işe yaramaz bir şey yoktur. İşte bu yüzden bazen seçmemeyi seçebiliriz. Ne kadar çok istesek de isteyelim önümüze gelen seçimlerden hiçbirini seçmeyerek de hayatımıza devam edebiliriz ama seçmemenin de bir seçim olduğunu düşünürsek yine de bir seçim yapmış olmuyor muyuz?

Bizler tüm hayatımız boyunca seçmeyi seçerek ya da seçmemeyi seçerek kendimizi ve hayatımızı değiştiren, dönüştüren böylece özümüzü meydana getiren canlılarız. Bu konu Varoluşçuluk Felsefesinde, “Varoluş” ve “Öz” kavramları etrafında uzun uzun anlatılan bir konudur.  Kendisi de Varoluşçu bir düşünür olan Heidegger’e göre dünyada yaşamaya mecbur bırakılmış “Dasein” yani insan dünyayı mesken tutmuş bir varlıktır. İlk olarak Heidegger’in kullandığı daha sonra ise Jean Paul Sartre’ın eserlerinde de sıklıkla gördüğümüz “Dünyaya Fırlatılmış İnsan” terimini Heidegger bir” Tren Metaforu” kullanarak anlatmaya çalışır. Bu metafora göre dünyaya gelen insan, nereden ve niçin kalktığını bilmediği bir trende yol almaktadır; çıktığı bu tren yolculuğunu da kendisi planlamamıştır, zaten dünyaya gözünü açtığında kendisini trende bulduğu için bu yolculuğu planlama şansı da yoktur. Heidegger’e göre bu “zorunlu bir var olma” halidir. Heidegger’in düşün dünyasına kazandırdığı” Dasein” kavramı da insanın bu zorunlu var olma halinden ortaya çıkar. Heidegger’in diliyle söylersek trende gözünü açıp” varolan” insan Dasein’dir.

İnsanın bu varoluş hali hem Heidegger’e göre hem de Sartre’a göre henüz tamamlanmamıştır. İnsan tüm yaşamı boyunca ölene kadar kendini tamamlamaya çalışarak kendi varoluş yolculuğuna devam eder. Sartre, Varoluşçuluk Felsefesinin temel taşı yaptığı “Varoluş Özden Önce Gelir” sözüyle de tam olarak bunu anlatır. İnsan önce varolan sonra özünü meydana getiren bir varlıktır.

Seçtiğimiz seçenekler şu an ki varoluşumuzu oluşturan şeylerdir; peki, ya seçmediklerimiz?

Günümüzde bilim insanları tarafından oldukça sık tartışılan paralel evren teorisini duymuşsunuzdur. Bu teori bizim evrenimiz dışında farklı evrenlerinde olabileceği ihtimaline dayanan bir teoridir. “Paralel Evren” terimi ilk defa 1895 yılında Amerikalı felsefeci ve psikolog William James tarafından kullanılmış; bu terimin adam akıllı tanımını yapan kişi ise Amerikalı fizikçi Hugh Everett olmuş. Aslında bu terimi gizemli yapan şey bizim evrenimiz dışında birbirlerinden bağımsız olan çok sayıda evrenin olabilirliği değildir; Paralel Evren teorisini gizemli yapan şey, bizim evrenimiz dışında olasılık olarak varlığı tahmin edilen evrenlerin birbirlerinden bağımsız olmadığı düşüncesidir. Bu düşünce ise evrenlerin ortak bir kökenden geldikleri düşünülerek hepsinin birbiriyle bir göbek bağı olma ihtimaline dayanır. İşte gizem de bu ihtimalde gizlidir zaten.

Bilim insanları bu birbirlerinden bağımsız olmayan paralel evrenler fikrini almışlar ve yaptığımız seçimlerin varlıklarını bizimle beraber kendi evrenimizde yaşamaya devam ettirdiklerini ama seçim olarak önümüzde duran ve bizim seçmediğimiz seçeneklerin ise eğer onları seçseydik hayatımız ne olurdu, hangi yönde ve nasıl devam ederdi gibi soruların cevapları için kullanmışlar. Demişler ki; seçmediğimiz seçimler sanki onları da seçmişiz gibi başka paralel evrenlerde yolculuğuna devam ediyor olabilir mi? Tabii ki bu sadece bir teori. Bu teorinin doğru olup olmadığını bilmiyorum ama ben kendi adıma bunu çok merak ediyorum. Bir diğer seçeneği seçtiğimiz için seçmeden orada öylece bıraktığımız seçenekler acaba bizi nereye götürürdü düşüncesi sizce de gizemli bir düşünce değil mi?

Neyse, Paralel Evren düşüncesi ve bu düşüncenin felsefesine belki başka yazımda devam ederim. Ama şurası bir gerçek ki bizleri birbirimizden farklılaştıran, bizleri bu varoluş yolculuğumuzda değiştiren ve dönüştüren yaptığımız seçimlerimizdir ve yaptığımız her seçim öncelikle bizi daha genelinde ise büyük resmi yani yaşadığımız toplumu değiştirip dönüştürür. Yaşadığımız toplum değiştikçe bireysel anlamda yaptığımız seçimlerimizde değişmeye devam eder çünkü seçimlerimizde yaşadığımız çevrenin, aldığımız eğitimin, yaşadığımız kültürün ve bu kültürün bize dayattığı normların, inançların da etkisinin büyük olduğunu biliyoruz. Fakat ben kendi adıma en iyi seçimlerimizin farkındalıkla yaptığımız seçimler olduğunu düşünüyorum. Farkındalık ise maalesef çok kolay elde edilen, öyle tepeden inerek bize ait olan bir özellik de değil.

Mesela sizi bilmem ama ben çok uzun zamandır kendi etrafımda, yaşadığı çevreye yabancılaşan ve giderek yalnızlaşan insanlar görüyorum. Onları hemen fark edemiyorsunuz; çünkü kendilerini uluorta belli etmiyorlar. Kamufle olmayı çok iyi beceriyorlar. Kendilerini bu kadar iyi saklayabilmelerine rağmen onları diğerleri içinden ayırt etmeye başladığınızda ise hemen hemen hepsinin ortak bir özelliğinin olduğunu görüyorsunuz; “Farkındalık”

Evet, farkındalık bu insanların en belirgin ortak özelliği ve ne yazık ki toplum içinde yalnızlaşmalarının ve yabancılaşmalarının nedeni de…

Çevresinde olup bitenlere duyarsız kalamayan bu insanların farkındalık dışında başka özellikleri de var tabii; mesela düşünmek. Evet, yanlış okumadınız bu insanlar düşünebiliyor. Hatta daha da şaşıracağınız bir şey söyleyeyim mi?  Düşündüklerini de sorguluyorlar. Sadece düşündüklerini mi? Çevrelerinde olan her şeyi ama her şeyi sorguluyorlar. Farkındalıkları da bu sorgulamayla başlıyor zaten. Bu sorgulamaları ileri boyutlara ulaştığında ve tatmin edilmediğinde ise yabancılaşmaya başlıyorlar. Önce kendi çevrelerine yabancılaşıyorlar sonra yavaş yavaş kendi kabuklarına çekiliyorlar. Bu kez de yalnızlaşma süreçleri başlıyor. Bu süreçte imkânı olanlar bulundukları çevreyi terk ediyorlar. Mesela bazıları, çoğumuzun “Ah, bir emekli olsam da” diyerek hayal ettiğimiz sahil kasabalarına taşıyorlar her şeylerini. İmkânı olamayanlar ise bulundukları çevrede kalabalıklar içinde yalnızlaşıyorlar. Onlar tüm farkındalıklarıyla buradalar, aramızdalar. Bizlerle beraber yaşıyorlar. Onları tanımaya çalışın. Çünkü ben hala dünyayı onların seçimlerinin güzelleştireceğine inanıyorum.


Yorum bırakın