Koşulsuz Sevgi: “Lütfen bana bir koyun resmi çiz!”

Bazen sevginize her hangi bir karşılık beklemeden seversiniz çünkü bazı sevgiler koşulsuzdur. Koşulsuz sevgi asla değişmez belki zamanla dönüşebilir ama asla değiştikleri görülmemiştir.  Bu yüzden koşulsuz sevmek dünyanın en anlaşılmaz, en açıklanamaz, en tutarsız, en harika, en saçma, belki biraz tutucu, fazlasıyla tüketici, en sinir bozucu, en mutlu edici, en ölümcül, en çocuksu, en fedakâr ve en eşitsiz sevgisidir.

Sevginin her türü sevileni yüceltirken sadece koşulsuz sevgiler seveni yüceltir. Seveni alır göklere çıkarır, başını bulutlarda gezdirir. Ve bir gün seni alıp da o bulutların üstünden aşağı atsa bile Fransız yönetmen Mathieu Kassovitz’in “Protesto” filminde dediği gibi “Önemli olan düşmek değil yere çakılmaktır” dersin. Çünkü başka hiçbir sevgide çakıldığın yerden acı içinde kalkarken bile “Seni seviyorum” diyemezsin.

Küçük Prensi bilir misiniz? Hani şu Antoine de Saint-Exupery’in her yaş için yazdığı hikâyeyi. Eminim okuyanlarınız olmuştur. Bana göre “Kişisel Gelişim” diye bilinen çoğu kitaptan çok daha etkileyicidir. Bu hikâyeyi zaman zaman tekrar okurum; en sevdiğim bölüm ise bana koşulsuz sevginin o büyüleyici sıcaklığını gösteren, Küçük Prensin Tilki ile tanıştığı bölümdür.

“Lütfen bana bir koyun resmi çiz!”

Uçağı kaza sonucu Sahra Çölüne düşmüş bir pilota Küçük Prensin kurduğu ilk cümledir bu cümle. Bizlere Küçük Prensin hikayesini anlatan da o pilottur zaten…

Küçük Prens “Asteroid B-612” adlı kendisinden sadece bir parmak büyük olan bir gezegende tek başına yaşamaktadır. Yaşadığı gezegen o kadar küçüktür ki gezegeninin ne kadar küçük olduğunu bizlere anlatırken “Gözünün alabildiğine de gitsen pek uzaklaşmış olmazsın bizim orada.” der.

Küçük Prensin o küçük gezegeninde en çok sevdiği şey günbatımını izlemektir. Gezegeni o kadar küçüktür ki sadece oturduğu sandalyesini hafifçe oynatarak günde tam kırk dört tane günbatımı izleyebilmektedir.

Bir gün gezegenine nerden geldiğini bilmediği, rüzgârın önüne katıp getirdiği bir tohum toprağa düşer ve birkaç gün sonra tohum filiz verir. O küçük filiz büyür serpilir ve bir Gül olur. Küçük Prens artık yalnız değildir.

Günlerce gül ile sohbet eder. Gül her konuşmasında ne kadar güzel olduğundan dem vurur, evrendeki en güzel gül olduğundan bahseder. Evet, az da olsa kaprislidir ve sürekli olarak kendini anlatır. Küçük Prensten hep bir şeyler ister.

“Ben güçlü bir gülüm hiçbir şeyden korkmam ama rüzgâr deyince iş değişir. Bak rüzgârdan ödüm kopar. Beni rüzgârdan koruyacak bir şeyler bul bana”

Küçük Prens ne yapar eder gülü için bir paravan yapar hatta onu güneşin sıcaklığından korumak için cam bir fanus bile bulur. Fakat Küçük Prensin gezegeninde gülü dışında yabani otlar ve büyük Baobap ağaçları da vardır. Küçük Prens yabani otların gülüne zarar vereceğini düşündüğünden, her sabah gezegendeki yabani otları temizler.

Temizler temizlemesine ama her gün binlerce yabani ot yeniden çıkar. Bu yüzden yaban otlarını yemesi için bir koyuna ihtiyaç duyar. Bir koyun bulmak için gezegeninden ve çok sevdiği gülünden ayrılır.

İşte Küçük Prensin gezegeninden ayrılıp diğer gezegenlere yaptığı yolculuğu böyle başlar. Merak etmeyin sizlere Küçük Prensin tüm yolculuğunu anlatacak değilim sadece o çok sevdiğim bölümü anlatmak istiyorum. Tilkiyle tanıştığı bölümü.

Bir koyun bulmak için gezegeninden ayrılan Küçük Prens bir çok farklı gezegende çok farklı insanlarla tanışır ve Küçük Prensin yolu son olarak dünyaya düşer. Burada da bir çok hayvan ve insanla tanışan Küçük Prens bir gün bir gül bahçesine denk gelir; gördüğü manzaraya inanamaz çünkü kendi gülüne benzeyen bir çok gül vardır bahçede…

Şaşkınlığa düşen Küçük Prens bahçedeki güllere “Siz kimsiniz?” diye sorar.

Güller hep bir ağızdan “Bizler gülleriz,” derler.

“Ah!” der Küçük Prens yüreği üzüntüyle dolarak; “Oysaki çiçeğim bana evrende bir eşi daha olmadığını söylemişti ve ben de öyle sanmıştım”

Ufak bir bahçede bile kendi gülüne tıpatıp benzeyen hatta kendi gülünden çok daha güzel binlerce çiçeği gören Küçük Prens büyük bir hayal kırıklığı içinde gül bahçesinden ayrılır. Yolda bir Tilkiyle karşılaşır. İşte hikâyenin en sevdiğim bölümü de burada başlar.

Küçük Prens tilkiye az önce gül bahçesinde yaşadığı üzüntüyü anlatır. Sonra da “Bu pişmanlığı içimde taşımak zor olacak ne olur gel arkadaş olalım” der.

Tilki ise “Seninle arkadaş olamam ben evcil bir tilki değilim” deyince bu kelimeyi ilk defa duyan Küçük Prens “Evcil ne demek?” diye sorar.

“Biriyle bağ kurmaktır” der Tilki “Eğer benimle arkadaş olmak istiyorsan beni evcilleştirmen gerek o zaman ben senin özel ve en değerli dostun olabilirim. Ama dikkat et evcilleştirdiğin kişiden ayrılmak zordur”

“Biraz biraz anlıyorum,” der Küçük Prens, “Yaşadığım yerde bir çiçeğim var… Galiba ben farkında olmadan beni evcilleştirdi. Ama az önce benim çiçeğime benzeyen o kadar çok gül gördüm ki hatta bir çoğu benim çiçeğimden çok daha güzeldi; o halde benim çiçeğim, benim için neden özel olsun ki?” diye üzüntüyle sorar.

Tilki gülümseyerek “Sen evcilleştirmenin ne olduğunu bilmiyorsun bunu anlaman için beni evcilleştirmen gerek. Beni evcilleştirdikten sonra seninle yollarımız ayrılacak. İşte o gün geldiğinde gidip gül bahçesinde gördüğün güllere yeniden bakmanı istiyorum. Senin gülünün neden senin için eşsiz olduğunu o zaman anlayacaksın. Sonra gel helalleşelim; sana bir sır vereceğim”

Onu evcilleştirmesini Tilkinin kendisi istemiştir. Ayrılık vakti geldiğinde her dostun yaptığı gibi Tilki de ağlayacaktır. Ama bundan pişman değildir. Az da olsa anılar biriktirecektir. Üstelik kazançlıdır da o günden sonra buğday tarlalarının sarımsı rengini her gördüğünde sarı saçlı arkadaşını, Küçük Prens’i hatırlayacaktır. Küçük Prens ise gülünün neden diğer güllerden çok farklı olduğunun farkına varacaktır.

Günler geçer Küçük Prens, Tilkiyi evcilleştirir onunla çok güzel zamanlar geçirir ve gün gelir tilki beklenen günün geldiğini söyler. Ayrılık vakti gelmiştir. Küçük Prensin yapacağı son şey gül bahçesine tekrar gitmektir.

Gül bahçesine tekrar giden Küçük Prens şaşkınlık içinde bahçedeki güllerin kendi gülüne benzemediğini fark eder.

“Siz benim gülüme hiç mi hiç benzemiyorsunuz. Çünkü benim için değersizsiniz. Ne sizi evcilleştiren olmuş ne de siz kimseyi evcilleştirmişsiniz. Güzelsiniz ama boşsunuz,” diye ekler. “Kimse sizin için canını vermez. Kimse size seve seve iyilik yapmak istemez. Buradan geçen herhangi bir yolcu benim gülümün size benzediğini sansa bile o tek başına, benim için topunuzdan çok daha özel ve önemlidir. Çünkü rüzgârdan korunsun diye paravan bulduğum odur, güneşten korunsun diye üstünü fanusla örttüğüm odur, gün içinde incinmesin diye rüzgârdan koruduğum, her gün taze su bulup suladığım odur, sırf gülüm kelebekleri seviyor ve onun da bir kelebeği olsun diye yanına bıraktığım birkaç tane tırtıl dışında bütün tırtılları uğrunda öldürdüğüm odur. Sevimli kaprislerine, yakınmasına, böbürlenmesine hatta benimle bazen küsüp susmasına bile kulak verdiğim odur. Çünkü benim gülümdür o” der.

Ve gül bahçesinden ayrılan Küçük Prens evcilleştirdiği Tilkinin yanına gelir.

 “Vereceğim sır çok basit” der Tilki “İnsan ancak yüreğiyle baktığı zaman doğruyu görebilir çünkü gerçeğin mayası gözle görülmez” der. “Senin için gülünü bunca önemli kılan, hiçbir şey beklemeden uğrunda harcadığın zamandır.”

Küçük Prensin gülüne duyduğu sevgi beklentisiz değil koşulsuz bir sevgidir. Koşulsuz sevgiyle, beklentisiz sevgiyi birbirine karıştırmamak lazım diye düşünüyorum.  Hatta beklentisiz bir sevginin olduğunu da düşünmüyorum çünkü sevdiğiniz birinden beklentinizin olmaması olanaksızdır; her şey bir yana sevdiğiniz kişinin de sizi sevmesini beklersiniz ya da sizinle ilgilenmesini, sizi aramasını, sizi düşünmesini… Bir insanı sevdiğiniz için onu hayatınızın orta yerine oturtup da ondan hiçbir şey beklememek gerçekçi değildir. Koşulsuz sevgi ise beklediğiniz şeyler olmuyor olsa bile sevginizin bitmediği bir sevgi türüdür yani beklentilerinizin sevginizin koşulu olmadığı bir sevgi.

Çıkarların egemen olduğu günümüz yüzyılında böylesi bir sevgiyi anlamak imkânsız, zaten bu yüzden yazının başında koşulsuz sevgiyi; dünyanın en anlaşılmaz, en açıklanamaz, en tutarsız, en saçma sevgisi olarak tanımlamak istedim. Çünkü koşulsuz sevgi mantığa sığmayan ama yürekte güzel bir yer kaplayan sevgidir. Koşulsuz sevmek bir mucizedir ve sadece mucizeler gerçek sevgiyi hak ederler; size karşılık vermeseler bile…


Yorum bırakın