Küçüğüm

Zaman biz hiç fark etmeden yanımızdan akıp geçer, tıpkı bir rüzgârın sakin, durgun, temiz bir su kütlesi üzerindeki etkisi gibi hayatımıza izler bırakarak geçer. Ve bizler bu geçen zamanın içinde pek çok kez kaybolduğumuzu sonra yeniden kendimizi bulduğumuzu fark ederiz. Çoğu zaman bu kayboluşlarımız ve yeniden kendimizi buluşlarımız o kadar belirsizdir ki çoğu kez hatırlamayız bile; milyonlarca kez uyuyup milyonlarca kez yeniden uyanmak gibi hayatımızda olan bitenin ayırdına varamayız.

Geçen zaman her şeyi o kadar değişmiştir ki geçmiş ile güncel arasındaki farkı ancak geriye dönüp baktığımızda fark edebiliriz. Limanda güvendiğimiz gemilerimiz yoktur artık; kendi ellerimizle yakmışızdır o gemileri, bazılarıysa biz hiç fark etmeden ayrılmıştır limandan. Geriye kalan ise çoğu zaman herkes için farklı bir anlamı olan Sezen’in “Küçüğüm” şarkısının dizeleri gibidir.

“Ne kadar az yol almışım ne kadar az yolun başındaymışım meğer, elimde yalandan, kocaman, rengârenk, geçici oyuncak zaferler”

Gerçekten de hala yolun başında mısınızdır? Yoksa yolun başı zaten hiçbir zaman yok muydu?

O kadar yol yürüyüp, başınızdan onca yılın hikâyesi geçmiş olmasına rağmen bir gün içtiğiniz bir kahvenin kokusu, o kahve fincanının elinizde bıraktığı sıcaklık ya da gördüğünüz küçük bir tebessüm sizi alır dün ile bugünün, eski ile yeninin aynı an da yaşandığı yere götürür.

Her birimiz kendi yolculuğumuzu kendi yolumuzda yapıyoruz. Elimizde ise tüm yolculuğumuz boyunca bir bavul gibi taşıdığımız yüreğimizi tutuyor, gerçek bir duygusal bavul gibi yol boyunca yaşanan durumların ağırlığını bavulumuzda taşıyoruz; bir türlü kurtulamadıklarımız, kurtulmak istemediklerimiz, kendi elimizle itinayla katlayıp koyduklarımız ya da hiç istemesek de birileri tarafından tıkıştırılan duygularla dolu olan bavulumuzu… Ve yılların getirdiği her bir duygu ise yüreğimizde, derimizde, tenimizde ya da zihnimizin en ücra odalarında kalmış çeşitli boyutlardaki anılardan ve deneyimlerden oluşuyor.

“Küçüğüm, daha çok küçüğüm, bu yüzden bütün hatalarım, öğünmem bu yüzden, bu yüzden kendimi özel, önemli zannetmem.”

Bu yol, kendimize küçük dünyalar kurup büyük hikayeler yaşadığımız uzun bir yol. Yolculuğumuz ise bizi büyüten, bizi dönüştüren, bizi değiştiren bir yolculuk. Yola çıktığımızdan beri büyüyoruz; hatalarımızla, öğünmelerimizle, kendimizi özel ve önemli zannetmelerimizle büyüyoruz. Ta ki yolun bir yerine geldiğimizde belki de birçok şeye es verdiğimiz bir an da hata yapmanın çok insanca bir eylem olduğunu, öğünmelerimizin, kendimizi özel ve önemli zannetmelerimizin, o büyük ve debdebeli hırslarımızın ne kadar anlamsız olduğunu anlıyoruz.

“Küçüğüm, daha çok küçüğüm, bu yüzden bütün korkularım, gururum bu yüzden, bu yüzden çocuk gibi korunmasızlığım.”

O yola yüreğimiz elimizde tek başımıza çıksak da yol boyu çok yolcu tanırız. Hepsi de bizim gibi yol düşkünü yolculardır aslında. Kimilerini yanımızdan hızla geçip giderken, kimilerini karşı yolda kendi yollarında yürürken görürüz ama bazıları vardır ki yolları bir an için de olsa bizim yolumuzla kesişir yolumuza yoldaş oluverirler.

İçimizden bazıları sanki o yolda hep güçlü olmak zorundaydılar. Oysaki kendilerine böyle bir elbise biçilmemişti ama ne de güzel taşıyorlardı o elbiseyi sanki derileriymiş gibi… Korkuları hatta çocuk gibi korunmasızlıkları da vardı bilirdik ama onlar o yolculuğun belki de en güçlü, en mutlu ve hep gülümseyen yolcularıydılar.

Eğer kendi yolculuğunuzda böyle bir yoldaş ile bir yerlerde bir an kesişirse yolunuz, o yol da kendinizi onunla birlikte büyütürken bulursunuz. İşte o, size ayna tutan kişidir, o sizin aslında kim olduğunuzu o aynada size gösteren kişidir. Ve yol boyunca o sizi, siz de onu büyütürsünüz hiç farkında olmadan. Ve o küçük çocuksu adımlarınızla yan yana yürürken, her ne olursa olsun, hayat size ne getirirse getirsin hep gülümsemeniz gerektiğini öğrenirsiniz birlikte…

“Küçüğüm, daha çok küçüğüm, bu yüzden sonsuz endişem, savunmam bu yüzden, bu yüzden bir küçük iz bırakmak için didinmem”

Ve gün gelir çok uzun bir zamandır uzun bir yol yürümüş olduğunuzun farkına varırsınız. O eski endişeleriniz çok gerilerde kalmıştır artık, geçmişte savunduğunuz her şey öyle yormuştur ki sizi, artık sadece susmak istersiniz. Önünüzde daha yürünecek çok yolunuz olduğunu bilseniz de az da olsa dinlenmek ve tazelenmek için yolunuzun artık kim bilir belki de bir deniz kıyısıyla birleşmesini istersiniz; içinizde kalan o son çocuksu gülümsemenizi denizden eserek yüzünüze çarpan iyot kokulu, tuzlu bir deniz meltemine saklarsınız; yolunuzun geri kalanında hala gülümseyebilmek için…

Herkesin yolculuğunda o an fark etmeseler de kendilerinde izler bırakan insanlar vardır. O izler önceleri size geçmişten kalan yaralar gibi görünse de yıllar yıllar sonra o izlerin aslında size bırakılmış hediyeler olduklarını anlarsınız. Ve işte bunu anladığınızda yolunuzun geri kalanında sadece gülümsersiniz…

Latin Amerika’nın o büyük yazarı Gabriel Garcia Marquez’in dediği gibi:

“Her an gülümse, boş ver ne düşündüğünü bilmesinler. Ve her şeye rağmen patlat bir kahkaha, bırak neden güldüğünü merak etsinler. Öyle güzel gülmelisin ki, hiçbir zaman gülümsemekten vazgeçmemelisin, üzgün olduğunda bile. Çünkü emin ol gülümsemene kimin, ne zaman âşık olacağını bilemezsin.”


Yorum bırakın