Farkında mısınız? Bir gün öleceğimizi bildiğimiz halde tüm hayatımız boyunca ölüme meydan okuyarak yaşıyoruz. Oysaki ölüm hakkında hiçbir şey bilmiyoruz; bildiğimiz tek şey gidenlerin bir daha geri dönmediği. Fakat yine de bir gün gidip bir daha geri dönmeyeceğimizi bilmemize rağmen isteklerimiz, hayallerimiz, arzularımız bitmek bilmiyor; doyumsuz bir şekilde istemeye devam ediyoruz. Belki de bu hayatta yaşamış olduğumuzu kanıtlamanın bir yoludur bu; yiyerek, üreterek, eğlenerek, severek, doyumsuz bir şekilde isteyerek ve bir yerlere izler bırakma çabası içinde yaşayarak yaşadığımızı kanıtlamaya çalışıyoruzdur.
Acaba sırf bu yüzden mi hayallerimizi hep gerçek dışı ve hep ulaşılmaz olandan yana kullanıyoruz? Peki ya isteğimize sahip olduktan sonra duruluyor muyuz?
Fransız psikanalist Jacques Lacan, Her zaman isteklerimizin ya da hayallerimizin gerçekdışı olmak zorunda olduğunu söyler. Çünkü istediğimiz şeyi elde ettiğimiz anda ne gariptir ki artık onu istememeye başlarız. Bu yüzden Lacan, isteğin devam edebilmesi için, objenin sürekli olarak eksik olması gerektiğini söylüyor. Çünkü aslında asıl istediğimiz şey o şey değildir; onun hayalidir sadece.
Hani Yılmaz Erdoğan bir şiirinde diyor ya “Ben senin beni sevebilme ihtimalini sevdim” Kim bilir belki de bu yüzden gelecekteki mutlu günlerimizin hayalini kurmak, mutlu günlere ulaşmaktan daha keyifli geliyor bize çünkü sahip olduğumuz an isteğimiz yok oluyor.
Lacan bu garip duruma “İstek sonrası tatminsizlik” diyor. İnsanın arzularının sürekli değişen bir yapıya sahip olduğunu ve doyuma ulaşmanın tatminsizlik yaratabileceğini vurguluyor. Lacan’ın görüşüne göre, insanların arzuları ve istekleri, onları tatmin ettikçe azalma eğilimine giriyor. Bir arzuya ulaşıldığında, o arzunun cazibesi ve çekiciliği azalıyor ya da tamamen yok oluyor.
Santiago isimli Endülüslü bir çobanın bir gece gördüğü bir rüya sonrası rüyasının peşine düşerek yaptığı uzun yolculuğu anlatan Paulo Coelho’nun “Simyacı” adlı kitabını okudunuz mu bilmiyorum?
Kitapta, kitabın kahramanı Santiago yaptığı yolculuğun bir yerinde yolu bir Billuriye dükkanına düşer ve bir süre o dükkânda çalışmaya başlar. Dükkânın sahibiyle yaptığı konuşmalar sırasısında adamın tek hayalinin Hac ziyaretini gerçekleştirmek olduğunu fakat bu yolculuğa çıkmak için yeterli parası olmadığını öğrenir. Santiago bir süre o dükkânda çalışır ve dükkânı para kazanan bir işyeri haline getirir. Hem kendisi hem de dükkân sahibi bu durumdan çok mutludur artık para kazanmaya başlamışlardır. Santiago bir süre sonra dükkân sahibinin Hac ziyaretini gerçekleştirecek yeterli paraya sahip olmasına rağmen hala Hac yolculuğuna çıkmadığını fark eder. Ve bir gün adama “Artık Hac yolculuğuna çıkacak yeterli paran var; neden hala hac yolculuğuna çıkmıyorsun?” diye sorar. Yaşlı adamın cevabı Lacan felsefesiyle birebir örtüşür “Hacca gidersem hiçbir hayalim kalmayacak, ondan korkuyorum”
Kıssadan hisse şudur ki; hayallerinizi kurarken dikkatli olun onu elde edeceğiniz için değil artık ona sahip olduğunuzda onu istemeyeceğiniz için… Belki de bu yüzden arzu etmek elde etmekten daha keyifli bir durumdur. Ne dersiniz?
