“Affetmek, Affedİlemez Olanı Affetmektİr”

Bağışlamak ya da affetmek zordur bu yüzden ya hiç affedemeyiz ya da affedemediğimiz anları, olayları ya da kişileri bağışlamak yerine bir zaman sonra unutmayı seçeriz.

Zaman hızlıca akıp giderken bırakın uzak geçmişi dün yaşadıklarımızın hiçbir karesini bile geri almamız mümkün değilken bağışlayamadığımız o anlara takılıp kalmak mı yoksa bağışlamak mı daha kolay?

Zaman, kuşkusuz hiçbirimizi önemsemeden tek yönlü olarak geleceğe doğru ilerliyor ve geçen zaman “şimdi” de olanı sürekli geçmişe göndererek geçmiş olan şimdinin bizdeki işlevini ve tesirini azaltıyor. Yani bizler aslında sürekli olarak zamanaşımına uğrayan bir zamanı yaşıyoruz.

Yapılan bir araştırmaya göre garsonlar parası ödenmeyen siparişleri aklında tutmaya devam ederken parası ödenen siparişleri aklında tutmayı bırakıyormuş. Yani anlayacağınız bizim için tamamlanmayan hikayeleri unutmak kolay olmuyor. Belki de kalbimizi kıran, affedemediğimiz o insanları hala unutamamamızın nedeni de budur; bizim için henüz hikayenin tamamlanmamış olması. Peki ya hikayeyi tamamlayamıyorsak?

İşte bu noktada devreye zamanaşımını sokmak gerekiyor diye düşünüyorum. Zamanaşımı kötü anılarımızı, affedemediğimiz olayları ya da kişileri unutmamızı sağlayan zamanın belki de tek iyi özelliği. Zamanın bu bozucu ve silici etkisi affedemem dediğimiz anların, olayların ya da kişilerin bizdeki etkilerinin zayıflamasına veya tamamen kaybolmasına neden oluyor.

Bu yüzden bence zamanın bu olumlu etkisini iyi kullanmak ve doğru zaman geldiğinde geçmişe veda etmesini bilmek gerek diye düşünüyorum. Çünkü geçmişe veda edememek maruz kaldığımızı düşündüğümüz mağduriyet ya da affedemediğimiz kişilerle yüzleşemediğimiz için onlardan hala bir bağışlanma beklentisi içinde olmamız bizim geçmişte kalmamıza neden oluyor. Bağışlamak ise geçmişle aramızdaki bağı koparmak hatta belki de kabul etmek anlamına geliyor.

İnsanın belki de en zorlandığı şey içinde bulunduğu durumu kabul edememesidir. Sorunun adını koymadan ve sorunu kabul etmeden çözüm üretmeye çalışmak ise mümkün değil. Bu sebeple öncelikle kabul etmek gerekiyor. Affedemediğimiz kişileri olduğu gibi kabul etmenin birinci koşulu ise ne yazık ki yine affetmekten geçiyor.

Peki, her şeyi affedebilir miyiz? Affetmek ama nereye kadar?

Jacques Derrida bu konuda bize en uç noktayı gösteriyor “Affetmek, affedilemez olanı affetmektir.” diyor. Bence inanılmaz bir cümle. Doğruyu söylemek gerekirse affedilmesi gereken tek şey de zaten bu değil midir? Eğer bir af konusu varsa, o da yalnızca, affedilemez olanı affetmek değil midir?

Affedilemeyeni affedebilmek büyük bir erdemdir asla bir güçsüzlük değildir aksine kişisel bir büyüme ve olgunlaşma için önemli bir fırsattır. Bilim insanları öfke ve kin duygularıyla yaşamanın kişinin stres seviyesini artırdığını söylüyor. Bu olumsuz duyguları affederek serbest bırakmak ise duygusal hafiflik ve rahatlama sağlıyor. Yine araştırmalar, affedici insanların daha düşük stres seviyelerine, daha düşük bir tansiyona ve daha güçlü bir bağışıklık sistemine sahip olduğunu söylüyor. Dolayısıyla affetmek, fiziksel sağlığı da olumlu etkiliyor.

Zaten inanın bana ısrarla affetmememiz, affetmediğimiz kişinin de pek umurunda olmuyor yani aslında affetmek sadece bizimle ilgili bir konu. Affetmeyerek yüreğimizi kaplayan ve kuşatan o ağır yükleri taşıyan yine biz oluyoruz. Olayları, anları, kişileri, belki de en önemlisi kendimizi affederek bu ağır ve gereksiz yüklerimizden kurtulup yeni başlangıçlara yol almak belki de en doğrusudur. Emin olun ki affetmek asla geçmişinizi değiştirmeyecek ama az da olsa geleceğimizin önünü açacaktır ve bizi geçmişin zindanlarından çıkartarak özgürleştirecek tek gerçektir.

Schiller’in dediği gibi “Affetmek ve unutmak iyi insanların intikamıdır

Öyleyse bağışlamanın, affetmenin ya da en azından unutmanın zamanı gelmedi mi?


Yorum bırakın