Duvarlar

“Bana öyle geliyor ki dünyada güzel olan her şey daha insana ulaşamadan insanın kendine ördüğü ağlara takılıp kalıyor.”

Kuru Otlar Üstüne / Nuri Bilge CEYLAN

Kendimize duvarlar örüyoruz, her gün biraz daha varoluşumuzun karanlık dehlizlerinin en derin yerlerini bulup, en karanlık, en izbe, en görünmez yerlerine inerek, herkesten gizlemeye çalıştığımız benliğimizi saklıyor, gözle görülmeyen yaralarımıza gözle görülür duvarlar örüyoruz.  

Yaralarımız var bizim üzeri kabuk bağlamayan, yaralarımız var bizim artık alıştığımız; onarmaya çalışmadığımız, önümüze ördüğümüz duvarların gerisinde bizi biz yapan geçmişten gelen yaralarımız var. Bizden başka kimse bilmesin diye ördüğümüz duvarların ardında saklıyoruz onları. Nöbetlerini tutuyoruz başuçlarında, nedenlerini bildiğimiz ve nedenlerini bilmediğimiz yaralarımızın.

İç dünyamızı dış dünyaya karşı güçlendirmek için dikilmiş duvarlar gibiyiz. Karanlık dehlizlerin altına gizlediğimiz çatlakların görülmemesini umarak, bir güç ve sağlamlık imajı yansıtmaya çalışıyoruz dört bir yana. Peki, kim için bu çabamız? Neden asıl benliğimizi ortaya koyamıyoruz? Önümüze ördüğümüz duvarları durmadan kalınlaştırıp yükselterek neyi kimden saklamaya çalışıyoruz?

Yara izlerimiz, bizim bir parçamız olan yaralarımız, bizi biz yapan acıyan yerlerimiz; İstesek de istemesek de o yaralarımız bize geçmişteki iyi ya da kötü deneyimlerimizi, o deneyimlerimizden aldığımız dersleri hatırlatıyor mu? 

Bilincimizin çalkantılı okyanusunu kapsamak için dikilmiş duvarlar, etten ve kandan oluşmuş binalar gibi dikiliyoruz acılarımızın üstüne. Yüzeylerimiz deneyimin yara izleriyle kazınmış; her çizgi, her çatlak, verdiğimiz, kazandığımız veya kaybettiğimiz savaşlardan kalan kan izleri…

Sürekli kanayan yaralarımızı gizlemeye, dünyaya pürüzsüz bir yüz sunmaya çalışıyoruz. Çünkü insan, korunaklı dış cepheler inşa etmekte ve gerçek benliklerini maskelerin ardına saklamada ustadır. O maskelerin ardında mutluymuş gibi, kendinden emin, başarılıymış gibi davranırız. Ama yüzeyin altında hepimiz gerçek benliğimizle mücadele ediyoruz. Yalnızız, endişeliyiz, kararsızız. Beklentiler denizinde kaybolduk, gerçekçi olmayan umutlar dalgasında çırpınıyoruz. Korkularımızı ve şüphelerimizi güç ve cesaret maskesiyle örtmeye çalışıyoruz. Başarılarımızla övünüyor, zaferlerimizi abartıyoruz. Ama derinlerdeki gerçeği çok iyi biliyoruz. Kırılganız, savunmasızız. Felaketten sadece bir adım uzaktayız.

Oysaki ellerimizle ördüğümüz duvarlarımızı yıkıp gerçek yüzümüzü göstermeyi o kadar çok istiyoruz ki çünkü artık yorulduğumuzun farkındayız; mutluluk oyunu oynamaktan, güçlüymüşüz gibi yapmaktan yorulduk. Yorulduk ama yapamıyoruz, bir türlü kendi ördüğümüz duvarların ötesine geçemiyoruz. Yargılanmaktan, reddedilmekten, eleştirilmekten korkuyoruz. Bu yüzdendir kaybolmuş ve yapayalnız hissederken bile duvarların arkasına gizlediğimiz benliğimize mutlu ve cesur bir yüz takınarak yaşamaya devam etmemiz.

Peki, ya maskelerimizi çıkaracak cesareti toplayabilseydik? 

Kendimize bile itiraf edemesek de bütün bu çabalarımıza rağmen bir gün birinin ya da bir olayın ya da bir anın gelmesini ve gözümüzün içine bakarak karanlık dehlizlerimizin en sessiz yerlerini görmesini o kadar çok istiyoruz ki… Herkesten sakladığımız çatlakların tek tek ortaya çıkmasını, yüzümüzdeki sahte maskenin yırtılmasını, ellerimizle önümüze ördüğümüz o kalın ve güçlü duvarların çökmesini o kadar çok istiyoruz ki… Ve bütün bu sahteliklerden kurtulduğumuzda, açıkta, çıplak ve utanmış halde kaldığımızda bizi en güçsüz ve en savunmasız halimizle kabul edecek birini bekliyoruz.

Çünkü “dünyada güzel olan her şey daha insana ulaşamadan insanın kendine ördüğü ağlara takılıp kalıyor.”

Ve bizler önüzme dikilen bu duvarları, ördüğümüz bu ağları yıkmazsak, gerçek benliğimizi o duvarların ardından tutup çıkartamazsak güzel olan her şeyin yanımızdan geçip gitmesini izlemek zorunda kalacağımızı biliyoruz.

Bunu yaptığınızı o kalın duvarlarınızı yıktığınızı, benliğinizi özgürleştirerek o yüksek ve güçlü duvarların dışına çıktığınızı hayal etsenize; omuzlarınızdan kalkacak ağırlığı düşünün. Özür dilemeden, gösteriş yapmadan kendiniz olabilme özgürlüğünü hayal edin. 

Elbette bu riskli bir teklif. Yargılayanlar da eleştirenler de mutlaka olacaktır. Ama bizi olduğumuz gibi kabul eden, anlayan ve hatta destekleyenler de olamaz mı? Sizce bu şansı denemeye değmez mi? Sahte bir mükemmellik maskesinin arkasına saklanmaya devam etmektense, zorluklarına rağmen özgün bir şekilde yaşamak sizce de daha iyi değil mi?

Biliyorum bu hiç kolay olmayacak ama inanın bana özgün olmak özgürleştiricidir. Bu, havasız bir odada sıkışıp kaldıktan sonra derin bir temiz hava solumak gibidir. Uzun bir kıştan sonra güneşi teninizde hissetmek; hiç kimseyi tanımadığınız yabancı bir yerden evinize dönmek gibidir.

Eğer bunu yaparsak yani gerçek özgünlüğümüzü benimser, yaralarımızı affedersek başkalarına da aynısını yapma izni vermiş oluruz. Belki de böylece insanların yargılanma veya reddedilme korkusu olmadan kendileri olabilme konusunda kendilerini güvende hissedecekleri bir alan yaratırız. İnanın bana bu hem kendimize hem çevremizdeki kişilere verilecek güçlü bir hediyedir ve belki de hayatları değiştirebilecek bir hediye.

O halde derin bir nefes alalım ve zamanla oluşturduğumuz zırh katmanlarını tek tek soymaya başlayalım. Rol yapmayı bırakıp her şeyi olduğu gibi kabul ederek yaşamaya başlamanın zamanı gelmedi mi?

Korkuyor musunuz?


Yorum bırakın