Modern Felsefenin Gelişi

Felsefenin tarihsel ilerlemesine bakıldığında Modern Felsefe ya da Modernite anlayışı Ortaçağın Tanrı merkezli skolastik düşüncesinden hemen sonra başlayan Rönesans ve Reform hareketlerinin yanı sıra coğrafî keşiflerle birlikte değişen ekonomik ve bilimsel gelişmelerin sonucunda ortaya çıkan ve yirminci yüzyılın ikinci yarısına kadar devam eden döneme karşılık gelir.

Modern felsefe, Ortaçağın skolastik ve dogmatik düşünce yapısını deneye ve gözleme dayalı bilimsel ve nesnel bir bilgiye dönüştürmüştür. Ayrıca yine Ortaçağın Tanrıyı merkeze alan felsefesini özellikle Descartes’ın “Düşünüyorum o halde varım” anlayışıyla birlikte “Ben” merkezli bir anlayışa, insanın düşünen özü ile dış dünyayı anlamlandırmaya çalışan bir düşünce yapısına dönüştürmüştür.

Hiç kuşku yok ki, Modern Felsefenin düşünce dünyasında meydana getirdiği köklü değişim “yeniden doğuş” anlamına gelen Rönesans düşüncesinin bir sonucudur. Her ne kadar Rönesans düşüncesi bir yandan Ortaçağ’dan kopuşun hareketi olarak görülse de diğer yandan modern dönemde ön plana çıkacak olan özgürlük anlayışına yönelen bir hazırlık dönemidir.

Rönesans on dört ve on beşinci yüzyıllarda, skolastik felsefenin coğrafi keşifler, gelişen ekonomi ve bilimsel çalışmalar sonucu çözülmesiyle birlikte ortaya çıkan bir dönemdir.

Doğuya doğru yapılan yolculuklar sonrası barut, matbaa ve pusulanın Batı’ya gelmesiyle birlikte feodalitenin gücünü yitirmesi ve ulus devletlerinin ortaya çıkış insanlarda bir özgürlük hareketi başlatmış, insana değer veren antik dünyanın düşünce yapısına duyulan özlem sanat ve edebiyat başta olmak üzere ilk olarak İtalya’da bir dönüşüm başlatmıştır.

Aslında Rönesans, Ortaçağın entelektüel katılığına ve skolastik düşünceye bir baş kaldırıdır. Ortaçağ’ın sıkıcı ve baskıcı düşünce yapısıyla kıyaslandığında temel olarak düşüncede meydana gelen bir özgürlük hareketidir. Ulus devletlerin ortaya çıkışıyla başlayan bu özgürlük düşüncesi üniversitelerin sayılarının hızla artması ve bilimsel düşüncenin gelişmesiyle birlikte o güne kadar Latince yazmak zorunda olan yazarların kendi dillerinde kitaplar çıkarmaya cesaret etmeleri bir çok kesimin felsefeye olan ilgisini artırmıştır.

Bu ilgiyle birlikte Rönesans, başta Almanya, Polonya, Fransa ve Hollanda olmak üzere hemen hemen bütün Avrupa’ya yayılmış, Thomas More, Tomosso Campanella, Machiavelli, Giordano Bruno, Erasmus ve Nicolaus Copernicus gibi önemli filozof ve bilim adamları ortaya çıkmıştır. Ayrıca skolastik düşüncenin bilimsel çalışmalardan elini çekmesiyle birlikte Galileoi, Kepler ve Newton gibi büyük bilim adamlarının ortaya çıkmasına da vesile olmuştur.

Rönesans düşüncesinin en önemli getirisi insanın kendine yönelmesidir. Bu düşünce ise hümanizm düşüncesini beraberinde getirmiştir. Hümanizm ya da insancılık en genel anlamıyla insan aklını temele alan; batıl inanışları ve doğaüstü olan her şeyi yadsıyan bir dünya görüşüdür. Hümanizm insana değer veren, insanı ilgi odağı haline getiren tüm insanların değerli ve onurlu olduklarını öngören bir düşünce sistemidir.

En belirgin özelliği kilisenin baskısından kurtulmuş bir kültür inşa ederek, insanın merkeze alındığı bir anlayışla doğada yaşanılan doğal olayların, doğaüstü değil de doğal nedenlerle açıklanması gerektiği düşüncesidir. Bu düşünce tamimiyle ilkçağ Antik Yunan düşünce yapısıdır. İşte tam olarak bu nedenle de yeniden doğuş anlamına gelen Rönesans yeniden doğuş derken Antik Yunan düşüncesine doğru bir doğuşu anlatmak istemektedir.

Bu düşünceler doğrultasında On altıncı yüzyıla gelindiğinde meydana gelen iki olay dinde büyük bir reformasyona yol açacaktı. Birincisi Alman Teolog Martin Luther ve bir diğeri de Fransız asıllı Teolog John Calvin’in kurdukları iki tane büyük Protestan kilisesiydi. Bu yeni oluşan mezhepler diğerlerine göre görece daha özgür bir anlayışa sahiplerdi. Bu özellikleri dogmatik düşünceden sıkılan halkın dikkatini çekince Protestanlığa doğru ciddi bir yönelim başlayacaktı.

Reformist Martin Luther’in Wittenberg Kilisesi’nin kapısına, papalık ve yerleşik Hıristiyanlık anlayışını eleştiren doksan beş maddelik reformist yazısını asmasıyla olaylar daha büyük bir boyut kazanmış Avrupa’yı etkileyen din savaşlarının yaşanmasına sebebiyet vermiştir. Bu olaylar din adamlarının istemeden de olsa dinde bir değişime gitmesine neden olacak bu olaya da Reform denilecekti.

Bu gelişmeler olurken bilimsel çalışmalar da hiç durmadan ilerlemekteydi.

Zira Copernicus’un “Kopernik devrimi” olarak bilinen ve klasik evren anlayışının köklü bir biçimde değişmesine yol açan yaklaşımıyla “Dünya Merkezli Evren” anlayışı yerini “Güneş Merkezli Evren” anlayışına bırakacaktı. Bu olay skolastik düşünceye büyük bir darbe indirirken hemen ardından gelen Kepler bir başka darbe daha indirecekti. Kepler neredeyse yeni bir yaradılış şekillendirecek bütünüyle evrenin her yerinde aynı matematiksel yasaların egemen olduğunu gösterecekti. Bu bilimsel çalışmaların daha da ilerlemesi sonucu Galileo’nun mekaniğini yeryüzünden gökyüzüne çıkarması izleyecek ve ardından Newton’un fizikteki başarısı gelecekti.

Bilimdeki bu ilerlemeler evren anlayışında köklü bir değişime neden olmuş ayrıca insanların gerçekliğe ilişkin bilgisi bilimsel olarak değişmeye başlamıştı. Bilimsel bilginin gün geçtikçe artıyor olması modern düşüncede insanın evrendeki yerinin de değişmesine yol açmıştı. Bu dönüşüm evrenin ilâhi olan ihtişamını kaybetmesine neden olurken insanı egemen kılan bir anlayış geliştiriyordu.

Her ne kadar Ortaçağdan sonra yeni modern dünyayı kuran düşünce tarzının temelleri, Rönesans düşüncesi ve bilim alanındaki gelişmelerle birlikte atılmış olsa da felsefî bir düşünce tarzı olarak modern düşünceden bahsedebilmek için on sekizinci yüzyılı beklemek gerekecekti. Zira ancak on yedinci yüzyılda bilimsel gelişmelere paralel olarak yeni felsefi düşünceler başlayacaktı.

Bu yeni düşüncelerin ilki bir yandan Francis Bacon ve Thomas Hobbes’un deneyci ve materyalist felsefelerini, diğer yandan da Rene Descartes’ın rasyonalist ve idealist felsefesini oluşturacak ve ardından gelecek olan modern felsefe denilen düşünce biçimini inşa edecekti.

Modern Felsefe; Montaigne, Erasmus, Mirandola gibi Rönesans Hümanistlerinin; Descartes, Spinoza, Leibniz gibi Kıta Rasyonalistlerinin; Locke, Hume, Berkeley gibi İngiliz Ampiristlerinin; Rousseau, Diderot, D’Alambert gibi Aydınlanma Düşünürlerinin; More ve Campanella gibi Ütopiklerin; Kant, Fichte, Schelling, Hegel gibi Alman İdealistlerinin; Marx ve Engels gibi Materyalistlerin; Schopenhauer ve Nietzsche gibi Özgün Düşünürlerin dönemiydi.

Fakat Ortaçağın dogmatik ve Tanrı merkezli felsefesinden Modern felsefeye geçiş için Modern Felsefenin kapısının açılması gerekiyordu o kapıyı açacak olan kişi ise Descartes’dan başkası değildi. Modern felsefenin kapısı Descartes’in “Cogito Ergo Sum” ile aralanacaktı. Bireyi “Ben” haline getirerek, “Özne-Nesne Ayrımı” ile tekrar insanı felsefesin merkezine oturtmak için Descartes’in Kartezyen Felsefesinin gelmesi gerekiyordu.


Yorum bırakın