Sevmek İçin İki Kişi Yetmez

Marcel Proust aşk kavramını tanımlarken “Aşk bizden çıkıp karşı tarafta kendisine bir yüzey bulup oradan bize geri yansıdığında hissettiğimiz şeydir; onu aşk yapan ise bizden çıktığını unutmamızdır” der. Proust‘un bu tespiti bence aşk adına anlamlı ve güzel bir tanımlama, fakat her insanın farklı bir kişilik yapısına sahip olduğunu düşünürsek, bizden çıkıp karşı tarafa gönderdiğimiz duygu oradan bize yansıtıldığında gerçekten bizim karşı tarafa gönderdiğimiz duygu olarak mı bize geri dönüyor, yoksa biçim değiştirerek, değişerek ve dönüşerek mi bize geri geliyor?

Jacques Lacan ise “Sevmek için iki kişi yetmez, üçüncü kişiye ihtiyaç vardır. Çünkü aşk sadece imgesel değildir, ayrıca simgeseldir” diyordu ve aslında bir bakıma Proust’un cümlesini farklı bir pencereden bakarak tekrar ediyordu.

Lacan psikanalitik teorisini açıklarken imgesel, simgesel ve gerçek olmak üzere üç farklı düzlem tanımlar. Lacan’a göre insan üç farklı düzlemden oluşan bir yapıdır. Bu üç farklı düzlemin toplamı kişinin bütününü ifade eder. Lacan bizi oluşturan bu üç farklı düzlemi ise gerçek, imgesel ve simgesel kavramlarıyla tanımlar. Gerçek düzlem, doğrudan algıladığımız, somut varlıkların ve olayların dünyasıdır. İmgesel düzlem ise hayal gücümüzün ve imgelerin, yaratıcı düşüncelerin olduğu alandır. Simgesel düzlem ise dil ve semboller aracılığıyla anlamın ve kültürel değerlerin paylaşıldığı alandır. Lacan’ın bu kavramlarıyla insanın içsel dünyasını ve dış dünya ile kurduğu ilişkiyi anlamak mümkün hale gelir. Bu üç düzlem arasındaki etkileşim insanın davranışları, düşünceleri ve duyguları üzerinde derin bir etki yaratır. Dolayısıyla Lacan’ın bu kuramı, psikoloji ve sosyoloji alanında derinlemesine çalışmalara konu olmuş ve hala üzerine pek çok tartışma yürütülen bir kuramdır.

Lacan’ın ifade ettiği “İmgesel” düzlem, görsel imgeler ve dış görünüşle ilişkilidir. Yani kişinin dış görünüşü bir bakıma ambalajı.

“Simgesel” düzlem ise yetiştiğimiz kültürün, yaşadığımız toplumun bize kattığı roller, toplumsal beklentiler ve kültürel normlar tarafından belirlenen kişiliğimizi ifade eder

“Gerçek” düzlem ise imgesel ve simgesel düzlemden tamamıyla farklı, bilinçdışımızda söze dönüştürülemeyen sembollerden ve imgelerden önce gelen yaşadığımız deneyimlerle oluşturduğumuz insanın içsel dünyasındaki derin duygusal tepkileri, arzuları, beklentileri ve belirsizlikleri içerir. Yani tam olarak duygu dünyamızı.

Lacan’ın “Gerçek” olarak adlandırdığı bu düzlem tamamıyla bizim iç dünyamız ve duygu durumumuzdur. Lacan’a göre “gerçek” asla bizi çevreleyen dış dünyanın eş anlamlısı değildir. “Gerçek”, ruhsal dünyamızda konumlandığımız yerdir.

Proust ve Lacan’ın perspektiflerini birleştirerek, aşkın sadece bireyler arasında değil, aynı zamanda içsel dünyamızın derinliklerinde bir çok “Ben” ile yaşandığını söylebiliriz.

Bu nedenle aşk için gerçekten de iki kişi yeterli olmuyor çünkü biz, bizi biz yapan daha genel anlamda bilincimizi oluşturan birçok “Ben”den meydana geliyoruz. Ve bu “Ben”i oluşturan her şey; yani çocukluğumuz, ebeveynlerimiz, gençlik travmalarımız, geçmiş yaşanmışlıklarımız, eğitim durumumuz, yaşam standardımız, yaşadığımız toplum, içinde bulunduğumuz kültürel yapı yıllar geçse bile simgesel olarak bizimle birlikte yolculuğuna devam ediyor.

O halde gerçekten bir sevginin ortaya çıkması için kaç kişiye ihtiyaç vardır?

Lacan’dan çok daha önceye gidersek mesela Narkissos’a göre aşkın ortaya çıkması için tek kişi yeterlidir. Narkissos âşık olmak için kendinden başka bir kişiye gerek duymaz. Aristophanes için ise tek kişiye dönüşecek iki kişiye ihtiyaç vardır yani bir elmanın iki yarısına. Ama Lacan dan sonra rekor, altı kişi gerektiğini söyleyen Freud’dadır: iki partner ve onların ebeveynleri.

Peki o halde kendi içimizde bile birçok farklı kişiliklere bölünmüşken nasıl oluyor da bu farklı özelliklerimizle bir başkasının farklı özelliklerini içselleştirip sevmeyi başarabiliyoruz?

Ardhanarishvara hikayesi, Hindu mitolojisinin ilginç bir öyküsüdür:

Ardhanarishvara, Tanrı Shiva’nın ve eşi Parvati’nin birleşimini temsil eden bir tanrıdır. Bu tanrı hem Shiva’nın eril hem de Parvati’nin dişil özelliklerini içerir. Bu yüzden ölümsüz Shiva ile ölümlü Parvati’den doğan Ardhanarishvara bir yarısı erkek, diğer yarısı ise dişi olan Hinduizm’in yarı tanrısıdır.

Hikâye şöyle başlar: Shiva, bir gün Tanrı Brahma’nın tapınağına giderken, Parvati de annesiyle buluşmak üzere yola koyulmuştur. Ancak, Tanrı Shiva ve Parvati, tapınaktaki bir köşede karşılaşırlar ve birbirlerini görür görmez âşık olurlar. Bu aşk bir sonsuzun bir sonluya olan aşkıdır. Buna rağmen aşk galip gelir ve bu aşkın sonucu Ardhanarishvara olarak ortaya çıkar.

Ardhanarishvara’nın hikayesi, aşkın sadece bir kişiyi değil, bir kişinin içindeki farklı özellikleri ve enerjileri sevmeyi de ifade eder. Shiva ve Parvati’nin bir araya gelerek bu birlikteliği oluşturması, bir kişinin içindeki çeşitliliği kucaklamak ve sevmek fikrini vurgular. Böylece, sevginin sadece dışsal özelliklere değil, aynı zamanda içsel zenginliklere ve çeşitliliğe de yönelmesi gerektiği anlatılır.

Yani Proust’un dediği gibi aşk gerçekten bizden çıkıp karşı tarafta kendisine bir yüzey bulduktan sonra oradan bize geri yansıyan bir duyguysa ve gerçekten de bizim gönderdiğimiz duygunun, karşı tarafın tüm geçmiş yaşanmışlıklarının oluşturduğu bilinç yapısının içinde yeniden şekillenerek bize geri gelmesiyle oluşuyorsa, bize geri gelen duygunun bizim gönderdiğimiz duyguyla aynı olmadığını anlamamamız için o duygunun bizden çıktığını belki de tam olarak bu yüzden unutmamız gerekiyordur. Kim bilir belki de çok büyük farklılıkları olmasına rağmen iki kişinin bu farklılıklarını görmeden ortak bir sevgide birleşmesini sağlayan şey de budur.

Sonuç olarak bu düşünce bizi, insanın “Gerçek”, “İmgesel ve “Simgesel” olmak üzere üç farklı düzlemden oluştuğunu öne süren Lacan’ın düşüncesine yani sevdiğimiz kişinin aslında bu üç yüzeyin bir kombinasyonundan oluşan karmaşık bir varlık olduğu düşüncesine götürür ki bu düşünce bile aşkın oluşmasını engellemez.

Farklılıklarınızı törpülemeden birbirinizi sevebilmeniz dileğiyle…


Sevmek İçin İki Kişi Yetmez’ için 2 yanıt

  1. merhabalar ben bu platformda yeniyim ve böyle yazıları gördükçe şaşırıp kalıyorum elimde olmadan.Bu sekilde nasıl yazıyorlar diye yazınızı çok beğendiğimi içtenlikle söylemek isterim

    Beğen

Yorum bırakın