Modern Dünyanın Yalnızlık Paradoksu

Bir zamanlar çocukluğumuz vardı. Çevremizde yavaş yavaş şekillenen, renklenen, müziklenen, silüetler, figüranlar ve karakterlerle dolu bir dünyamız. Hatta o zamanlar, bize ait olan bu dünyada var olanların gerçekten var olup olmaması da bizim için pek önemli değildi. Çünkü henüz gerçeklik ile kurgu arasındaki o kafa karışıklığını bilmiyorduk.

Çocukluğumuzun masalsı dünyası, sokak oyunlarıyla, hayali dostlarla, gizemli yerlerle dolup taşıyordu. Parklar, ağaçlar ve hatta o sıradan taşlar bile, mucizevi hikayemizin birer parçası haline gelmişti. Her kuytu köşe, yeni bir maceranın başlangıcıydı bizim için.

Hep birlikte gerçek dünyanın karmaşasından uzakta, umut ve sevgiyle dolu bir dünya inşa etmiştik. O masum ve henüz kirlenmemiş yaşlarımızda, hayatın karmaşası hakkında endişelenmek yerine, basit ve saf anların tadını çıkarıyorduk. Şimdi geriye dönüp baktığımda en güzel anılar, masumiyetle geçen o zamanlardı diye düşünüyorum.

Sonra zaman üzerimizden hızla akıp geçti; biz ise oyun oynamaya daha yeni başlamıştık sanıyorduk, zamanın ne kadar hızlı geçtiğini anlamadan da büyüdük zaten; biz büyüdükçe çocukluğumuzun hayal dünyası, gerçeklikle yüzleşmek zorunda kaldı ve giderek o masalsı dünya, yetişkinlikle birlikte kaybolmaya başladı ve yerini “Modern Dünya” denilen acımasız bir gerçeklikle değiştirdi. İşte ancak o zaman gerçeklik ile kurgunun ayırdına varabildik.

Çek asıllı Fransız yazar Milan Kundera, “Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği” adlı ünlü romanının bir bölümünde şöyle diyordu;

“Almanların “Sadece bir kere olan şey hiç olmamış sayılır” anlamına gelen “Einmal ist keinmal” diye bir özdeyişi vardır. O halde, yaşanacak tek bir hayatımız varsa eğer, onu hiç yaşamamış da olabilir miyiz?”

Milan Kundera, yaşadığımız hayatın tek bir saniyesini bile değiştiremediğimiz ve sadece bir kere yaşayacağımız bir hayatı hatırlatır bize.  Tıpkı Nietzsche’nin “Ebedi Dönüş” düşüncesi gibi, o da geçmişin anıları altında boğuşurken, geleceğin planları içinde akıp giden bu hayatı “yüklerin en ağırı” olarak nitelendirir.

Ağırlık mı, yoksa hafiflik mi?

Parmenides M.Ö altıncı yüzyılda dünyadaki soyut ya da somut her şeyi çiftlerden meydana gelmiş karşıtlıklar olarak görüyordu; Aydınlık-Karanlık, Gece-Gündüz, Sıcak-Soğuk, Ağırlık- Hafiflik

Ve bu karşıtlıklardan birini olumlu diğerini olumsuz olarak niteliyordu.

Yalnız bence sorulacak soru, bu karşıtlıklardan hangisinin olumlu hangisinin olumsuz olduğu sorusudur.

Modern dünya belki de sırf bu yüzden yaşadığımız bu hayatı, “Varolmanın dayanılmaz hafifliği” içinde yüklerin en ağırını bize taşıtırken, bizler taşıdığımız bu ağır yükleri ve her günü bir önceki günün aynısı olan bu kaotik rutin hayatı fark etmeyelim diye, Parmenides’e inat “Ağırlığı” bizlere olumlu göstermek adına, allı pullu ambalaj paketleri içinde “Modern Dünya” adıyla sunuyordur.

Ve modern dünyanın “sistem adamları” belki de sırf bu yüzden

“İçinizdeki çocuğu öldürmeyin”

“İçinizdeki çocuğu öldürmeyin”

“İçinizdeki çocuğu öldürmeyin” demeye devam ediyor hiç durmadan…

Deniyoruz ama olmuyor; O masalsı dünyaya olan özlemimiz sadece içimizdeki ölmüş olan çocuğun ruhunu canlı tutmaya çalışmakla sınırlı kalıyor ve o ruh ise asla o çocuğun yerini tutmuyor. Büyüdükçe, hayal kırıklıklarıyla dolu gerçeklik bizi daha fazla sarıp sarmalarken, çocukluğumuzun masumiyeti ve umudu da gitgide soluyor, yok oluyor.

Büyüdük, çocukluğumuzun perili dünyasından çok uzak bir dünyadayız artık; almadan hiçbir şey vermeyen bir dünya burası ve bizler ise bu bencilliği çok sonraları yaşayarak öğrendik. Çünkü bunu bilmeden önce sadece bekliyorduk; sabahtan akşama kadar bir şeylerin değişmesini bekliyorduk.

Stefan Zweig’ın “Satranç” adlı hikayesinde dediği gibi;

“İnsan sabahtan akşama kadar bir şeylerin olmasını bekler ve hiçbir şey olmaz. İnsan bekleyip durur. Hiçbir şey olmaz. İnsan bekler, bekler, bekler, şakakları zonklayana dek düşünür, düşünür, düşünür. Hiçbir şey olmaz. Ve sonunda insan yalnızlığı öğrenir.”

Bizler bu dünyanın kurallarını her gün biraz daha fazla öğreniyoruz. Öğrendikçe de yalnızlaşıyoruz. Biz bir şeylerin değişmesini bekledikçe değişen sadece biz oluyoruz; bu dünya değiştiriyor bizi, değiştikçe yalnızlaşıyor, giderek daha fazla bencilleşiyoruz.

Sizce de günümüz dünyasında, bireycilik ve bencillik kavramları giderek daha fazla öne çıkmadı mı? Modern dünya kendi varlığını devam ettirebilmek için hiç durmadan bireye kendi çıkarlarını öne çıkartmasını teklif ediyor bu da insanları giderek daha fazla yalnızlaştırıyor.

Sartre’ın varoluşçuluğu, insanın özgürlüğü ve kendi varoluşunu belirleme yeteneği üzerine odaklanır. Sartre’a göre, insanlar doğdukları anda özgürdürler ve yaşamları boyunca karşılaştıkları her durumda kendi varoluşlarını şekillendirmek için sürekli olarak seçimler yaparlar. Ancak Sartre, bireyin doğru seçimler yapabilmesi için özgür olması gerektiğini belirtir. Yirmi birinci yüzyılda modern dünyanın içine hapsolmuş insan ise bu dünyanın rekabetçi ortamında acı çekmeden yaşayabilmek için kendi çıkarlarını korumak ve ilerletmek zorunda bırakıldı. Bu sürekli çıkar odaklı davranışlar, toplumsal bağların zayıflamasına ve insanların bireyselleşerek daha fazla yalnızlaşmasına yol açtı. Sanki Darwin’in Doğal seleksiyonu gibi bir seçilimin içindeyiz. Hiç durmadan duygusuz, bencil, çıkarcı ve egolu bireylerin hayatta kaldığı bir dünyayı deneyimliyoruz.

Suçluyu aramak mı lazım, yoksa öylece kabullenmek mi?

Gerçek katiller hiç durmadan yeni cinayetler işlemeye devam ederken, bizi içimizdeki çocuğu öldürmekle itham ediyorlar; Yalnızlığın orta yerinde kalakaldık, işlemediğimiz bir cinayetin failiyiz artık…

Oysaki bizi bu modern dünyanın yalancı ışıkları altındaki yalnızlık paradoksundan çıkartıp, çocukluğumuzun sabahlarına götürerek bu sonsuz girdabın içinden kurtaracak tek şey içimizdeki umudu yeşertmekten geçiyor. Yüreğimizin en derinlerinde, gelecek ve geçmişin görüntüleri arasında, sonucundan kuşku duyduğumuz bir umudu taşısak da karanlıklar içindeki o çocuğa yeniden can vererek modern dünyanın sisli sokaklarından çıkabileceğimizi düşünüyorum. Ve biliyorum ki; Aydınlığa doğru giden yol karanlıkta yürümekten geçer.

“Sizi merak eden insanları sevin; gerisi ha var, ha yok…”


Modern Dünyanın Yalnızlık Paradoksu” için bir yanıt

Yorum bırakın