Teslimiyet Becerisi

“Derler ki; Dünyada hangi dağları aşmış olursan ol, aklın takılıp düştüğün taşta kalıyor.”  

Hayat bu ya, en dik yokuşları çıkar, olmaz denilenleri oldurur yine de yaptıklarımızı, başardıklarımızı görmeyiz de hep yapamadıklarımızda, elde edemediklerimizde, hep yüreğimizde kalanlarda takılır kalır aklımız. Çünkü içimizde aç bir kurt gibi hep daha fazlasını, hep daha iyisini isteyen doymak bilmez nefsimiz hiç susmadan fısıldar durur, sanki mutluluk sahip olamadıklarımızın sınırlarında bekliyormuş gibi.

Bazen öyle şeyler hayal ederiz ki, hayal ettiğimiz o şey gerçekleşse, hayatımızdaki her şeyin bir an da değişeceğine, yıllardır arzuladığımız o mutluluğun yanı başımızda belireceğine inanırız. Bu hayallerimiz ise genellikle arzulanan bir mutluluğun veya sahip olamadığımız bir isteğin gerçekleşmesiyle ilgilidir. Ancak gerçek hayat, genellikle hayallerden daha karmaşıktır çünkü gerçeklik dediğimiz şey birden fazla değişkenin birbiriyle etkileşimiyle şekillenir ve bu değişkenlerin bir çoğu da bizim elimizde olmayan nedenlerle meydana gelir.

İşte bu yüzdendir ki bazen koşmak istediğimiz yere bir adım bile atamayız, bu yüzdendir ki bazen biz ne kadar istesek de isteyelim, hayallerimiz hayatın önümüze serdiği gerçeklik duvarının arkasında kalıverir.

Kim bilir belki de hayatı olduğu gibi kabul etmek gerekiyordur. Bazı şeylerin yapılamaz, oldurulamaz, edinilemez hatta ulaşılamaz olacağına inanmak ve hayatın değişmeyen gerçeklerini kabul etmek. Peki sizce böylesi bir tavır hayata karşı bir teslimiyet midir? İşte esas cevabını bulmamız gereken soru bence bu olmalı.

Çünkü hayatın değişmeyen gerçeklerini kabul etmek ve asla ulaşamayacağımızı ya da yapamayacağımızı anlamak genellikle vazgeçmek veya başarısızlıkla ilişkilendiriliyor. Oysa ki insan hayatı, karmaşık bir dansın içinde adımlarını atan bir yolcunun yolculuğu gibi ilerliyor. Ve bazen bu dansın ritmi bizim istediğimiz gibi olamayabiliyor; bazen hızlı, bazen yavaş, bazen de beklenmedik bir dönemeçte değişebiliyor. İşte tam bu noktada, teslimiyet felsefesi devreye girmeli diye düşünüyorum. Çünkü teslim olma becerisi, hayatın zorluklarını açık bir kalp ve zihinle kucaklamakla ilgilidir. Teslim olmak, kontrolü bırakma, hayatın olduğu gibi gelişmesine izin verme eylemidir. Kolay bir görev gibi görünür, ancak bu süreç acılı, hüzünlü ve zorlu bir süreçtir; güven, inanç ve sabır gerektirir.

Hepimiz doğduğumuz günden beri yaptığımız seçimlerimizle ilerleyen bir yolculuk yaşıyoruz. Yapmış olduğumuz seçimlerimiz ise yolculuğumuz esnasında karşımıza çıkacak olan yol ayrımlarından tutun da o yol ayrımlarından hangisine girip hangisine giremeyeceğimizi etkileyecek kadar önemli. Yani anlayacağınız yolculuğumuzun nerede sonlanacağını bilemesek de nasıl bir yolculuk olacağını belirleyen yegâne şey seçimlerimiz oluyor.

Teslim olduğumuzda ise odak noktamızı sonuçtan yolculuğa kaydırırız; yaptığımız seçimin bizi nereye götüreceğinden daha çok yaşadığımız her anın güzelliğini takdir etmeye, karşımıza çıkan tesadüflerin bizde bıraktığı güzellikleri görmeye başlarız. Artık bizim için, yaşamın akışına kendimizi bırakmak ve hayatın bize getirdiği her deneyimi kabul etmek daha fazla önem kazanır. Teslimiyet, sadece bir durumla başa çıkmak değil, aynı zamanda hayatın bize sunduğu güzellikleri ve öğretileri görmekle de ilgilidir.

Hayata karşı bu teslimiyet duygusunu felsefi düşünce içinde özellikle Stoa Felsefesinde görürüz. Örneğin Antik Stoacı filozof Epiktetos, insanların yaşamlarındaki değişikliklere nasıl tepki verdiklerinin önemini vurgularken mutluluk ve huzur gibi duygu durumlarımızın dış dünyadaki olaylardan ziyade, bu olaylara verdiğimiz tepkilerden kaynaklandığını ileri sürer. Stoacı düşünce, insanın kontrolü dışında gerçekleşen olaylara karşı kabullenme ve iç huzurun sağlanması konusunda önemli perspektifler sunar.

Kontrol edemediğimiz ya da kontrolü bizim elimizde olmayan duygu durumlarına karşı motive edici bir başka felsefi düşünce ise Taoizm felsefesinde rastladığımız “Wu Wei” felsefesidir. Wu Wei, kelime anlamıyla “etkisiz eylem” anlamına geliyor. Ancak bu terim sadece hiçbir şey yapmamak anlamında anlaşılmamalıdır. Daha çok, doğal akışa uyum sağlayarak, zorlama olmadan doğru eylemi gerçekleştirmek anlamına gelir.

Hayat yolculuğumuzda bazen öyle şeyler yaşarız ki yaşadığımız şeylerin kontrolü asla bizim elimizde olmaz. Bazen de ne yaparsak yapalım istediğimiz şey asla gerçekleşmez hatta daha da kötüsü zaten gerçekleşmeyeceğini de biliriz. İşte bu nokta da Wu Wei felsefesi insanın kendisini doğal akışa teslim etmesini ister. Hiçbir şeyi zorlamadan doğal olarak yaşamasını önerir. Çünkü Wu Wei felsefesi yaşadığımız her şeyi yaşamak zorunda olduğumuz için yaşadığımıza inanır. Bu nedenle hayatı doğal akışı içinde takip ederek gerçekleştirmenin, zorlamadan, düşünmeden ve kontrol etmeye çalışmadan yaşamanın bizi zaten doğru eyleme götüreceğini söyler.

Hayata karşı teslimiyet düşüncesi bir çok dini inanışta da karşımıza çıkan bir düşüncedir; örneğin Budizm’de, hayata karşı kabullenme ve teslimiyet mutluluğa giden yolun önemli bir parçasıdır. Budist öğretilerde, acıyı kabul etmek ve onunla barış içinde yaşamak, içsel huzurun ve aydınlanmanın anahtarı olarak görülür.

Hinduizm’de ise kaderin ve karmik döngünün önemi vurgulanır. Hindu felsefesine göre, insanlar yaşamlarında karşılaştıkları durumların bir kısmını kendi eylemlerinden değil de karmik olayların sonuçları olarak kabul eder.

Teslimiyet duygusunu İslam felsefesinde de görürüz; teslimiyet ve kabullenme İslam inancına göre kişinin Allah’ın takdirini sorgulamadan ve yaşadıklarıyla mücadele etmeden hayatında süregelen her şeye büyük bir kabulleniş göstermesidir.

Sonuç olarak teslimiyet, hayata karşı korkaklık veya kadercilik olarak değerlendirilebilecek bir tutum değildir. Aksine hayatın gerçekleriyle yüzleşmek, değişkenlikleri kabul etmek ve buna uyum sağlamak anlamına gelir.

Sözün kısası; “Olmadıysa olamamıştır eğer olsaydı zaten olurdu” düşüncesinin kesin olarak kabulünden başka bir şey değildir. Bunu içtenlikle kabul ettikten sonra “Neden olmadı?” sorusunun bizim için bir anlamıda kalmaz.


Yorum bırakın