Che Guevara’nın çok sevdiğim bir sözü vardır; “Bir çiçeği öldürebilirsiniz ama baharı asla öldüremezsiniz” der. Gerçekten de biz istesek de istemesek de bahar, hayatımızda ki her şeye ve herkese rağmen yine de gelir, yine çiçekler açar, yine güneş alabildiğine aydınlatır dört bir yanı.
Hani gün doğmadan uyandığınızda gökyüzünde bütün heybetiyle etrafı alabildiğine kaplayan bir sis görürsünüz ya; sanki size, bir daha asla hiç dağılmayacakmış gibi gelen, üzerinize çöküp, soluğunuzu kesen bir sis…
İşte kimi zaman hayatımızda yaşadığımız duygu durumları da yoğun bir sis gibidir, sanki bir daha hiç bir zaman ışığa ulaşamayacakmışız gibi kaplar hayatımızı. Sonra bir gün, hem de siz hiç farkında bile olmadan öyle bir dağılır ki güneşin ilk ışıklarıyla yok olur gider. Siz ise sadece dağılan o sisin ardından bakakalırsınız; onca zaman neye ve neden üzüldüğünüzü anlamadan.
İnsanoğlu varolduğu günden bu yana hayattaki en yüksek değerin ne olduğunu soragelmiştir. Bu konu Antikite döneminden beri en çok tartışılan konulardan biri olmuş, insanın hayatı boyunca varmak istediği en önemli amacın ne olduğu meselesi bir çok filozof tarafından tartışılmıştır.
Antik Yunan, insanın iyi olma durumuna “Eudaimonia” demiştir. Eudaimonia Yunanca mutluluk ya da mutlu olma halidir. Çünkü Antik Yunan, insan ruhunun iyi olma durumuna ulaşmasını mutluluk kavramıyla özdeşleştiriyordu.
Mesela Platon’a göre “En yüksek iyi” mutluluktu. Platon için Eudaimonia iyiye sahip olmaktı.
Platon’un öğrencisi Aristoteles ise mutluluk kavramını, “Nikomakosa Etik” adlı eserinde her şeyin yöneldiği tek erek olarak tanımlar. Aristoteles için mutluluk “Ruhun iyilikle uyum içinde olan etkinliğidir.” Fakat Aristoteles, Eudaimonia’nın insanda birden bire beliren bir şey olmadığını; mutlu olma hali için mutlaka bir eylem gerektiğini söyler.
Bence Aristoteles’in söylediği bu “eylem” bakış açımızın değişmesidir. Çünkü ancak yaşadığımız hüzne bakış açımızı değiştirdiğimiz zaman gerçekleri görmeye başlayabiliyoruz ve üzüldüğümüz şeyin aslında ne kadar da anlamsız olduğunu ancak o zaman görebiliyoruz.
Fakat inanın bana bunu yapabilmek hiç de kolay değil. Çünkü insan yaşadığı mutsuzluğa zamanla öyle bir alışır ki sanki hissettiğimiz o hüzün bize ait bir parçaymış da sanki o parçamızı kaybedersek etrafımızdaki her şey yok olacakmış gibi gelir bize.
Sonra bir gün bir mucize olur ve bahar bütün haşmetiyle geliverir. Güneş etrafınızı sarıp sarmalayan o sisi öyle bir dağıtır ki ancak işte o zaman bakış açınızı değiştirip size mutsuzluk veren olaya, kişiye ya da duruma yukarıdan bakabilirsiniz.
Bu yüzden bırakın bahar gelsin; çünkü eğer bunu başarabilirseniz emin olun ki o an gördüğünüz şeye çok şaşıracaksınız. Yıllardır içinizde taşıdığınız hüznün aslında size ne kadar yabancı ve size ne kadar uzak olduğunu görecek, o hüzne aslında hiçbir zaman ait olmadığınızı öğreneceksiniz.
Çünkü geçen zaman sizi de hüznünüzü de değiştirir artık yıllardır içinizde taşıdığınız hüzünle iki yabancı gibi olursunuz; farklı iki dili konuşan hatta farklı dünyalardan gelen iki farklı insan gibi…
Hayatta yaşadığımız bazı mutluluklar biz istesek de istemesek de meydana gelirken bazıları ise değişime muhtaçtır. Bu yüzden bize mutsuzluk veren olayın içinde kalarak mutlu olabilmek imkânsız. Bu mutsuzluğun içinden çıkmanın tek yolu ise değişmekten geçiyor. Çünkü biz değiştikçe bize mutsuzluk veren olaya bakış açımız da değişecektir.
Ve gün gelir bir gün, içinizdeki hüznü bir yabancı gibi karşınızda bulursunuz. Artık onunla aranızda çok uzun bir mesafe vardır; sizin için onu tanımlayan kelimeler bile değişmiştir artık…
Diyalektiğin de babası sayılan Herakleitos dünyada her şeyin değiştiğini, değişmeyen tek şeyin ise değişim olduğunu söylerken ne kadar da haklıydı. Çünkü değişim sadece madde üzerinde değil düşünce yapımızda da gerçekleşiyordu. Düşünce yapımız değiştikçe ister istemez bakış açımız da değişiyordu.
Zamanla değişen düşüncelerimiz ve bakış açımız, bizim için eskiden önemli olan şeylerin aslında ne kadar da anlamsız olduğunu fark etmemize neden olur. Bu süreç, içsel bir dönüşüm ve bir büyüme sürecidir ve bizi çok daha derin bir anlayışa götürür ve nihayetinde daha büyük bir huzura yönlendirir. Bize mutsuzluk veren olaya, kişiye ya da duruma işte böylece yabancılaşırız.
Alışılagelmiş bir hüzünle yaşamak zordur. Bu yüzden bırakın bahar tüm haşmetiyle gelsin; baharın esintisi etrafınızı kaplayan sis duvarını dağıttığında emin olun gerçek mutluluğun müziğini duyacak ve size yabancılaşan her şeyden bir adım daha uzaklaşacaksınız. İşte o anın tadını çıkartın çünkü hayat, artık size yabancılaşan mutsuzluklara üzülmekten çok daha kısa.
