Yaşanılmamış Bir Aşk Hikayesi

Yaşanılan aşklar mı unutulmazdır yoksa hiç yaşanmadan bitenler mi? Derler ki; “Yaşanılan hiçbir aşk, yaşanmamışlıkların hissettirdiği duyguyla boy ölçüşemez.” Çünkü yaşanmamışlığın yükü yaşanılan aşklara göre çok daha ağırdır.

Yaşanılmamış aşklardan biridir Halil Cibran ile May Ziyade’nin aşkı…

Onların ki geç kalınmış ama yinede çok büyük bir iz bırakmış bir aşktır. Geç kalınan aşklar hep böyle değil midir?

Ne diyordu Yaşar Kemal “’İnsan bir kere birine geç kalır ve bir daha hiç kimse için acele etmez…” Cibran’da öyle yaptı ve ölene kadar artık hiç kimse için acele etmedi.

May Ziyade, yirminci yüzyılın ilk yarısında Arap edebiyatının en önemli kadın yazarlarından biri olarak kabul edilir. Lübnanlıdır fakat Kahire’de, onun deyimiyle yüreğinin her zaman attığı yerde hayata gözlerini yummuştur.

Halil Cibran ile mektuplaşmaları 1912 yılında başlamış ve 1931’de Cibran’ın ölümüne dek devam etmiştir. Başlangıçta mektuplaşmaları tıpkı Kafka ile Milena’nın mektuplaşmaları gibi edebi yazışmalar şeklinde başlasada sonradan nitelik değiştirmiş duygusal bir yakınlığa dönüşmüştür.

Halil Cibran tam on dokuz yıl boyunca May ile mektuplaşmış sadece onun kendisine yazdığı mektupları okuyarak onu bir kez bile göremeden deliler gibi aşık olmuştur. On dokuz yıl boyunca sadece mektuplarla devam eden görmeden, duymadan, dokunmadan sevmek; belki de her ikisi için de asla gerçekleşmeyen ama en gerçek aşktan daha gerçek yaşanan bir aşk…

Onların hikayesi tek bir mektupla başlamıştı. Dünyanın farklı kıtalarında yaşayan Lübnanlı bu iki yazarı tek bir mektupla birbirlerine bağlayan şüphesiz ki edebiyatın büyülü dünyasıydı.

Mısır’da yaşayan May Ziyade, Cibran’ın “Kırık Kanatlar” adlı kitabını okuduktan sonra kitaptaki “Selma Karami” karakterinden çok etkilenerek ona bir mektup yazmak ister. Yazdığı mektubu Amerika’ya göndermek zorundaydı çünkü Halil Cibran daha sekiz yaşındayken annesiyle birlikte Amerika’nın Boston eyaletine taşınmıştı.

Cibran henüz daha okul dönemindeyken annesinin ve öğretmenlerinin onun sanata olan yeteneğini keşfetmeleri uzun sürmemişti ve onun sanatla iç içe büyümesini sağlamışlardı.

Ve yıllar birbirini kovaladı. Cibran geçen yıllar içinde New York’da yaşayan ve eserleriyle dünya çapında ün kazanan bir yazara dönüşürken, Ziyade ise Mısır’da yaşayan bir şair, yazar ve gazeteci olmuştu.

Birbirleriyle olan ilk mektuplaşmaları 1912 yılında gerçekleşti. Uzun bir süredir Cibran’ın eserlerinden etkilenen Ziyade, ona bir mektup yazdı. Mektubunu zarfa yerleştirip, zarfın üzerine Halil Cibran’ın adını ve New York’taki evinin adresini yazdığında tek isteği mektubuna cevap gelmesiydi. May’ın mektubu sadece Cibran’a bir hayranı tarafından yazılmış bir mektup gibiydi yine de May, günlerce ve sabırsızlıkla Ciban’dan gelecek olan cevabı bekledi. Günler, haftalar geçiyor fakat Cibran’dan mektup gelmiyordu. Beklenen mektup tam bir ay sonra Ziyade artık mektubu düşünmeyi bıraktığı bir anda geldi. Çok uzaklardan gelen zarfın üzerinde Halil Cibran yazıyordu.

Cibran, Ziyade’nin mektubuna yanıt verdikten sonra aralarında düzenli bir yazışma başladı. İlk başlarda edebi konular üzerinde yoğunlaşan bu yazışmalar birbirlerini hiç görmemiş, seslerini duymamış, birbirlerini sadece mektuplarla tanıyan bu iki insan arasında önce bir dostluğu sonra da çok duygusal bir aşkı başlattı. Böylece fiziksel olarak bir araya gelmemiş olsalar da, mektuplar boyunca derin ve anlamlı bir aşk yaşanmaya başladılar.

Ancak karanlığın ne olduğunu bilmeden aydınlığın ne olduğunu bilemeyeceğimiz gibi, acının ne olduğunu bilmeden mutluluğu anlayamayacağımız gibi Ziyade için de bu gerçek kendini 1927 de gösterdi. Önce anne ve babasını, sonra güvendiği dostu Yakuf Sarruf’u kaybetti. Artık onun için sadece uzaktaki sevdiği Cibran vardı. Ama dört yıl sonra onu da kaybedeceğini henüz bilmiyordu.

Ölüm Halil Cibran’a 1931 yılında geldi. Halil’in ölümü May için bir kabusun başlangıcı oldu. “Hiç bir zaman bu kadar acı çekmemiştim, hiç bir kitapta bir varlığın bu çektiğim acı kadar büyük bir acıya katlanacak gücü bulacağını da okumamıştım…” diyecek olan May, hissettiği bu acıyı içinde taşıdıkça durumu giderek daha da kötüleşti. Bu ölümü unutmak için Avrupa’ya gitse de acısı onun peşini asla bırakmıyordu.

Durumu giderek kötüleşince Lübnan’da bir akıl hastanesine yatırıldı. Birkaç yıl sonra dostlarının da desteğiyle yeniden hayata tutunmaya çalışsa da 1941 yılında hayata gözlerini yumana kadar o da tıpkı Halil Cibran gibi yaşayamadığı bu aşkı asla unutamadı.

“Söyle bana May, söyle bana, bu dünyada ruhunun dilini anlayan kaç kişi var…? Merak ediyorum, seni sessizliğinde dinleyebilen ya da sükunetinde anlayabilen birine kaç kez rastladın…?”

Yaşanılmamış o büyük aşkların anısına saygıyla…


Yorum bırakın