Tutku ve Acının Heykeli: Camille Claudel ve Auguste Rodin

Aşk öyle bir duygudur ki onu her yürek kolay kolay taşıyamaz; çünkü insanı mutluluğun zirvesine çıkaran da aşktır bitmek bilmeyen acıların içine sürükleyen de. Öyleyse “Ayrılıkta sevdaya dahil” diyen Atilla İlhan gibi aşkın getirdiği mutluluğu kabul ediyorsak acısını da kabullenmeli miyiz?

Ünlü Fransız heykeltıraş Auguste Rodin ile Camille Claudel’in o büyük aşkı hem mutluğu hem de acıyı beraberinde getiren, asla önüne geçilemeyen, bitmek bilmez bir tutku ve özlemle sonu gelmez takıntılar içinde geçen ve ne yazık ki bir akıl hastanesinde son bulan bir aşk öyküsüdür.

Onların kendi seçimi olan bu tutku dolu aşk hikayesi ise henüz 19 yaşındaki kız öğrenciyle, 43 yaşındaki öğretmeni arasında geçen bir hikâyedir.

Öyleyse hadi gelin başlayalım…

Camille Claudel, Fransa’da zengin bir ailenin çocuğu olarak 1864’te doğdu. Herkesin bir şeyler olmak için geldiği bu dünyaya o kesinlikle bir heykeltraş olmak için gelmişti. Küçüklüğünden beri sanata düşkünlüğü gözle görülür bir şekilde aşikardı. Özellikle çamurdan bir şeyler yapmayı çok seviyor, heykel sanatına çok büyük bir ilgi duyuyordu.

Ama o yıllarda Fransa’da kadınlar hala ikinci sınıf bir yaşantı sürüyorlardı. Kızların Paris’teki sanat akademilerinde eğitim almaları kesinlikle yasaktı.

Ancak zengin aileler kız çocuklarında gerçek bir yetenek gördüklerinde devletin koyduğu bu yasağa rağmen çocuklarına ünlü sanatçılardan özel ders aldırıyorlardı.

Camille Claudel’in ailesi aristokrat ve eğitimli bir aileydi. Özellikle babası kızındaki sanat yeteneğini görüyor ve ona Paris’te ünlü bir heykeltraştan özel eğitim aldırarak ilerde onun iyi bir sanatçı olmasını istiyordu.

Ve 1883’de, henüz 19 yaşındayken genç, güzel, oldukça çekici ve cezbedici bir genç kız olan Claudel’in 43 yaşındaki ünlü heykeltraş Rodin’le tanışması ve Rodin’in atölyesindeki heykel derslerine başlaması böyle gerçekleşecekti.

Rodin o sıralar yani Camille Claudel ile tanıştığı dönemde Rose Beuret isminde bir kadınla yirmi yıldır bir birliktelik yaşıyordu. Karı-koca hayatı yaşamalarına rağmen evli değillerdi. Rodin bu yirmi yıllık ilişkisinden bir de çocuk yapmış olmasına rağmen kendisinin özgür bir ruha sahip olduğunu düşündüğü için evliliğe yanaşmıyor hatta sürekli olarak başka kadınlarla beraber olan çapkın bir erkek olarak biliniyordu.

Ünlü heykeltraş babasıyla birlikte ilk kez atölyesine gelen Camille Claudel’den görür görmez etkilenmişti. Onu atölyesine öğrenci olarak kabul ettikten sonra ise ona özel ilgi göstermeye başladı. Genç Camille hocasının kendisine olan bu ilgisini önceleri kendindeki özel yeteneğe bağladı fakat günler geçtikçe Rodin’in ona karşı olan ilgisi daha çok artıyordu. Genç kız bu ilgiye daha fazla dayanamadı ve Rodin’e kayıtsız kalamadı.

Artık Claudel kendisini, erkeğini bulmuş genç bir kadın olarak görüyordu. 43 yaşındaki Rodin’in ise nihayet ilham perisini bulduğunu düşünüyordu.

Rodin, genç kızdan o kadar çok etkileniyordu ki onunla biran önce bir ilişki yaşamak istiyordu ancak Claudel hocasının hayatında yirmi yıllık bir ilişkisi olduğunu bildiği için ne kadar çok bu ilişkiye başlamak istese de Rodin’in hayatındaki ikinci kadın olmak istemiyordu.

Sonunda Rodin daha fazla dayanamadı ve bir gün Claudel’i karşısına alıp uzun süredir bir ilişkisi olduğunu ama artık beraberliğinin iyi gitmediğini, yirmi yılın sonunda ilişkisinde çok büyük sorunlar yaşadığını ve bu uzun ilişkisini bir gün mutlaka bitireceğini söyledi.

Claudel de hocasının kendisine olan bu ilgisine boş değildi ve Rodin’in söylediklerine inandı daha doğrusu inanmak istedi ve belki de kendi kişiliğine yapacağı en kötü şeyi yaparak Rodin’in söylediği her kelimeye kendisini inandırdı.

Unutmayalım ki yaşadığımız bu deneyimler dünyasında her zaman kendi seçimlerimizin sonuçlarını deneyimliyoruz. Kendi kararlarımızla adımlar atıyor bu adımların sonuçlarını da yine sadece kendimiz deneyimliyoruz. Yani mutlulukta, acı da sadece bizim seçimlerimizin sonuçları.

Rodin sonunda istediğini almıştı. Bu ilişki onun sanatındaki yaratıcılığını da etkiledi en güzel ve en önemli eserlerini Claudel ile ilişkisi sırasında ortaya çıkardı. Bilirsiniz, aşkın böyle yaratıcı bir gücü vardır.

Ama tutkuyla başlayan aşkların bitmek gibi kötü bir özelliği var. Her tutku dolu aşk bir gün mutlaka biter çünkü tutku denilen şey çiftler birbirlerine karşı gizemi korudukça devam eder gizem ortadan kalkınca tutku da kaybolur. Bu güne kadar tutkuyla başlayan nice aşklar bitmedi mi? Neyse biz devam edelim.

Camille tutku dolu aşkını yaşarken Rodin’in hem öğrencisi hem de metresi olarak bilinmekten hiç gocunmadı… O kendisini dünyaca ünlü heykeltraşın hem sevgilisi hem de ilham perisi olarak görüyordu.

Ama bir kadın olarak Rodin’in metres olarak bilinmekten korkmasa da hamile kalmaktan çok korkuyordu çünkü Rodin hala bitmek üzere olduğunu söylediği yirmi yıllık ilişkisini bitiremiyordu.

Ve Camille’nin korkulu kâbusu bir gün gerçek oldu; Camille karnında Rodinin’in çocuğunu taşıyordu.

İşte Camille Claudel’in hem aşkının hem de hayatının kırılma noktası tam olarak karnında taşıdığı çocuğu olacaktı. Geçirdiği bir kaza sonucu çocuğunu doğuramadan kaybetti. Bu olay Camille’nin ilerde yaşayacağı en büyük travmasının başlangıcı da olacaktı.

Çünkü hem annesi hem de ona çok fazla güvenen babası kızlarının hamile olduğunu geçirdiği kazada öğrendiler.  Annesi bu olayı asla kabul edemedi ve kızını evlatlıktan reddetti.

Artık Camille Claudel’in gideceği tek yer vardı Rodin’in yanı.

Bu tutku dolu aşk 1898 yılına kadar devam etti. Camille için yaşadığı bu ilişki fazlasıyla yıpratıcıydı çünkü hala Rodin’in hayatında nerede olduğunu bilmiyordu ve hala Rodin’in ikinci kadını olmakla yetiniyordu. Üstelik Rodin kendi sanatında Camille’yi kendine rakip olarak görmeye başlamıştı çünkü Camille Claudel’in eserleri artık sanat çevresinde büyük ilgi görmeye başlamıştı.

Sonunda Camille Claudel her şeyin biteceğini anladı ve Rodin’in atölyesinden ayrıldığını artık sanatına tek başına devam edeceğini duyurdu. Camille Claudel sevgilisinin atolyesinden ayrılırken bir türlü kendisine yer bulamadığı tutku dolu aşkından da ayrıldığını biliyordu. Camille Claudel için artık acı dolu günler başlamıştı.

Bu acılı dönemde “Vals”, “Clotho”, “Olgunluk Çağı” gibi en ünlü eserlerini ortaya çıkardı.

1903 de ilk kişisel sergisine çıktı ve bu sergide dönemin ünlü sanat eleştirmenleri tarafından bir dahi olarak nitelendirildi.

Rodin bütün sanatçı kıskançlığına rağmen Camille Claudel’in sergisi sonrası şöyle diyecekti:

“Ona altını nerede bulacağını söyledim… Altın kendisinin içindeydi.”

Her tutku dolu aşk bitmiş gibi görünse de taraflardan birisi için asla bitmez. Rodin ve Camille Claudel’de ayrılmış gibi görünseler de asla duygusal olarak kopamıyorlardı. Rodin ilham perisini kaybetmiş Camille Claudel ise gerçek olarak tanımladığı aşkını yitirmişti.

Bir ara tekrar anlaşmaya karar verdiler. Rodin artık kesinlikle Rose’dan ayrılacağını söyüyordu.

Camille Claudel’in kadınlık egosu ve ikinci kadın olmak istemeyen yüreği Rodin’e kavuşmayı çok istiyordu. Rodin ise tekrar ilham perisine kavuşarak yine sanat çevresine adından söz ettirecek eserler vermek istiyordu

Camille Claudel’in tek bir şartı vardı. Rodin onunla ilişkiye devam etmek istiyorsa Rose’dan ayrılması gerekiyordu. Ama Rodin ne kadar söz verirse versin yirmi yıllık ilişkisinden yani Rose’dan vazgeçemiyordu.

Camille yaşadığı bu tutkulu aşkı sonunda bir takıntıya dönüştürdü. Büyük aşkını Rose ile payşatıkça ve Rodin’e tamamıyla sahip olamadıkça hem kendinden hem de Rodin’den nefret etmeye başladı.

1906’da bir gece Rodin ile girdiği şiddetli bir tartışma sonrası sinir krizi geçirerek akıl sağlığını kaybetti ve ailesi tarafından bir akıl hastanesine yatırıldı.

1920 yılında doktoru, ailesine kızlarını hastaneden almalarını ve onu evlerine kabul etmelerini belirten bir mektup yazdı ama annesi ve kız kardeşi onun Rodin’le olan hayatını onaylamamışlardı bu yüzden doktorun mektubuna cevap bile vermediler.

Çok sevdiği ve ona bu hayatta belki de tek güvenen insan olan babası da ölmüştü zaten…

Uğruna akıl hastanelerine düştüğü, Rodin, Camille’ye bir daha geri dönmedi ve 1917 yılında son nefesini verene kadar hayatına Rose ile devam etti.

Camille Claudel’in 1943 yılında ölüm döşendiğinde son nefesini verirken şöyle söylediği söylenir;

“Bu kadar yalnız kalmak için ben ne yaptım?”


Yorum bırakın