Meta Fetişizmi

Meta fetişizmi hayatımıza girdiğinden beri artık hayatımızdaki nesnelerin özneleştiği, öznelerin ise nesneleştiği bir dünyada yaşıyoruz.

“Emek-Değer Teorileri” adlı bir önceki yazımızda ve daha önce yazdığım “Meta Nedir?” adlı yazımızda “Meta” kavramını şöyle tanımlamıştık;

“Meta her şeyden önce, bizim dışımızda bir nesnedir. Üretilen ve üretilirken emek harcanılan ve belki de en önemlisi sahip olduğu özellikleriyle bizim gereksinimlerimizi karşılayan bir şeydir.”

Yani “Meta” ihtiyaçlarımızı karşılamak için üretilen ürünlerin genel adıdır.

Tabii ki Meta’yı kapitalizmin vazgeçilmezi yapan sadece insanların gereksinimlerini karşılaması değildir; Meta aynı zamanda değişim değeri olan bir şeydir ve Meta’nın değişim değerinin olması onu kapitalizmin vazgeçilmezi yapan en önemli özelliğidir. Ama bir metanın meta olması için tek başına değişim değeri yeterli değildir. Metaların kendi içinde barındırdığı iki çeşit değeri vardır. Bu değerlerden biri “Değişim Değeri” diğeri “Kullanım Değeri”dir.

Meta fetişizmi ise Marx’ın “Kapital” adlı eserinde ortaya attığı bir kavramdır. Bu kavram Meta’nın değişim değerinin kullanım değerinden büyük olduğu durumda ortaya çıkar. Hemen bir örnekle açıklayalım; eğer bir arabayı bir yerden bir yere gitmek için satın alırsak bizim için önemli olan arabanın kullanım değeridir ama son model BMW marka bir arabaya 15 milyon lira verip aldığımızda ise onu değişim değeri için alırız.  Çünkü değişim değeri işin içine girdiğinde aldığımız bu son model arabamız artık bizim için sadece bir araba değil bir statü değeridir.

Meta fetişizmine bu bağlamda baktığımızda gerçekten çok çarpıcı bir kavram olduğunu görürüz ve bize Jean Baudrillard’ın “Simülakrlar ve Simülasyon” adlı eserindeki Simülasyon Teorisini hatırlatır yani insanların, sembolik anlamlar yükleyerek üretilen nesnelerin fetiş objelere dönüştüğü bir dünyadaki yaşamını. Nesnelerin özneler gibi algılanmasını, kişisel kimliklerin nesneler aracılığıyla ifade edilmesini. Ve böylece hayat, bir bakıma, simülasyonun kendisi haline gelir.

İnsan nesnelerin özneleştiği bir simülasyon içinde yaşarken marka bir çanta artık bizim için bir çanta değildir o artık sosyal statü, zenginlik ve prestij sembolüne dönüşmüş bir varlıktır. Bu da nesnelerin özneler gibi algılanmasına, insanların ise tüketim nesneleri aracılığıyla kendilerini ifade etmesine yol açar. Gerçekten düşündürücü değil mi?

Aslına bakarsanız “Meta” kullanım değeriyle insan ihtiyacını karşılayan bir şeydir zaten üretilmesinin ilk amacı da budur. Bizler ise ihtiyacımız olan bu ürünleri satın alarak “ihtiyaç” anlamında tatmin olmuş oluruz. Fakat tatmin edilmiş bir tüketici kapitalizmin sevmediği bir tüketici profilidir ki; kapitalizm için tüketicilerin ihtiyacı bittiği zaman yani tam anlamıyla tatmin oldukları zaman oyun orada son bulur. Bu nedenle ihtiyaçlar daima yükselmeli hatta asla tatmin olmuş bir noktaya gelmemelidir.

Gelişen kapitalizm ve yeni pazarlama taktikleri Meta kavramına ihtiyaç giderme özelliğinden farklı bir özellik eklemiş, “İhtiyaç” kelimesine gerçek anlamının ötesinde bir anlam yüklemiştir. Medya ve popüler kültür, meta fetişizmini güçlendiren en önemli araçlardan biri haline gelmiştir. Reklamlar, sosyal medya ve televizyon programları, belirli ürünleri tüketmenin bir statü ve mutluluk simgesi olduğu mesajını sürekli olarak tekrarladığından günümüz toplumlarında medya, pazarlama ve reklamlar sayesinde artık üretilen ürünler sadece ihtiyaç karşılamıyor bizlere bir “Statü” sağlıyor.

“Statü” kelimesinin bireyde yol açtığı ihtiyacı anlayan markalar artık tüketicilerin ihtiyaçlarını karşılamaktan öte onlara satın aldıkları ürünlerle kendilerini özel ve ayrıcalıklı hissetmelerini sağlayarak onlara bir statü sağalama yarışındalar. Bunu da yeni geliştirdikleri pazarlama yöntemleri ve çeşitli reklam stratejileriyle tüketicinin algısına yerleştirmeyi başardılar. Kapitalizm açısından baktığımızda bu üreticiler için çok büyük bir başarıdır. Çünkü böylece, metaların ürettiği toplumsal emeğin gizlenmesi sağlanmış, sanki metalar kendi başına anlam ve değer taşıyan varlıklara dönüşmüştür. Yani satın alınan nesneler artık özne haline gelmiş durumdalar.

Peki bu durum toplumsal boyutta ne tür sonuçlara neden olur?

Günümüzün kapitalist toplumlarında meta fetişizmi, bireyler ve daha genelinde toplumda oluşan sınıflar üzerinde derin etkiler yaratarak ekonomik, sosyal ve psikolojik birçok sonuç doğurur. Bu sonuçların belki de en önemlilerinden bir tanesi meta fetişizmi üzerinden bireylerin yeniden şekillendirilmesi ve toplumsal ilişkilerin yeni bir düzeyde belirlenmesidir.

Meta fetişizmi, tüketimin kimlik ve statü sembolü haline dönüşmesine neden olmuştur. Böylece bireylerde ihtiyaçtan ziyade, toplumda değerli görülme arzusuyla daha fazla tüketim yapma refleksi geliştirilmiştir. Bu durum özellikle moda, teknoloji ve lüks tüketim sektörlerinde belirginleşmiş sürekli yeni çıkan ürünler, “en yeni” ve “en popüler” olana sahip olma arzusu ile tüketim yapan tüketiciler meydana getirmiştir.

Kapitalizmde meta fetişizmi, bireylere ihtiyaç olmayan, yalnızca statü ve haz sağlama amacı güden sahte ihtiyaçlar yaratır. Böylece insanların birbirlerini sahip oldukları şeyler üzerinden tanımladığı bir sistem meydana gelmiş olur. Bu da bireylerde yabancılaşmaya yol aça. İnsanlar görülen, gerçek benliklerden uzaklaşıp sadece “tüketici” kimliğine sıkışırlar ve bu yeni kimliklerini toplumda kabul görme aracı olarak kullanmaya başlarlar.

Meta fetişizmini daha genel düzeyde incelediğimiz ise zenginliğin ve statünün bir aracı olan metaların kutsanması yoluyla sosyal eşitsizliklerin artığını görürüz. Lüks tüketim ve marka odaklı yaşam sınıfsal farklılıkları daha belirgin hale getirir, bu da dünyadaki gelir adaletsizliğinin giderek derinleşmesine yol açar. Bireylere sahip oldukları maddi varlıklara göre değer atfedilmesi toplumun alt ve üst kesimleri arasında daha geniş uçurumlar oluşmasına neden olur.

“Kapitalist sistemde üretilen ürünler, sadece tüketim değerleri yani kullanışlılıkları nedeniyle değil, aynı zamanda değişim değerleri nedeniyle de önem kazanır. Bu durum malların gerçek ekonomik değeriyle insan emeği arasındaki ilişkiyi gizler” Karl Marx – Das Kapital

Marx’ın temel eleştirilerinden biri, meta fetişizminin insanların kendi emeklerine ve öz benliklerine yabancılaştırmasıdır. Kişi aldığı ürünü kendi benliğinin bir uzantısı olarak görür ve böylece kendini satın aldığı ürünlerle özdeşleştirir. Fakat kısa süren bu tatmin bireyin yeniden yeni bir statü kazanma isteğini körükler ve sonunda sürekli olarak daha fazlasını istemesine, sahip olduklarıyla yetinmemesine yol açar. Bu döngüsel döngüler, bireyleri sonsuz bir tatminsizlik içinde bırakır. Sonuç olarak sürekli daha fazlasını isteyen, sahip olduklarıyla yetinmeyen bireyler meydana getirir.

Meta fetişizmi ihtiyaç karşılamak için üretilen ürünleri, ürün olmaklıktan çıkartır onlara bir varlık atfeder. O varlığa sahip olmak ise bize yeni bir statü kazandıracağına inandırıldığından insanlar arasındaki ilişkiler şeyler asrındaki ilişkilere dönüşür.

Tabii ki yoğun bir reklam ve pazarlama argümanlarına maruz kaldığımız ve bir tüketim çılgınlığı yaşadığımız bu dönemde meta fetişizminden kurtulmak çok zor olsa da bunu başarmamızın hem bireysel olarak özgürleşme hem de toplumsal uyum açısından değerli olduğunu düşünüyorum. Yaşadığımız toplumda tüketim odaklı toplumsal statü kaygısı azaldıkça, toplumsal eşitsizliğin yarattığı olumsuz etkilerin de azalacağına inanıyorum. Böylece bireyler birbirlerine sosyal sınıf veya maddi sahiplik üzerinden değil sadece düşünsel ve duygusal anlamda değer atfedeceklerdir. Ayrıca bireysel anlamda yalnızca bir tüketici olarak görülmeyecekler bireysel kimlikleri metalar üzerinden tanımlanmayacağı için sürekli olarak tüketmeye yönelik bir baskı da hissetmeyeceklerdir ki bence bu sonuçlar bile sağlıklı bir toplumun oluşması için yeter sebeptir.


Yorum bırakın