Immanuel Kant Neden Önemlidir?

Felsefe kümülatif bir bilgidir birikerek çoğalır. Bu nedenle felsefe tarihindeki tüm düşünürler belirli bir öneme sahiptir. Ancak benim için tüm filozoflar içinde Kant, Hegel ve Marx’ın yeri her zaman ayrı olmuştur. Çünkü üçü de kendi oluşturdukları felsefeleriyle düşünce sistematiğini değiştirmiş, kendilerinden sonra gelen tüm düşünürlere büyük bir yol açmışlardır. Fakat hepsinden önemlisi tabii ki yine bana göre, sanırım Kant’ın Transandantal Felsefesi olmadan ne Hegel Felsefesini ne Marx’ın o büyük düşüncelerini anlayabilmek mümkün olmayacaktı. İşte Kant sadece bu nedenden dolayı bile felsefe tarihi içinde çok büyük bir köşe taşıdır.

Kant öncesi felsefenin temelleri büyük ölçüde Platon ve Aristoteles düşüncelerinin mirası üzerine kurulmuştu. Hatta Antik Yunan sonrası Hristiyan ve İslam felsefesi teolojileri bile genel anlamda Platon ve Aristoteles’in düşüncelerinin etkisi altında şekillenmişti. 1781 yılına gelindiğinde ise Kant “Saf Aklın Eleştirisi “adlı eserini yayınlayacak ve bundan sonra felsefe ve düşünce dünyasında hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı

Kant yazmış olduğu üç kritiği ile bütün taşları yerinden oynatmış geleneksel metafizik anlayışı ortadan kaldırmıştır. Çünkü Kant öncesi geleneksel metafizik ideaları, formları, tözleri, zaman ve mekânı, insanda olduğu kabul edilen “Nous” yetisinin bir temsili olarak görüyordu. Bir başka ifadeyle Kant öncesi tüm filozoflar bu kavramların tamamını insana aşkın olarak görüyordu. Kant ise bunların insana aşkın değil sadece deneyimin olanağını sağlayan ve saf akılda bulunan formlar, kategoriler olduğunu söyleyecekti. Kant’ın dili ile söyleyecek olursak bunlar benim kişisel deneyimime zemin oluşturan ve böylelikle deneyimimi mümkün kılan transandantal öğelerdi. İşte bu tanım “Kant’ın Kopernik Devrimi” dediği hatta belki de hikâyenin tamamıdır. Çünkü Kant, zaman ve mekân kavramlarını varlığın bir hali olmaktan çıkartıp öznenin yani “Ben”in zihninin bir formu olarak konumlandıracak böylece hem metafizik hem de felsefe tarihinin en önemli kırılma noktasını gerçekleştirmiş olacaktı.

Kant’a kadar bilgimizin her zaman nesnelere uyması gerektiği iddia ediliyordu. Ne var ki, bu düşünceyle nesnelerin A Priori bilgisini edinmek hep başarısızlıkla sonuçlanıyordu. Kant bu düşüncenin tam tersini sorduğunda yani “Acaba nesneler bizim bilgimize uyarsa daha başarılı sonuçlar alabilir miyiz?” sorusunu ilk defa sorduğunda henüz bir Kopernik Devrimi yarattığının farkında değildi. Nasıl ki Kopernik dünya merkezli evreni Güneş merkezli evrene evirdiyse Kant da nesnenin formunun nesnenin kendisinde değil öznenin yani “Ben”in zihninde konumlandığını söyleyerek tüm düşünce anlayışını tepetaklak etmiştir.

Kant insan aklının deneyimlediği her şeyin zaman ve mekân içinde deneyimlendiğini söyler. Zaman ve mekân ise bizim için dışarıdan gelen transandantal unsurlardır. Zaman bizim iç duyumumuz Mekân ise dış duyumumuzdur. Ve bizler Zaman ve Mekân içinde olmayan hiç bir şeyi bilemeyiz onları ancak düşünebilir ama asla kesin olarak bilemeyiz.

Kant’dan önce John Locke ve David Hume gibi ampirik düşünürler Kant’ın bu söylediğini Kant’ın transandantal felsefesinde temellendirdiği gibi net olarak temellendiremediği için metafizik Locke ve Hume dan sonra daha güçlü olarak ortaya çıkmıştır ama Kant’ın anlama yetisinin ilkeleriyle birlikte metafizik, felsefe alanında artık hiçbir şekilde kesin bilgiye ulaşamamıştır.

Kant ‘Transandantal Estetik’ bölümünün hemen ilk paragrafına şu şekilde başlar:

“Bir bilgi nesneler ile hangi yolda ve hangi araç yoluyla bağlantılı olursa olsun, onu onlarla dolaysızca bağıntılayan ve tüm düşüncenin araç olarak göz önünde tuttuğu şey sezgidir (Anshauung, şeye-bakış). Ama sezgi (Anschauung, şeye-bakış) ancak nesneler bize verildikleri sürece yer alır ve bu da yine en azından biz insanlar için, ancak nesnenin anlığı (Gemüt) belli bir yolda etkilemesi yoluyla olanaklıdır. Nesnelerin bizi etkileyiş kipi yoluyla tasarımları alma yetisine (alıcılık) duyarlık denir. Öyleyse duyarlık aracılığıyla nesneler bize verilirler ve yalnızca o bize sezgileri (Aunshauungen, şeye-bakışlar) sağlar; ama anlak (Verstand), yoluyla düşünülürler veya kavramlar onlardan doğar.”

Şimdi gelin bu karışık paragrafı anlamaya çalışalım.

Kant diyor ki; biz insanlar çevremizdeki nesneleri önce bizdeki kategorilerden bir tanesi olan duyarlılık sayesinde fark ederiz ancak nesneler bize verildikleri sürece biz onları duyumsarız. Aslında bu cümlenin tam tersi de doğrudur yani duyarlık aracılığıyla nesneler bize verilirler ve böylece biz Aunshauungen, şeye yani nesneye bakışlar yaparak anlak (Verstand), yoluyla düşünür onu bizde bir nesne haline getiririz. Bu da bizdeki A Priori olarak zaten bizde olan kategoriler sayesinde olur.

Yani aslında duyarlık aracığıyla nesneler düşünülmek üzere anlama yetisine taşınırlar. O halde, duyarlık dışarıdan etkilendiği sürece empirik olarak şeye-bakışlar ele alınır. Dolayısıyla bütün tasarımlar her ne olursa olsun, şeye-bakış aracılığıyla nesneleriyle buluşur veya gerçeklikleri sağlanır. O halde, tüm düşünce ve tasarımlar dolaylı veya dolaysız olarak öznenin şeye-bakışı ile bağlantılıdır.

Zaten Kant’a göre bilgi, bilen özne ile algılanan nesnenin duyularla alımlanarak bunların etkileşimi sonucu bilen öznenin zihin alanında oluşan yargılardır. Metafizik ise kavramsal olarak fizikten sonra gelen fiziğin ötesinde olan bir bilgidir.

Öyleyse gelin Metafizik kavramıyla Kant’ın anlatmak istediği Transandantal kavramını Kant diliyle açıklamaya çalışalım.

Bir varlık düşünelim ya da örneğimizi daha da genişletelim bir evren düşünelim. Eğer düşündüğümüz evren bir şey nedeniyle yaratılmışsa o şeye X dersek ve biz evrenimizin yaratımının kesinlikle X den kaynaklandığını biliyorsak Kant X kavramına Metafizik diyor. Ama eğer evrenimizin yaratımının X den kaynaklandığını varsayıyorsak, emin değilsek ve sadece bu bizim için bu bir varsayımsa işte Kant bu kez X kavramına Transandantal diyor.

Kant aslında tüm felsefesinde iki büyük soruya cevap arıyordu.  Birincisi Mantık, Metafizik, Fizik ve Matematik bilimleri güvenilir midir? Somut ve mutlak bilgiyi bize verirler mi? İkincisi ise daha sonra yazacağı diğer iki kritik olan “Pratik Aklın Eleştirisi” ve “Yargı Gücünün Eleştirisi” eserleriyle ortaya koyacağı evrensel bir ahlak yasası var mıdır? sorularıydı ve Kant günün sonunda bu sorulara cevap bulacak böylece felsefi düşünce yapısını Kant öncesi ve Kant sonrası olarak ikiye ayıracaktı.

Kant, Aristoteles’ten beri yani Aristoteles Mantığından beri Mantık bilimine güveniyordu. Aristoteles’ten beri mantık biliminin kuralarının değişmemiş olması mantığın zaten güvenilir olduğunun bir kanıtıydı. Mantığın kuralları derken ise Klasik mantıktaki “Özdeşlik”, “Çelişmezlik” ve “Üçüncü Halin Olmazlığı” kuralarından yani klasik mantık kurallarından bahsediyoruz.

“Mantık” doğru düşünmenin yöntemlerini ortaya koyan kural koyucu bir bilim, aynı zamanda doğru düşünmenin kurallarını irdeleyen felsefi bir disiplindir. Yüzyıllar önce Aristoteles “Organon” adlı eserinde bugün bizlerin “Mantık” dediği disiplini anlatmış ve doğru düşünmenin yollarını belirlemiştir.

Yukarıda da bahsettiğimiz gibi Aristoteles, mantığı üç temel ilkeyle açıklamıştır; Özdeşlik, Çelişmezlik ve Üçüncü Halin İmkansızlığı. Bu üç ilkeye “Mantık İlkeleri” denilmiştir. Bu ilkelere daha sonraki yıllarda “akıl ilkeleri”, “varlık ilkeleri”, “düşünme yasaları”, “bilginin normatif yasaları” gibi adlar da verilmiştir.

En basit tanımla; Mantık İlkeleri doğruyu bulmak ve doğru düşünebilmek için gereken ilkeler bütünüdür. Bu ilkeleri kısaca açıklarsak;

1-Özdeşlik İlkesi: “A, A’dır” diye ifade edilir. Özdeşlik ilkesine göre; Her var olan kendisiyle özdeştir; Her şey kendisiyle aynıdır; Bir şey ne ise odur. Bu ilkeye göre her şeyin kendisiyle özdeş olması bir zorunluluktur. Bu ilke çok basit bir ilke olarak görülse de mantık ilkeleri içinde son derece önemli bir ilkedir. Çünkü düşünmenin başlangıcını oluşturur. Bu ilke olmasaydı iki şey arasındaki farkları bilmek olanaksız olurdu.

2-Çelişmezlik İlkesi: “A, A olmayan değildir” diye ifade edilir. Lütfen buraya dikkat edelim, bu ilke bize A, B değildir demiyor ya da A, Ağaç değildir, Masa değildir demiyor. A, A olmayan değildir diyor. Yani bu ilkeye göre bir şey aynı zamanda hem kendisi hem de başka bir şey olamaz. Bu ilke kısaca “bir şey sadece kendisidir ve kendisinden başka bir şey olamaz” diye tanımlanabilir.

3-Üçüncü Halin İmkânsızlığı İlkesi: “Bir şey ya A’dır ya da A olmayandır” diye ifade edilir. Bu ilkeye gör üçüncü bir durum imkânsızdır. Bir şey ya vardır ya yoktur; üçüncü bir hal olamaz.

İşte bu üç ilke Klasik Mantık ilkeleridir ve mantığın olmazsa olmazlarıdır. Aristoteles’in ortaya koymuş olduğu bu “Klasik Mantık ilkeleri” Kant’a göre zaten Mantık Biliminin geldiği son noktaydı, doğruydu ve bu ilkeler uygulandığı taktirde bize doğru bilgiyi veriyorlardı.

Kant bu düşünceden yola çıkarak “Bir bilimin güvenilir olabilmesi için o bilimin içinde A Prori birşeyler olmak zorundadır” diyecektir. Daha önceki yazılarımızda “A Priori”(Deneyden Önce, Deneye Gerek Duymadan) ve “ A Posteriori” (Deneyden Sonra Gelen Bilgi) kavramlarını açıkladığımız için burada çok detaya girmek istemiyorum. Ama şuarası kesinki Kant bir bilimin mutlak olabilmesi için onda deneyden önce olması gerekli olan A Priori bir bilgi olması gerektiğini söylüyor. İşte bu yüzden Kant’a göre Mantık Bilimi en başından beri içinde A Priori bir şeyler barındıran ve bu yüzden mutlak olan bir bilimdir. Çünkü Kant A Posteriori olan bilginin zorunlu olmadığını düşünüyordu. Kant için zorunlu, kesin ve mutlak olan bilgi A Priori bilgiydi.

İşte Kant’ın tüm felsefesi boyunca aradığı soruda tam olarak buydu. “Acaba Amprik olmayan Saf olan bilgi mevcut mudur?” yani deneyimle elde etmediğimiz zaten bizde mevcut olan bir bilgi var mıdır?

Kant bu aşamadan sonra Metafizik, Fizik ve Matematik içinde A Priori bilgi arayışına girer. Çünkü o zorunlu ve mutlak bilgiyi arıyordu. Tüm felsefesinin sonunda ise Matematiğin kesinlikle A priori, saf bilgi olduğu gerçeğine, Fizik biliminin ise bazen A Priori bazen A Posteriori olduğu gerçeğine ulaşır Metafizik ise artık onun için imkânsızdır.

Kant önce Matematiğin A Priori olup olmadığını araştırır ve Matematiğin Öklid’den beri A priori bir bilgi olduğu kanısına varır. Kant’a göre Öklid’in ünlü beş postülatı matematiğin A Prori bilgi olduğunu zaten net olarak kanıtlamıştır.

Nedir bu Öklid’in ünlü Postülatları;

  1. Aynı şeye eşit olan şeyler birbirine eşittirler.
  2. Eşit miktarlara eşit miktarlar eklenirse, eşitlik bozulmaz.
  3. Eşit miktarlardan eşit miktarlar çıkartılırsa eşitlik yine bozulmaz.
  4. Birbirine çakışan şeyler birbirine eşittir.
  5. Bütün, parçalardan büyüktür.

Ve bizler bugün karenin tüm kenarlarının birbirine eşit olduğunu ya da ikizkenar üçgenin iki kenar uzunluğunun birbirine eşit olduğunu hatta zorunlu olarak böyle olması gerektiğini işte bu postülatlar sayesinde eminiz. Ve bu bilgi zaten bizde zorunlu olarak olan bir bilgidir yani A Prioridir.

Hatta Kant’dan yüzyıllar önce Platon, İdealar teorisi ve ünlü Mağara Alegorisi ile tüm gerçekliğin idealar âlemindeki hakiki gerçekliğin birer yansıması, gölgesi olduğunu söylüyor fakat matematiksel nesnelerin zihinde inşa edildiğini, tecrübeden bağımsız bir bilgi olduklarını ve ampirik âlemden bağımsız olarak değişmeyen ve sabit bir gerçekliğe sahip olduğunu söylüyordu yani Matemetik Palaton zamanında bile evrensel ve değişmez bir bilgiydi.

Platon’dan sonraki dönemde matematiksel nesnelerin ve matematiksel bilginin A Priori (deneyden bağımsız) olarak kavrandığı düşüncesi felsefe tarihinde rasyonalist görüş açısından kabul görmeye devam etmiştir.

Örneğin, Descartes, Regulae isimli eserinde matematiksel bilginin kesin, evrensel, zorunlu ve değişmez olduğunu iddia etmiştir. Ayrıca Descartes bu eserinde, matematiksel bilgi saf düşünceyi esas aldığından, bu bilginin deneyin neden olabileceği muhtemel hatalara maruz kalmadığını şu cümlelerle ifade eder:

“Bilinen bütün disiplinler içerisinde, sadece aritmetik ve geometri yanlışlık ve belirsizliğin her tür kusurundan arıdır.”

Bir diğer ünlü düşünür olan Leibniz ise matematiksel önermelerin mantığın çelişmezlik ilkesine göre ispatlanabileceğini iddia ederken matematiksel bilginin adeta tanrısal bilgi olduğunu şu sözleriyle açıklar;

“Zorunlu hakikatler, içerdikleri terimlerin tahliliyle ispatlanabilen özdeş doğrulardır; tıpkı cebirde değerler yerine konulduğunda özdeşliğe yahut eşitliğe ulaşılması gibi. Yani, evrensel hakikatler, çelişmezlik ilkesine dayanır”

Leibniz’e göre her şeyin özü matematiktir ve Tanrı kusursuz bir matematikçidir. Tanrı yaratma eylemini “kutsal matematik” (mathesis quaedam divina) ile gerçekleştirmiştir. Leibniz, matematiksel yargıların ampirik değil evrensel hakikatler olduğunu belirterek bu yargıların analitik olduğunu iddia etmiştir.

Yani Kant kendisinden önce de Matematiğin zorunlu yasalara tabi olduğunu ve zaten A Priori bir bilgi olarak bilindiğini biliyordu. Kant’ın esas iddiası ise Metafiziğin de A Priori olup olmadığını ispatlamaktı.

Ve Kant Kant öncelikle bilgiyi “A Priori Bilgiler” (deneye gerek duyulmadan öğrenilen bilgi) ve “A Posteriori Bilgiler” (deneyle öğrendiğimiz bilgiler) olmak üzere ikiye ayırdıktan sonra “Saf Aklın Eleştirisi” adlı eserinde yargıları da iki ana kavram altında toplar. Bunları analitik ve sentetik yargılar olarak tanımlar ve bu iki kavramı kitabında şu cümlelerle açıklar;

“İçinde bir öznenin yüklem ile ilişkisinin düşünüldüğü tüm yargılarda (yalnızca olumlu yargıları inceliyorum, daha sonra olumsuz yargılara uygulaması kolay olacaktır) bu ilişki iki farklı şekilde olanaklıdır. Ya yüklem B özne A’ya, bu A kavramında (gizli olarak) içerilen bir şey olarak aittir; ya da B, kavram A ile gerçekte bağlantıda olmasına rağmen kavram A’nın dışında yatar. Birinci durumdaki yargılara analitik adını veriyorum, diğerine sentetik.”

Analitik Yargılar deneye gerek duymazken, Sentetik Yargılar deneye bağımlıdırlar. Bunun yanı sıra Analitik Yargılar daima doğru olan yargılarken, Sentetik Yargılar doğru ya da yanlış olabilen yargılardır. Analitik Yargılar bilgimizi genişletmezken, Sentetik Yargılar bilgimizi genişletirler.

Mesela “Su 100 derecede kaynar” yargısı “Sentetik A Posteriori” bir yargıdır çünkü hem deneye dayalı bir bilgi hem de bilgimizi genişleten bir bilgidir. Ama “Bekâr erkekler evli değildir” yargısı ise “Analitik A Priori” bir yargıdır çünkü cümle içinde kullanılan “Bekâr” kelimesi zaten “evli olmayan” anlamına geldiğinden bilgimizi genişletmez ve biz bu bilgiye deneyle ulaşmayız.

Yargıları da tıpkı Bilgiler gibi iki alt başlığa ayıran Kant daha sonra yargı türleri olan analitik ve sentetik yargıları bilginin elde edilmesine kaynak olan a priori (deneyden bağımsız) ve a posteriori (deneye bağlı) kavramları ile eşleştirerek dört farklı yargı türü elde eder:

1-Analitik A Priori,  2- Analitik A Posteriori,  3- Sentetik A Priori, 4- Sentetik A Posteriori

Kant’ın asıl hedefi tıpkı Matematik ve Fizik gibi Metafiziğinde Sentetik A Priori bir bilgi olduğunu ispatlamaktı yani deneyime dayanmayan ama bilgimizi genişten bir bilgi olduğunu; böylece Metafiziğin de mutlak bir bilgi olduğunu göstermek istiyordu.

Kant’a göre bir bilginin mutlak bir bilgi olabilmesi için “Sentetik A Priori” bir bilgi olması gerekiyordu yani deneye dayanmayan ama buna rağmen bilgimizi genişleten bir bilgi. Çünkü Kant esas olarak şunu öğrenmek istiyordu; “A Priori” olarak yani deneyimden tamamen yalıtılmış, deneye dayanmayan, deneyimlemediğimiz şeylerin bilgisi bizim bilgimizi genişletir mi?

Kant’a göre zaten A Priori olan matematiksel tüm yargılar Sentetik A Priori Yargılardır. Nasıl mı? Kendisinin verdiği o ünlü 7+5=12 örneğiyle anlatalım.

Bir tarafa yedi elma diğer tarafa beş elma koyduğumuzda bunların toplamının on iki olduğunu nasıl biliriz? Yedi ve beş rakamları bize ayrı ayrı on iki rakamını verir mi? Tabii ki hayır. O halde ne yapmalıyız? Diyelim ki elmaları tek tek sayarak on iki rakamına ulaştık. Yani sayarak deneyle deneyimledik ve bu yaptığımız şey sanki A Posteriori bir bilgi gibi geldi yani deneyimle elde edilen bir bilgi gibi… Kant diyor ki eğer elmaların sayılarını çoğaltırsak sonuca ulaşmak için yine tek tek sayar mıyız? Örneğin bir tarafa 3 milyar 237 bin 436 elma diğer tarafa 5 milyon 333 bin 851 elma koyarsak bunların toplamını bulmak için tek tek sayabilir miyiz? Ya da saymamız mı gerekiyor? Hayır çünkü saymasak da yine sonucu ulaşabiliyoruz. İşte bunu bize Matematik sağlıyor. Yani Matematik Sentetik A Priori Bilgidir. Deney dayanmaz ama bilgimizi genişletir.

Yine aynı şekilde geometrik yargılar da Kant’a göre Sentetik A Priori Yargılardır. Örneğin Geometride doğru dediğimiz şey, “iki nokta arasında çizilen en kısa çizgi” olarak tanımlanır. Bu da önce A Posteriori yani deneyime dayalı gibi gözükür mesela bir kâğıt üzerinde iki noktayı en kısa şekilde birleştirdiğimizde bir doğru elde ederiz. Bunu önce sanki deneyle elde etmiş olduğumuz yani A Posteriori bir bilgiymiş gibi hissetsek de aslında Kant’a göre A Priori bir bilgidir. Çünkü bizim artık noktalardan birini Ankara’ya diğerini İstanbul’a koyduğumuzda doğru elde etmek için İstanbul’dan Ankara’ya kadar düz bir çizgi çizmemize gerek yoktur. Çünkü biliriz ki “iki nokta arasında çizilen en kısa çizgi doğrudur” Yani Geometri de Sentetik A Priori Bilgidir. Deney dayanmaz ama bilgimizi genişletir.

Ve nihayet Metafizik; Doğa Ötesi, Fizik Ötesi, Doğa Üstü anlamlarına da gelen Metafiziğin Kant için bir bilim olabilmesinin tek koşulu Sentetik A Priori önermelerdi. Fakat Kant yazmış olduğu üç kritiği bitirdiğinde artık şunu çok iyi biliyordu. Bizler sadece çevremizde algıladığımız nesneleri duyu organlarımızla deneyimleyerek yani A Posteriori olarak bilebiliriz. Biz bilgiye sadece bu şekilde sahip olabiliriz. Yani bizler sadece Fenomenal bir dünyada Fenomenlerin bilgisini deneyimler ve sadece onları biliriz. Biz insanlar Numenlerin oluşturduğu Metafizik dünyayı algılayamayız ve asla doğruluğunu ispat edemeyiz.

Sonuç olarak geldiğimiz nokta şudur ki; biz bilinçli canlılar olarak gerçeğe ve gerçek bilgiye sadece duyu organlarımızla deneyimleyerek ve deneyimlediğimiz verileri akıl süzgecinden geçirerek ulaşabiliyoruz. Metafizik bir bilim değildir ve olamaz. Bu bilgiye ulaştığında Kant artık o ünlü “Ödev Ahlakı”na yani Kategorik İmperatif (Koşulsuz Buyruk) ve Hipotetik İmperatif (Koşullu Buyruk) dünyasına giriş yapacaktı.

Kaynakça:

Kant’ın Şemsiyesi: Kant’ın Teorik Felsefesi Üzerine Yazılar Bülent Gözkan

Sentetik A Priori’nin Matematiğin Gerçekliğindeki Rolü Abdulhamit Küçükaslan


Yorum bırakın