“Modern felsefe, bilginin kaynağını ve sınırlarını iki farklı ana ekol olan rasyonalizm ve ampirizm tarafından belirlemiştir. Başta Descartes ve Leibniz olmak üzere rasyonalist eğilimli filozoflar bilginin tamamen akıl üzerinden gerçekleştiğini ve felsefenin mutlak bilgiye “akıl” üzerinden ulaşılabileceğini söylüyordu”. Locke ve Hume gibi ampiristlerin oluşturduğu ekol ise insan aklının başlangıçta “beyaz bir kâğıt” gibi olduğunu, ancak ve ancak deneyim ile bilginin oluşabileceğini savunuyorlardı. Bu bağlamda ampiristlere göre bilgiyi oluşturan temsiller veya idealar duyular yoluyla meydana geliyor ve bu türdeki ideaları temin eden zihin işlevine “duyum” adı veriliyordu. Locke’a göre duyum, insan bilgisinin sınırlarının tek belirleyicisiydi.
Immanuel Kant “Saf Aklın Eleştirisi” kitabına “Tüm bilgimizin deneyimle başladığı konusunda hiçbir kuşku yoktur” cümlesiyle başlar. Aslında hem Ampiristlere hem de Rasyonalistlere göre Kant’ın yazdığı bu cümle kesinlikle doğrudur her ikisi de tüm bilgimizin deneyimle başladığını kabul eder. Rasyonalistlerin ve Ampiristlerin tartışma noktası ise deneyimle oluşan bilginin bizde oluşmasını mümkün kılan şeyin ne olduğu konusudur. Rasyonalistler buna akıl, Ampirseler ise duyumlar demektedir.
Rasyonalizm ve Ampirizmin bir sentezini meydana getirdiği kabul edilen Kant ise hem hisleri bir düşünce türü olarak tasnif etmek isteyen Ampiristleri hem de düşünceyi histen yola çıkarak açıklamak isteyen Rasyonalistlerin düşüncelerini ortak bir noktada birleştirmek istemektedir.
Çünkü Kant’a göre; Kavram + Görü = Bilgidir.
Kant yukarda vermiş olduğu bu formülü kitabında şu ünlü “Görüsüz kavramlar boş, kavramsız görüler kördür.” cümlesiyle açıklar. Çünkü Kant’a göre “Görü” ancak ve ancak zaman ve mekân altında mümkündür. Bu yüzden “Görü” zaman ve mekâna uymak zorundadır.
Eğer görümüz zaman ve mekâna uymak zorundaysa o halde her türlü bilgi zaman ve mekân koşulu altında mümkündür. Bu ise koşullu bilgidir.
Bizler “Özneler” olarak zaman ve mekân altında bir şeyleri biliyoruz ama Kant’tan önce eğer öznenin bir ağaç bilgisi varsa, öznenin kendindeki bu ağaç bilgisini ağaca uyarlayarak ağaç kavramına ulaştığı düşünülüyordu yani bilgimiz ağaca uymak zorundaydı ama Kant ile birlikte artık ağaç öznenin bilgisine uymak zorunda kaldı. İşte bu Kant’ın Kopernik Devrimi dediği şeydi.
Şimdi daha basite indirgeyerek anlatmaya çalışalım. İnsan kulağı belli frekansın altındaki ve üstündeki sesleri duymaz ama diyelim ki bulunduğumuz ortamda belli frekansın altında bir ses var ama biz o sesi duymuyoruz. Peki, biz o sesi duymadığımız için o ses yok mu diyeceğiz? İşte Kant diyor ki ben o sesi duymuyor ama o sesin olduğuna inanıyorsam bu düşünülür dünyadır? Böylece dünya kavramını “Görünür Dünya” ve “Düşünülür Dünya” olarak ikiye ayırır.
Aslıda buradan şu çıkıyor; karşımdaki nesne benim bilme kipime uyuyorsa benim için vardır, uymuyorsa yoktur. Yani nesne benim bilme kipime uymak zorundadır. Nesne benim bilme kipime uyuyorsa ben o nesneyi tanırım. Yani bizdeki herhangi bir nesnenin bilgisini biz kendimiz inşa (regüle) ederiz. Kant bu sürece regülasyon yani düzene sokmak, düzenlemek olarak adlandırır. “Saf Aklın Eleştirisi” kitabının konusu da tam olarak budur bu regülasyon sürecinin nasıl yapılandığını anlatır.
Yine ağaç örneğinden yola çıkarsak; bizler ağaca baktığımızda aslında ağaç kendini bize nasıl gösteriyorsa onu olduğu gibi görmüyoruz. Peki nasıl görüyoruz? Bizim algı ve bilgi frekansımız ne kadarsa biz ağaçta sadece onu görüyoruz işte Kant bu gördüğümüz şeye Fenomen diyor.
Fenomen; bize görünen (“Fenomena” yunanca bize görünen, kendini bize gösteren)
Peki, ağaç bize, bizim bilgimiz dahilinde, hadi ona anlamak için şimdilik algı frekansı diyelim yani bizim algı frekansımız ölçüsünde ağaç bize kendini gösteriyorsa yani bizim ağaç olarak gördüğümüz bizim algı frekansımız ne kadarsa gördüğümüzse işte bu gördüğümüz şeye Kant “Fenomen” diyor.
Peki ya ağaçta bizim algı frekansımızın üstünde ya da altında olan ve ağaçta olup da göremediğimiz başka özellikler varsa ve biz göremiyorsak işte Kant göremediğimiz o ağaca da numen diyecekti.
İşte benim “Fenomenleri” gördüğüm dünya “Görünür Dünyadır” ve benim görünür dünyada gördüğüm her şey zorunlu olarak “Zaman” ve “Mekân” içinde gördüklerimdir.
Aslında Kant’ın yazmış olduğu bu üç kritiğinde varmak istediği bir sonuç vardı. Eğer bizler bir determinist dünyada yaşıyorsak yani her şeyin bir neden sonuca bağlı olarak yaşandığı bir dünyada yaşıyorsak o zaman yaşadığımız her şey bir zorunluk olmak zorundadır. Ve eğer dünya gerçekten böyle işliyorsa benim için bir özgürlük alanı kalır mı? Spinoza, Descartes ve Hegel gibi düşünürler Determinizme inandıkları için özgürlük diye bir kavrama inanmıyorlardı.
Kant ise “Saf Aklın Eleştirisi” kitabında bilgiyi sınırladıktan sonra yani öznenin sadece zaman ve mekân içinde olanları bilebileceğini söyleyip bilgiyi sınırladıktan sonra ikinci kitabı olan “Pratik Aklın Eleştrisi” kitabını yazmaya başlayacaktı ve orada işte bu özgürlük ve özgür irade konularını tek tek önümüze serimleyecekti. Çünkü ikinci kritiğinde aklın pratik olarak genleşebileceğini ve bilgiyi genişletebileceğini söyleyecekti. Buna ise “Pratik Aklın Kılgısal Genleşmesi” diyecekti.
Kılgısal: Düşüncede kalmayıp eyleme dönüşen.
Mesela bir doğrunun orta noktası ya da her hangi bir nesnenin orta noktası denilen bir kavram doğanın naturasında var mıdır? Tabii ki yoktur. Bir doğrunun orta noktası öznenin pratik akılla bulduğu bir kavramdır işte bu pratik aklın genleşmesidir. Ve en önemlisi pratik akıl düşünülen dünyada genişler fenomenlerin dünyası yani görünür dünya bir zorunluluklar dünyası olduğundan orada bilgi uzay ve zamana tabii olduğundan bilgi orada genişlemez. Yani bizler bir doğrunun orta noktasını ancak düşünülür dünya var edebiliriz.
Kant görünür dünyada çalışabilen aklımıza “Teorik Akıl”, düşünülür dünyada çalışan aklımıza ise “Pratik Akıl” diyecektir. Teorik akıl sadece zaman ve mekân içinde çalışabildiğinden bu akıl görünür dünyanın aklıdır. Pratik akıl ise görünür dünyada değil sadece düşünülür dünyada çalışır. Bu nedenle “Özne” her hangi bir kavramı teorik aklıyla görülür dünyada yaratamaz çünkü orada bir zorunluluk vardır ama düşünülür dünyada pratik akıl bir çok kavram yaratabilir. Bir doğrunun orta noktası gibi ya da “İyi” kavramı gibi ya da “Güzellik” kavramı gibi… “İyi”, “Güzellik” kavramları gibi kavramlar insanın pratik aklıyla düşünülür dünyada yarattığı kavramlardır. Ve düşünür dünyada pratik aklımızla yarattığımız her kavram görünür dünyada da bir karşılık bulur.
Kant “Transandantal Felsefe” olarak adlandırdığı felsefesini oluştururken bilginin, duyusallıktan kaynaklanan koşullarını “Transandantal Estetik,” anlama yetisi veya genel olarak düşünme yetisinden kaynaklanan koşullarını ise “Transandantal Mantık” bölümünde irdeler.
Ama “Tüm bilgimizin deneyimle başladığı konusunda hiçbir kuşku yoktur” diyen Kant, tüm bilgimizin deneyim ile başlamasına karşın, bundan tümünün de deneyimden doğduğu sonucu çıkarmaz
Kant öncelikle bilgi türlerini ikiye ayırarak işe başlar; deneyimden ve giderek tüm duyu izlenimlerinden bağımsız bilgi türünü A Priori bilgi olarak adlandırırken, kaynağını, deneyimde bulan görgül bilgiyi ise A Posteriori bilgi olarak adlandırır.
Kant daha sonra düşüncenin bir sentezi olan yargı cümlelerine giderek onalrıda Analitik ve Sentetik yargılar olmak üzere iki bölüme ayırır.
Analitik Yargılar deneye gerek duymazken, Sentetik Yargılar deneye bağımlıdırlar. Bunun yanı sıra Analitik Yargılar daima doğru olan yargılarken, Sentetik Yargılar doğru ya da yanlış olabilen yargılardır. Analitik Yargılar bilgimizi genişletmezken, Sentetik Yargılar bilgimizi genişletirler.
Ve Kant’a göre bir yargının kesin ve mutlak olması için A prori olması gerekiyordu. İşte bu yüzden Kant “A Prori bilgi var mıdır?” sorusunun cevabını arayacaktı.
Ama isteseniz önce Kant’ın kendi felsefesini tanımladığı “Transandantal” kavramının ne olduğuna bakalım. Transandant ifadesi Aristoteles’in literatüre kattığı bir ifadedir. Aristoteles dilde söylenen ama gerçekte görünür dünyada olmayan ve nasıl var olduğunu da bilmediğimiz kavramlar için Transandant (Aşkın) ifadesini kullanmıştı. Aristoteles’e göre bu kavramlar bilmeyi mümkün kılan kavramlardı. Kant ise tıpkı Aristoteles’in kullandığı gibi bu kavramlara “Aşkın” değil “Aşkınsal” diyecek ve Transandantal kelimesini kullanacaktı.
Hemen bir örnekle açıklamaya çalışalım. “Evren” dediğimiz kavram Kant’a göre Transandantal bir kavramdır yani dünyada olmayan ve nasıl var olduğunu da bilmediğimiz kavramlardan biridir. Aslında “Evren” kavramı bize Güneş, Ay, Yıldız ve tüm Gezegenleri anlamlandırabilmemizi sağlayan bizim yarattığımız bir kavramdır. Peki biz bu kavrama nasıl ulaşıyoruz? İşte burada Kant “Evren” dediğimiz kavrama bizde A Priori olan “Kategoriler” ile ulaştığımızı söylüyor. Nicelik, Nitelik, Tamlık, Bütünlük gibi toplam on iki kategoriyle.
Fakat biz şimdilik “Kategoriler” konusuna geçmeden önce daha önceki Kant yazılarımızdan da hatırlayacağınız gibi Kant’ın A priori, A Posteriori ve Sentetik, Analitik olarak tanımladığı dört önemli kavramdan oluşturduğu “Analitik A Priori”, “Analitik A Posteriori”, “Sentetik A Posteriori” ve “Sentetik A Pirori” kavramlarını tanımlamaya çalışalım.
Artık biz biliyoruz ki;
A Priori: Önsel, deneyden önce olan, zorunlu bilgi.
A Posteriori: Sonradan gelen bilgi” doğruluğu deneyle kanıtlanan bilgi.
Sentetik Yargılar: Bilgimizi genişleten yargılar.
Analitik Yargılar: Bilgimizi genişletmeyen yargılar.
Peki öyleyse “Analitik A Priori”, “Analitik A Posteriori”, “Sentetik A Posteriori” ve “Sentetik A Pirori” ne anlam geliyor?
Analitik A Priori: Bilgimizi genişletmeyen ve deneyle gelmeyen zaten bizde olan bilgi. (Üçgen üç kenarlıdır)
Analitik A Posteriori: Deneyle gelen ama bilgimizi genişletmeyen yargılar. (Bu mümkün değildir.)
Sentetik A Posteriori: Deneyle gelen ve bilgimizi genişleten yargılar. (Zaten bilim bununla yapılıyor)
Sentetik A Pirori: Deneyle gelmeyen ama bilgimiz genişleten yargılar. (Bu Kant’ın aradığı yargıdır.)
Sentetik önermeler bilgimizi genişleten önermelerdir. Analitik önermeler ise yüklemi öznede zaten var olan önermelerdir bu nedenle bilgimizi genişletmezler. (Kör görmeyendir)
Unutmamalıyız ki bir önerme “Özne”, “Yüklem” ve “Kopula” dan oluşur.
Kopula, bir önermede süje (özne) ile predikat (yüklem) arasındaki etkileşimi sağlayan unsur, bağ, rabıtadır. Örneğin “Gökyüzü mavidir.” cümlesindeki “-dir”eki kopuladır.
Ve Matematiksel Yargılar
Kant’a göre Matematiksel yargılar A Posteriori yani deneyle gelen bir bilgiymiş gibi gözüken aslında A Priori olan yargılardır. Kant, matematiğin nasıl A Priori olduğunu ünlü 5+7= 12 cümlesiyle açıklar.
“Beş artı yedi on ikidir.”
Bu cümlede beş artı yedi (ÖZNE), On iki (YÜKLEM), “-dir” eki ise Kopuladır.
Bu cümle beş ve yedinin toplamının bize on iki olduğunu söylüyor ve cümle yüklemiyle bilgimizi genişletiyor yani cümlemiz bilgimizi genişlettiği için zorunlu olarak Sentetiktir.
Biz on ikiye ulamak için ya da beş ve yedinin toplamının on iki olduğunun bilgisine ulaşmak için tabii ki tek tek sayarak ulaşırız. Sayma eylemi ancak deneyle mümkün olduğu için bu cümle A Posterioridir ama Kant bu cümlenin Sentetik A Priori olduğunu söyleyecektir.
Peki ama nasıl?
Kant diyor ki ben beş misket ile yedi misketin toplamının on iki misket ettiğini bulmam için saymam gerekiyor ama onları tek tek saymak için önce bir “Birim” fikrine ve ayrıca “Artarda gelme” fikrine sahip olmam gerek. Yani birim ve ardışıklık fikri bende olması gerekiyor. Bu da yetmiyor benim sayabilmem için bende ayrıca birlik, çokluk, bütünlük gibi kavramlarında olması gerekiyor. İşte bende zaten A Priori olarak var olan bu kavramlara Kant, kategori diyor.
Ve işte nihayet Kant’ın Nicelik, Nitelik, Bağıntı ve Kiplik olarak dört ana başlık altında topladığı ünlü on iki kategorisi;
Nicelik: birlik, çokluk, bütünlük
Nitelik: gerçeklik, hiçlik, sınırlama
Bağıntı: töz ve ilinek, neden ve etki, eyleyen ve edilgin olan
Kiplik: olanak ve olanaksızlık, varolma ve varolmama, zorunluluk ve rastlantı.
Ve belki de en önemlisi bu kategorileri de mümkün kılan zaman ve artarda fikrini yine bize A Priori olarak veren “Zaman” ve “Mekân” kavramlarının bizde olması lazım. Ve böylece Kant bilginin bizde oluşmasını mümkün kılan Kategorilere böylece ulaşmış oluyor.
Kaynakça:
Kant’ın Şemsiyesi: Kant’ın Teorik Felsefesi Üzerine Yazılar Bülent Gözkan
Modern Felsefe Okumaları Habib Kavak
Eleştirel Felsefesi Bağlamında Kant’ın “Transendental Estetik”i Ümit Öztürk
