Kabul edelim veya etmeyelim, beğenelim ya da beğenmeyelim maalesef artık herkesin kendi çıkarını düşünerek bencilce yol aldığı bir toplumda yaşıyoruz. Öyle bir toplum olduk ki bu yapı içinde iş ilişkilerimiz, arkadaşlıklarımız, dostluklarımız hatta duygusal ilişkilerimiz bile maalesef bu düstur üzere ilerliyor. Dostluklar samimiyetten uzak, aşklar gelip geçici, güven ise bir pazarlık unsuru haline gelmiş durumda. İnsanlar artık gerçekten sevdikleri için değil, fayda sağladıkları ölçüde birilerini hayatlarına dahil ediyorlar.
Yüzyıllar önce Aristoteles dostluğu üçe ayırmıştı: Çıkar Dostluğu, Haz Dostluğu ve Erdem Dostluğu.
Günümüz dünyasında ise özellikle ilk iki tür dostluk ön planda.
Çıkar dostluğu, bir kişinin diğerinden sağladığı fayda sona erdiğinde kolayca çözülebilen, yüzeysel bir bağ haline geldi. Artık dostluklarımızı bile bir şirketi yönetir gibi yaşıyoruz. Bir iş ilişkisi gibi işleyen, birbirine destek oldukça sürren ancak menfaatler kesildiğinde biten dostluklar.
Haz dostluğu ise daha çok duygusal tatmin veya eğlenceye dayanır; insanlar birlikte keyif aldıkları sürece birbirlerinin hayatında kalırlar. Keyif beklentimiz değiştiğinde dostlukta olduğu yerde bitiverir.
Montaigne ise “Gerçek dostluk eşitler arasında olur.” diyordu. Ben kendi adıma günümüz dünyasında bu söze gerçekten çok inanıyorum. Bireyler arasında eşitlik olmayınca maalesef zorlama bir dostluk yaşanıyor.
Günümüz sözde modern dünyasında ilişkilerdeki güç dengeleri bozuldukça ve insanlar birbirlerine üstünlük kurmaya çalıştıkça yaşanılan dostlukların ve aşkların içi boşalıyor.
Öyle ki yaşanılan dostluklar bir tür alışveriş biçimine dönüştü. Kim daha çok verir, kim daha çok alır soruları dostluklarımızın merkezine yerleşti. Artık bir dosta ihtiyacımız olduğu için değil, bir çıkarımız olduğu için arkadaşlık kuruyoruz.
Tabii ki Aşk da sanki Schopenhauer’ı haklı çıkarırcasına bu yozlaşmadan nasibini aldı.
Schopenhauer, aşkı biyolojik bir yanılgı olarak görüyordu ve bireyin, sadece neslini sürdürmek için kendini kandırdığını öne sürüyordu. Bu bağlamda modern dünyada aşkın, gerçekten sevmek değil, birbirini kullanmak üzerine kurulu olduğu söylenebilir. İnsanlar yalnız kalmamak, maddi güvence sağlamak, sosyal çevrede daha güçlü görünmek gibi nedenlerle aşka yöneliyorlar. Sevgi ise karşılıklı fayda sağlayan bir yatırım aracı. Oysa Nietzsche’nin dediği gibi, “Sevgi, sahip olma arzusunun en soylu kisvesidir.”
Günümüz insanı, Zygmunt Bauman’ın tanımıyla “Akışkan Modernite” içinde, ilişkilerini de tıpkı tüketim ürünleri gibi hızla tüketiyor. Tıpkı bir kıyafetin modası geçtiğinde atılması gibi, insanlar da ilişkileri, dostlukları modası geçtikçe terk ediyor. İnsanlar birbirine tahammül etmiyor, çünkü sabır göstermek artık gereksiz bir çaba gibi görülüyor. Duygular, anlık tatminlerle doyuruluyor ama içsel boşluk asla dolmuyor. Çünkü dünyanın sadece kendi etrafımızda döndüğünü düşünüyoruz. Çoğu zaman bir dostumuzu aradığımızda, onun ne hissettiğini sormadan kendi dertlerimizi anlatmaya koyuluyoruz. Empati kurmak, gerçekten anlamaya çalışmak yerine, yalnızca kendi dünyamızın içinde kaybolmuş haldeyiz.
Sabır göstermek de artık unutulmuş bir erdem oldu. İnsanlar artık birbirlerine tahammül edemiyor. Eskiden dostluklar, zaman içinde olgunlaşan bağlarla güçlenirdi; şimdi ise en ufak bir anlaşmazlıkta kopan ilişkiler görüyoruz. Küçük bir yanlış anlama, bir kelimenin yanlış yorumlanması bile bir dostluğu sona erdirebiliyor. Artık insanlar birbirine tahammül etmek istemiyor, çünkü yeni ilişkiler kurmak, eskisini tamir etmekten daha kolay geliyor. Sabırsızlığımız, hayatımızdaki insanları hızla değiştirilebilir, tüketilebilir nesneler haline getiriyor.
Peki bu döngüden nasıl çıkacağız? Dostluklarımızı, ilişkilerimizi, duygularımızı yeniden anlamlı kılmak mümkün mü? Belki de önce kendimize şu soruyu sormalıyız: Biz de mi böyleyiz? Cevap Romalı şair Horatius’un ünlü Latince cümlesinde saklı; “De Te Fabula Narratur.” Evet, “Anlatılan Senin Hikayendir” Çünkü bu düzenin içinde ben de, sen de, biz de varız; hepimiz bu döngünün bir parçasıyız. Eğer ilişkilerde sahiciliği arıyorsak, önce kendi niyetlerimizi sorgulamalıyız. Eğer bunu bir an önce yapmazsak yapayalnız hayatlar yaşamaya ve zamanımızı bencilce dostluklar içinde geçirmeye mahkumuz.
Modern dünya bizi yalnızlığa, bencilliğe, yüzeyselliğe mahkûm etmeye çalışsa da gerçekten samimi bağlar kurmak hala bizim elimizde. Belki de günün sonunda, içimizde sönmek üzere olan erdem dostluğuna bir şans vermek en büyük devrimimiz olacaktır.
