François Marie Charles Fourier: Falanster

“Suç, toplumsal düzenin bozukluklarına karşı bir protestodur. Toplumdaki her aksaklık, çevrenin bozukluğundan kaynaklanıyor. Yani eğer toplumsal düzen yoluna konulacak olursa, bir anda bütün suçlar yok oluverecek; çünkü ortada protesto edecek bir şey kalmayacak. Ve herkes bir anda dürüst olacak… “
Suç ve Ceza – Dostoyevski

Birkaç gündür Dostoyevski’nin ünlü eseri “Suç ve Ceza” romanını yeniden okuyorum. Roman, “Suç işlemek bireyi gerçekten özgürleştirir mi?” ya da “İnsan, kendini ahlaki kuralların üzerinde görebilir mi?” gibi derin felsefi sorulara cevap arıyor. Dostoyevski’nin bu ünlü romanı edebiyat dünyasında bireyin hem içsel hesaplaşmasını hem de toplumun adalet anlayışını sorgulayan derin bir psikolojik roman olarak kabul ediliyor.

Romanın başkahramanı Rodion Romanoviç Raskolnikov işlediği cinayetin ardından vicdanı, ideolojisi ve toplumla olan ilişkisi arasında sıkışıp kalan bir karakter. Onun suçu, yalnızca fiziksel bir eylem değil, aynı zamanda kendini Tanrı gibi görmeye cesaret eden bir insanın trajik yolculuğu. İşlediği cinayeti “yüksek bir amaç uğruna” meşrulaştırmaya çalışsa da içsel hesaplaşması onu insanlığın büyük vicdanına geri götürür.

Petersburg’da yoksulluk içinde yaşayan, eski bir hukuk öğrencisi olan Raskolnikov’un düşüncesine göre dünyada “Sıradan insanlar” ve “Olağanüstü İnsanlar” olmak üzere iki tür insan vardır;

Sıradan İnsanlar, Toplumun büyük çoğunluğunu oluştururlar. Yasalara ve ahlaki kurallara uymak zorundadırlar. Yenilikçi ya da devrimci fikirler üretemezler; yalnızca var olan düzeni devam ettirirler. Ve en önemlisi tarihe yön verme yeteneğine sahip değillerdir.

Olağanüstü (Üstün) İnsanlar ise toplumu ileriye taşıyan, tarih yazan liderler ve dâhilerdir. Toplumda eşitliğin olduğu bir düzen kurabilmek için ahlaki kuralları ve yasaları aşma hakkına sahiptirler. Büyük değişimler yaratmak için suç işleyebilirler, çünkü onların eylemleri insanlık için fayda sağlayabilir.

Raskolnikov, kendisini “olağanüstü insanlar” sınıfına ait biri olarak görür ve bu nedenle sıradan ahlaki kurallardan muaf olduğuna inanır. Bu düşüncesini test etmek için bir cinayet işlemeye karar verir.

Bir tefeci kadın olan Alyona İvanovna’yı öldürerek onun parasını çalmayı planlar. Kadının toplum için faydasız biri olduğunu düşünerek cinayeti kendince haklı çıkarmaya çalışır. Ancak cinayet sırasında, Alyona’nın masum ve iyi kalpli kız kardeşi Lizaveta da eve gelince onu da öldürmek zorunda kalır.

İşlediği bu iki cinayetin ardından Raskolnikov’un psikolojisi tamamen altüst olur. Vicdan azabı, suçluluk duygusu ve paranoya içinde bocalarken, aklını yitirdiğini düşünmeye başlar. Hastalanır, ateşler içinde sayıklar ve sürekli kendini ele vermekten korkar.

Bu süreçte, olayları araştıran tecrübeli yargıç Porfiri Petroviç, Raskolnikov’un giderek şüpheli hale gelen davranışlarını fark eder ve onu psikolojik bir oyunla sıkıştırmaya çalışır. Raskolnikov’un çevresindeki kişiler—fedakar annesi ve kız kardeşi Dunya, onun ahlaki çöküşünü gözlemleyen arkadaşı Razumihin ve yoksul bir hayat süren, dindar ve erdemli Sonia Marmeladov—ona yardım etmeye çalışır.

Sonia, babasının ölümünden sonra ailesini geçindirebilmek için fahişelik yapmak zorunda kalmış genç bir kadındır. Raskolnikov, Sonia ile yaptığı konuşmalarda kendi vicdanıyla hesaplaşır. Sonia ona suçunu itiraf etmesini ve teslim olmasını söyler.

Sonunda, Raskolnikov dayanamayarak polise gidip suçunu itiraf eder. Sibirya’ya sürgün cezasına çarptırılır.

19. yüzyılın Fransız ütopik sosyalisti ve filozofu François Marie Charles Fourier ve onun ütopik düşüncesi “Falanster” kavramı bir çok düşün adamı gibi Dostoyevski’yi de etkilemiştir. Dostoyevski’nin “Suç ve Ceza” adlı bu romanında Fourier’in ütopik düşüncelerine de sıklıkla rastlıyoruz.

Charles Fourier, 19. yüzyılın başlarında sanayi kapitalizminin yarattığı toplumsal adaletsizliklere karşı alternatif bir model olarak ütopik sosyalizmi geliştirmiştir. Ona göre insanlık baskıcı bir toplum düzeninde yozlaşırken, özgürlük ve iş birliği temelinde örgütlenmiş bir yaşam tarzında hem ekonomik hem de ruhsal olarak daha konforlu bir yaşam tarzına geçebilirler.

Fourier düşlediği bu konforlu yaşam tarzını kendi felsefesinin temelini de oluşturan “Falanster”kavramıyla açıklar. “Falanster”, bireylerin uyum içinde yaşadığı, özel mülkiyetin yerine ortak üretim ve paylaşımın geçtiği ideal bir toplumu temsil eder.

Aslında Fourier katıksız bir uygarlık düşmanıdır. O, bugün uygarlık olarak adlandırılan dönemi insanlığın ortaçağdan sonra geldiği bir kölelik dönemi olarak görüyordu ve şu anda başımıza gelen ne kadar eşitsizlik, çıkar çatışmaları hatta kötülük varsa, bütün bu olumsuzlukları uygarlıktan biliyordu. Bu yüzden kapitalist sistemin insanı köleleştirmesine karşı her zaman özgür bireylerden oluşan komünal hayatı savunuyordu. Ona göre insanlık uzun ve zorlu bir dönüşümden sonra uygarlık diye adlandırılan bu dönemi atlatmayı başarırsa “Armoni” adını verdiği yeni bir sürece girerek mutlu bir yaşam sürmeye başlayabilecekti.

François Marie Charles Fourier’in ütopik ama mutlu dünyası uyum içinde yaşayan topluluklardan oluşuyordu. Fourier’in hayalindeki dünyada bu irili ufaklı topluluklar her biri 1.600 kişiden oluşan “Falanster” adını verdiği bölümlerden oluşacaktı.

“Falanster” içinde yaşayan insanlar kendi yeteneklerine uygun işlerde çalışacak ve üretim sonucu elde edilen gelir adil bir şekilde dağıtılacaktı. Fourier’ye göre böylesi bir topum içinde tutku ve istek önemliydi. Ona göre insanlar, doğal tutkularını tatmin edecek şekilde çalışırlarsa hem verimli hem de mutlu yaşayabilecekti. Eğer insanlar bu tür bir topluluklar içinde yaşarsa, suç ve adaletsizlik gibi kavramlar da ortadan kalkacak ve bireyler ahlaki anlamda özgürleşecekti.

İlk olarak Fourier’in düşünceleri 1833’te, yani ölümünden dört yıl önce, Fourier’nin fikirlerinden yola çıkılarak   500 hektarlık alanda gerçekleştirildi. Ancak sadece 1100 kişiyle başlayan bu yeni toplum altı ay dayanabilmişti

Sonra 1841’de biri Brezilya’da olmak üzere iki ayrı Falanster kuruldu. Maalesef sonları yine başarısızlıkla bitti. Üçüncü deneme ise Cezayir’de 1845’te Doktorlar, avukatlar ve mühendislerden oluşan bir topluluk tarafından gerçekleşti fakat sonunu yine getiremediler. Son olarak Meksika’da kurulan bir komün, 13 yıl ayakta kalabilmeyi başardı.

Fourier’nin bu ideal toplulukları hiçbir zaman tam anlamıyla hayata geçirilememiş olsa da “Falanster” fikri birçok düşün insanına ilham vermiştir.

Dostoyevski’nin Suç ve Ceza kavramlarını edebi bir dille işlediği eserinde Fourier’in bu düşüncelerinden hareketle bireyin içsel çatışmalarını aynı zamanda suçun bireysel olduğu kadar toplumsal sebeplerini anlatmaya çalışır.

Romanında Raskolnikov’un yaşadığı yoksulluk, çaresizlik ve topluma karşı duyduğu nefret onun ahlaki sınırlarını zorlamasına neden oluyordu. Belki de Dostoyevski’nin bizlere esas sordurmak istediği soru suçun bireysel ahlaki bozulmadan değil, toplumsal düzensizlikten kaynaklandığını savunan Fourier’nin öngördüğü gibi, eğer toplum daha eşitlikçi ve birey odaklı bir şekilde örgütlenmiş olsaydı, Raskolnikov gibi bireyler kendilerini suç yoluyla kanıtlama ihtiyacı duymayabilir miydi? sorusudur.

Fourier’in hayalini kurduğu toplum düzeni gerçekten var olabilir mi?

O halde gelin bu soruyu “Suç ve Ceza” romanının ana karakteri olan Raskolnikov’un en yakın dostu Razumihin’in cümlesiyle cevaplayalım;

“Hayır sizin doğanız Falanster için uygun değil; o yaşamak istiyor, yaşam süreci henüz tamamlanmamış… mezar için henüz zaman erken!”


Yorum bırakın