Elisabeth Lacoin, 25 Mayıs 1907 yılında Fransa’da varlıklı, muhafazakâr katolik bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. 1929 yılında henüz daha 21 yaşındayken menenjit hastalığından yüksek ateş nedeniyle hayatını kaybetti. Takma adı “Zaza” idi; yakın çevresi onu bu takma ismiyle tanıdı. En çok, ünlü Fransız filozof, yazar Simone de Beauvoir ile olan yakın ve çok derin dostluğuyla bilinir.
Zaza’nın genç yaşta ölümü, çocukluk arkadaşı, dostu, sırdaşı olan Beauvoir üzerinde derin bir etki bıraktı. Beauvoir, Zaza’yı ve aralarındaki bu derin dostluğu hiçbir zaman unutmadı ve yıllar sonra “Les Inséparables (Ayrılmaz İkili)” ve “Memoires d’une Jeune Fille Rangee (Bir Genç Kızın Anıları)” adlı romanlarında, çocukluk yıllarında başlayan bu büyük dostluğu ve Zaza’nın yaşamını kurgusal bir anlatımla yazacaktı.
Simone de Beauvoir yakın dostu Zaza’nın ölümünün sadece fiziksel bir hastalık nedeniyle olmadığını gerçek nedenin baskıcı toplumsal normlar ve Zaza’nın ailesinin aşırı kontrolü tutumu olduğunu düşünüyordu. Zaza’nın, sevdiği adamla evlenmesine izin verilmemesi ve ailesinin dini-sınıfsal baskısı onun büyük bir duygusal çöküntüye düşmesine neden olmuştu.
Elisabeth Lacoin’in (Zaza) sevgilisi, ünlü fenomenolog Maurice Merleau-Ponty idi. Zaza, Maurice Merleau-Ponty ile Simone de Beauvoir sayesinde tanışmıştı. Beauvoir, Sorbonne Üniversitesi Felsefe bölümünde okurken Merleau-Ponty aynı üniversitede Felsefe doktorası yapıyordu. Üniversite yıllarında Merleau-Ponty ile yakın bir dostluk içine giren Beauvoir en yakın arkadaşı Zaza’yı, Merleau-Ponty ile tanıştırmaktan çekinmedi. Maurice Merleau-Ponty ileri ki yıllarda önemli bir fenomenolog ve filozof olacaktı.
Lacoin ailesi, bir ateist olan Maurice Merleau-Ponty’in aksine burjuva değerlere sahip, muhafazakâr bir Katolik aileydi. Fakat Zaza’nın düşünceleri ailesiyle uyuşmuyordu. O ilerde ünlü bir yazar olmak istiyor, felsefeye ilgi duyuyordu. Ailesi kızlarının Merleau-Ponty ile olan ilişkisini öğrenince bu ilişkiyi onaylamadılar. Merleau-Ponty’yi, sosyal yaşam tarzlarına uygun bulmadıkları için Zaza’nın onunla evlenmesine izin vermediler.
Simone de Beauvoir en yakın arkadaşına ölümü hiçbir zaman yakıştırmadı. Ölümüne ise Zaza’nın annesinin neden olduğunu düşünüyordu. Zaza, annesinin baskıları altında büyük bir içsel çatışma içine girecek ve bu duygusal yük onun hastalığını daha da ağırlaştıracaktı.
Maurice Merleau-Ponty, Zaza’ya büyük bir hayranlık ve sevgi duyuyordu. Ancak ilişkileri tam anlamıyla “açık” veya toplumsal olarak kabul gören bir aşk ilişkisine dönüşemedi. Bunun temel nedeni Zaza’nın ailesinin, özellikle annesinin, bu ilişkiye karşı çıkmasıydı.
Lacoin ailesi için sınıf, statü ve Katolik değerler çok önemliydi. Merleau-Ponty ise bu değerleri paylaşmayan, daha özgür düşünceli orta sınıf bir geçmişe sahip bir gençti. Zaza’nın ailesi, kızlarının bu genç filozofla evlenmesine kültürel uyuşmazlıklar nedeniyle karşı çıktı. Yapılan bütün bu engellemeler sonunda Zaza’yı ciddi bir duygusal baskı altına alacaktı.
Simone de Beauvoir kendi hayat hikayesini anlattığı ünlü eseri “Bir Genç Kızın Anıları” adlı romanında yakın dostu Zaza’nın ailevi baskılar altında sessizce kırıldığını ve içindeki yaşam arzusunun söndüğünü yazar. Beauvoir bu eserinde Elisabeth Lacoin’i okuyucularına Elizabeth Mabille olarak tanıtır. Bunun nedeni ise hiç kimseye açıklamamıştır.
Beauvoir “Bir Genç Kızın Anıları” romanında Zaza ile tanışmasını şöyle anlatır;
“Birinci sınıfa başladığım gün —on yaşlarındaydım o ara— yanıma hiç tanımadığım bir kız oturdu. Ufak tefek, esmer, kısa saçlı, ince yüzlü bir kızdı. Matmazelin sınıfa gelmesini beklerken, bir de dersten sonra biraz konuştuk. Adı Elizabeth Mabille’di. Benim kadardı. Varennes sokağındaki evlerine ilk gidişimde, kardeşim de benimle geldi. Neredeyse şaşkınlıktan dilimizi yutacak hale geldik. Ev halkının Zaza adını taktığı Elizabeth’in bir ablası, bir ağabeyi, kendinden küçük, kızlı oğlanlı altı kardeşi ve bir alay da yeğeni ve arkadaşları vardı. Bu çocuk ordusu evin içinde ordan oraya koşuyor, atlayıp sıçnyor, masaların üzerine çıkıyor, yerlerde tepmiyor, eşyaları altüst ediyor ve bütün bunları yaparken de sıtma görmemiş sesleriyle avaz avaz haykırıyorlardı.”
Bu ilk tanışmalarından sonra Zaza ile dostlukları daha fazla pekişecekti.
Zaza, Lacoin ailesinin dokuz çocuğu içinde, üçüncü idi. Kızlar arasında da ikinci büyük kızdı. Annesinin onunla pek fazla uğraşacak zamanı yoktu. Zaza, hep erkek kardeşleriyle, onların arkadaşlarıyla, oynuyordu. Onların erkeksi tavırlarını, davranışlarını kapmıştı. Ailesi daha çok ufak yaştan, Zaza’ya hep büyük insan gözüyle bakmış, ona yetişkinlere yüklenecek sorumluluklar yüklemişlerdi.
Zaza’nın annesi yirmi beş yaşındayken, koyu bir Katolik olan kuzeniyle evlenmişti. Zaza doğduğu sıralarda annesi dini bir eğitimle yetiştirilmiş burjuva düşünce tarzının tipik bir örneği olan bir kadın imajıydı.
Yıllar geçer ve çocuk yılları biter. Simone de Beauvoir lise eğitimini de tamamlayıp Sorbonne Üniversitesinde felsefe eğitimine başlar. Üniversite yıllarında Zaza ile olan arkadaşlıklarına zamansal bir ayrılık girer fakat yine de fırsat buldukça görüşmeye devam ederler.

Zaza çok zeki, çalışkan ve entelektüel bir kız olmasına rağmen, içinde bulunduğu katı Katolik burjuva aile yapısı ve tabii ki özellikle annesi, onun yükseköğrenim almasına ve entelektüel olarak özgürleşmesine izin vermez. Kız çocuklarının iyi bir evlilik yapması gerektiğine inanan annesi kızların kendilerini ileride evlenecekleri kocaları için yetiştirmesi gerektiğini düşünüyor bu nedenle üniversite eğitimini anlamsız buluyordu.
Simone de Beauvoir ise daha isyankâr ve ailesine karşı daha bağımsız bir duruş sergileyerek Sorbonne’da felsefe okur, hatta üniversiteden birincilikle mezun olur. Tüm eğitim hayatı boyunca Zaza ile dostluklarının arasına hiçbir şeyi koymayan Simone, arkadaşının zekasına da hayrandır. Bu nedenle Zaza’nın entelektüel gelişimiyle yakından ilgilenir. Simone fırsat buldukça onunla birlikte çalışıyor, okuyor, entelektüel sohbetler yürütüyordu.
Beauvoir’ın Maurice Merleau-Ponty ile tanışması üniversite yıllarında olur. Simone de Beauvoir , Sorbonne Üniversitesi’nde felsefe lisansı yaparken Merleau-Ponty de aynı üniversitede doktora yapmaktadır. Tanışmaları, dersler ve ortak entelektüel ilgi alanları üzerinden olur.
Beauvoir “Bir Genç Kızın Anıları” adlı romanında Maurice Merleau-Ponty’i okuyucularına Prandelle ismiyle tanıtır ve Prandelle’yi oldukça zeki, ciddi ve düşünceli biri olarak tasvir eder. Zaza (Elisabeth Lacoin) ile Prandelle (gerçek hayatta Maurice Merleau-Ponty) Simone de Beauvoir aracılığıyla tanışırlar. Simone, bu iki önemli figürü gerçek hayatta olduğu gibi romanında da bir noktada bir araya getirir.
Beauvoir yakın dostu Zaza’nın Merleau-Ponty ile mutlu olabileceğini düşünmektedir. Gerçekten de Merleau-Ponty ile Zaza tanıştıktan bir süre sonra birbirlerine ne kadar uygun olduklarını fark ederler. Ancak Zaza’nın ailesi bu ilişkiye onay vermez; özellikle annesi, Zaza’nın Merleau-Ponty ile görüşmesini engeller. Bu engellemeler, Zaza’nın psikolojik ve duygusal olarak yıpranmasına neden olur.
Zaza’nın üniversiteye gidememesi ve aşk hayatının da bastırılması, onun yaşadığı psikolojik sıkışmayı ve hissettiği acıyı daha da artırır ve sonunda ciddi bir hastalığa yakalanmasına neden olur.
Zaza, uzun süre bu “anlaşılmaz” hastalıkla mücadele eder. Hastalığın fiziksel belirtileri giderek ağırlaşınca durum ciddiyetini daha da artırır. Ama Beauvoir arkadaşının içinde bulunduğu bu hastalığı yalnızca tıbbi bir hastalık olarak görmez; toplumun, ailenin ve baskıcı ahlakın dayattığı hayati bir yük olduğunu söyler.
Zaza, annesinin baskısı altında, sevdiği adamla ilişki yaşamasına izin verilmeden, evlilik hayali bile kuramadan aile baskısı altında yaşamaya devam eder. Fakat bir süre sonra onun içsel çatışmaları ve arzuları ile çevresinin beklentileri arasındaki bu gerilim ne yazık ki hastalığının giderek daha da ciddileşmesine neden olur.
Simone, Zaza’nın ölümünü haber aldığında büyük bir şok ve isyan yaşar. Bu ölüm ona göre “doğal” değildir; onu öldüren şey yalnızca hastalık değil, toplumun Zaza’ya dayattığı dar kafalı, ahlakçı, kadın düşmanı düzendir.
Zaza’nın öldüğü gün günlüğüne şöyle yazar;
“Zaza’yı, onun annesi ve o saçma sapan ahlak anlayışı öldürdü.”
