Eskiden, uzak dağ köylerine, uzun kış gecelerinde hikâyeler taşıyan eski zaman hikâyecileri gelirmiş. O hayalimizden bile uzak dağ köylerinin üzerinde, aylarca bıkmadan esip gürleyen kışın sert ayazı, sadece kurumuş toprağı, evlerin kerpiç damlarını, gürül gürül akan nehirleri değil, hafızayla örtülü bir bekleyişle sıradanlaşan insanların bakışlarını, yüreklerindeki yalnızlığın çığlığını hatta insan silüetlerini yok eden zamanın akışkanlığını bile dondururmuş.
Uzun yollardan gelip uzak dağ köylerindeki yalnızlaşan insanları ziyaret eden eski zaman hikayecileri, gece olup herkes sustuğunda kendilerine sunulan ve ateşte saatlerdir kaynayıp kekremsi bir hal alan çorbayı içip söze dönüşür, odun sobasının çıtırtısına karışan umut dolu hikâyeleri artık hiçbir şeyden umutları kalmayan insanlara anlatırlarmış. Dışarıda kar fırtınası neyi örtüyorsa, içeride ağızdan çıkan her söz o kadarını ortaya çıkarır, her kelime insanların hafızalarında çoktan kaybolmuş umutların üzerindeki örtüyü kaldırırmış.
Anlatmak, bir yolculuktur; geçmişin küllerinden bugüne yürüyen eksilmiş hayatlardan kalıntılardır.
Ve bazı insanlar eski zaman hikâyecileri gibidir. Yüreklerinde yarım kalmış bir masalın henüz dile gelmemiş cümleleri, dudaklarının kenarında ise binlerce anlatılmamış hikâyenin sessizliğiyle dolaşırlar aramızda. Biz hiç fark etmesek de…
Onlar, unutulmuş mevsimlere benzerler, ne tam bahardırlar ne de kış ayazı kadar soğuk. Onlar her daim daha iyi, daha güzel, daha eşit bir dünyanın hayalini kurup içinde yaşadıkları hayatla bir türlü uyuşamayanlardır.
Kimseye ait değildirler ama her yerde bir izleri kalır. Bir sandalyenin gölgesinde, bir fincanın dudağında, bir şarkının sustuğu yerde ya da milyonlarca yüreğin en sıcak köşesinde.
Kimse bilmez ama yüzlerini bile görmedikleri insanların dertleriyle dertlenir, sevinçleriyle sevinirler bu insanlar. Kendilerine ait bir huzuru başkalarının acısında yitirirler çoğu zaman. Ve eğer hiçbir şeye karışmayıp “Aman sende bananeciliği” oynasalar çok güzel bir hayatları olabilecekken; kendi içlerine dönmek yerine, başkalarının karanlıklarına bir mum taşımayı seçerler. Bilirler ki gerçek iyilik, görünmeyen yerlerde filizlenir ve bazen bir yabancının sessiz acısını fark etmek, bir ömrün anlamını değiştirebilir. Milyonların yüreğini mabet edinmiş güzel yüzlü bir adamın dediği gibi; ” Bir şarkının nasıl yakıldığını bilmeyenler, nasıl söyleneceğini de bilmezler”
Bu yüzden asla sessiz kalamazlar; susmak, eksik bırakır anlatıcıyı. Bu yüzdendir var oluşlarını, başkalarının yarım kalmış hikâyelerine adamaları. Ve yine de buna rağmen, bu yüzdendir bir kalabalığın ortasında bile ruhlarının hep bir adım geride kalması. Onların yeri, bir düşün sınırında, henüz gerçekleşmemiş bir adaletin kıyısında olsa da yine de vazgeçmezler. Çünkü bir insanın yarasını saran her sözün, dünyayı biraz daha yaşanır kılacağına inanırlar.
İnsan sevmek onlar için aynı zamanda bir eksilme biçimidir. Biriyle duygusal bir bağ kurduklarında, kendilerinden bir parçayı o kişiye teslim etmekten hiç çekinmezler; bir başkasının kalbine dokunurken, kendi kalplerinden bir parçayı bırakmak gibi. Ve verdikleri her bir parçada biraz daha eksildikçe bir çocuğun gözlerinde parıldayan ışık olurlar, bir yaşlının belleğinde canlanan eski bir türkü, bir kadının sessizce sarıldığı bir mendil… Kim bilir belki de sevgi, eksilmekten çok büyümek, kaybetmekten çok bulmaktır.
Eski zaman hikayecilerinin, insanlara sözleriyle dokunarak o hikayelere can vermesi gibi, onlar da yaralarına merhem olmak için başkalarının acılarına dokunurlar. Hikâye anlatmak, onlar için yalnızca başkalarının dünyasına açılan bir kapı değil; aynı zamanda kendi içlerindeki kırıkları, unutulmuş umutları, bastırılmış duyguları yeniden keşfetme yoludur. Her hikâye, bir yarayı iyileştirme, kaybolmuş bir zamanı geri getirme çabasıdır… Tıpkı unutulmuş bir sevgiyi yeniden hatırlamak, ya da terk edilmiş bir rüyayı yeniden yaşamak gibi.
Hala kaldıysa ve eğer varsa hala, etrafınızdaki hikâye anlatıcılarını sevin. Bırakın size geçmişten gelen hikayelerini anlatsınlar. Her anlatı, ruhunuzun derinliklerine yapılan bir yolculuk, her paylaşılan söz ise yükünüzü hafifleten bir nefes olacak.
Zaten insan insana ancak böyle iyi gelmez mi?
