Etika’da Duygunun Esareti

Bir anlığına kendinizi bir nehirde sürüklenen bir yaprak gibi düşünün. Akıntı sizi nereye götürürse oraya gitmek zorundasınız, çünkü o an suyun esareti altındasınız. Peki, insanın içinde hissettiği yoğun duygular da aynı şekilde bizi sürüklüyor olabilir mi? Öfke, korku ya da aşk duygusu içindeyken verdiğimiz kararlar gerçekten bize mi ait, yoksa bilinçdışımızın kontrol ettiği bir yönlendirme mi söz konusu?

Bir duygu bizi ele geçirdiğinde, gerçekten özgür müyüz?

Bu yazımızda özgür irade ile duygularımız arasındaki bu görünmez savaşı konuşmak istiyorum. Bu konuyu ele alırken Spinoza’nın ünlü eseri “Etika”’nın yolunda yürüyeceğiz.

İnsan, evrendeki diğer varlıklar gibi doğanın bir parçasıdır. Ancak onu farklı ve belki de daha karmaşık kılan, düşünebilmesi, değerlendirebilmesi ve seçebilmesidir. İnsan, tüm hayatı boyunca seçimleriyle varoluşunu tamamlayan bir varlıktır. Fakat bu seçme eylemi, çoğu zaman özgürlük olarak adlandırılsa da Spinoza’ya göre gerçek anlamda bir zorunlulukla iç içedir. Bu zorunluluk ise Spinoza’ya göre Conatus yani Varlığını Sürdürme Çabasından kaynaklanır.

Conatus, her şeyin kendi varlığını koruma ve geliştirme çabasıdır. Bir çiçeğin güneşe yönelmesi ya da bir insanın nefes almak istemesi hep bu çabanın örnekleridir.

“Her şey, kendi varlığını sürdürmek için elinden gelen her şeyi yapmaya çalışır.”
(Etika, III. Kısım, Önerme 6)

İnsan bu çabayı bilinçli olarak deneyimler. Bu bilinçli deneyime ise Spinoza “İstemek” der.

“İsteme (appetitus), insanın kendi varlığını sürdürme çabasıdır ve bu çaba, insanın doğasının özüdür.”
(Etika, III. Kısım, Tanım 1-2)

Dolayısıyla istemek bizim oluşturduğumuz bir eylem değil zaten doğamızın ta kendisidir.

İstemek, insanın yaşamı sürdürme ve yetkinliğe ulaşma arzusu olarak tanımlanır. Yani Conatus’un bir zorunluluğudur. Ancak her arzu aynı nitelikte değildir. Kimileri insanı güçlendirip, özgürleştirirken, kimileri ise insanı edilgenleştirir, dış etkenlere bağımlı hale getirir. Bu nedenle Spinoza, arzuları ikiye ayırır:

Etkin (Aktif) Arzular ve Edilgin (Pasif) Arzular

“Bir şeyi yapmaya zorlanıyorsak, bu zorunluluk dışsal bir nedenden kaynaklanıyorsa, edilgenizdir. Bunun tam tersi ise etkin olduğumuz durumdur.”
(Etika, III. Kısım, Tanım 2)

Etkin Arzular, bireyin aklıyla uyum içinde olan, kendi doğasından gelen ve insanı daha yetkin bir varoluşa taşıyan arzular olarak tanımlanabilir. Bu arzuların kaynağı, bireyin kendi anlama gücü ve içsel doğasıdır. Örneğin, “Bilgi Edinme İsteği” etkin bir arzudur. Bir öğrenci, yalnızca bir sınavı geçmek için değil, öğrenmeyi gerçekten arzuladığı için kitaplara yöneliyorsa, bu arzu onun doğasına uygundur. Spinoza’ya göre bilmek istemek, varoluşu sürdürme çabasının bir ürünüdür.

“Yardım Etme İsteği” de bir başka etkin arzumuzdur. Karşılık beklemeden bir başkasına yardım etmek, bireyin kendi doğasına uygun bir eylemdir. Çünkü akıl, insanın diğer insanlarla birlikte yaşamak üzere yaratıldığını, iş birliğinin ve dostluğun insan doğasına uygun olduğunu kavrar. Bu bağlamda, başkalarına iyi davranmak, aslında kendi varlığımızı da güçlendirir.

“Sanat ya da Bilim Üretme İsteği” de benzer şekilde etkin bir arzudur. Bir müzisyen, sadece alkış almak için değil de içinden geldiği için beste yapıyorsa, bu onun kendi içsel gücünden doğan bir eylemdir.

Ayrıca, “Duygularımızı Tanıma ve Yönetme İsteği” de etkin arzuların bir örneğidir. Örneğin, öfkelendiğini fark eden bir birey, öfkesini bastırmadan ama kimseye zarar vermeden bu duygusunu yönetebiliyorsa, aklın rehberliğinde hareket ediyor demektir.

Edilgen Arzular ise bireyin dış etkilerle yönlendirildiği, kontrolün kaybedildiği, akıl dışı tepkilerle şekillenen arzular olarak tanımlanır. Edilgen arzular, bireyin dış dünyadan gelen etkileri sonucu verdiği tepkilerdir. Örneğin “Kıskançlık”, edilgen bir arzudur. Bir arkadaşının başarısını görünce onunla sevinmek yerine kendini eksik hissetmek, kıskanmak, dışsal bir durumdan kaynaklanır.

“İntikam Alma İsteği” de edilgen bir arzudur. Bir kişi bize zarar verdiğinde ona aynı şekilde karşılık vermek istemek, anlık bir duygusal tepkinin ürünüdür. Oysa akıl, intikamın bireyin özüne aykırı olduğunu bilir. Bu tür bir arzu, dışsal bir etkene tepki vermekten ibarettir.

“Gösteriş Yapma İsteği” de akılla olan bir istek değildir. Benzer şekilde, toplumda saygı görmek için gösteriş yapmak da edilgendir. İnsan, kendi değeriyle barışık olmak yerine başkalarının onayına muhtaç hale gelir.

“Korkudan Dolayı İtaat Etme İsteği” bir diğer edilgen arzumuzdur. Bir kişinin, sadece ceza almamak için bir otoriteye boyun eğmesi, özgür iradeye değil, edilgenliğe dayalı bir davranıştır. Spinoza’ya göre gerçek özgürlük, korkudan uzak, akılla şekillenen bir yaşamda mümkündür. Bu yüzden edilgen arzular, bireyin esaretiyle sonuçlanırken, etkin arzular onun özgürlüğünü ve gerçek gücünü ortaya çıkarır.

Spinoza’ya göre insan, edilgin isteklerinden sıyrılıp etkin bir varoluşa geçebildiği ölçüde özgürleşir. Yani İnsan ancak duygularının esiri olmaktan kurtulduğunda ve onları anlayıp akıl süzgecinden geçirdiğinde özgür olabilir.

Spinoza’ya göre bir duyguyu gerçekten anlayabilirsek, yani onun hangi nedenden kaynaklandığını kavrayabilirsek, artık o duygu üzerimizde kör bir güç olmaktan çıkar. Bu ancak bir duygunun edilgen halden etkin hale geçmesiyle mümkündür. Bu noktada devreye akıl girer: Akıl hem duygunun nedenini görmemizi sağlar hem de o duygunun daha güçlü bir duyguya dönüşmesine yardım eder.

Peki bunu nasıl gerçekleştireceğiz?

Öncelikle içinde bulunduğumuz duyguyu fark etmek gerekir. Bu bir öfke, kıskançlık, korku ya da aşırı bir arzu olabilir. Edilgen bir duygu genellikle dışsal nedenlerden kaynaklanır. Örneğin biri size kötü bir söz söyledi ve siz hemen öfkelendiniz. Bu durumda duygu sizi ele geçirmiştir.

Spinoza der ki: “Eğer duyguyu bastırırsanız değil, anlarsanız değişim başlar.”

Anlamak ise duygunun nedenini sorgulamak ile olur.

Bu sorgulama sayesinde duygunun sizdeki nedenlerini kavramış olursunuz. Artık o duygu sadece dış bir etkinin sonucu değil, sizin zihinsel sürecinizin bir parçasıdır. Duyguyu anlamak aklı devreye sokar. Böylece duygumuz etkinleşmiş olur.  Bu şekilde duygu artık bizi yöneten bir kuvvet olmaktan çıkar, biz onu yönetmeye başlarız. İşte tam bu noktada özgürleşmiş oluruz ve artık tepki veren değil, bilinçli olarak seçen bir varlığa dönüşürüz.

“Gerçek özgürlük, aklın rehberliğinde yaşamakla mümkündür.”
(Etika, V. Kısım, Önerme 42)


Yorum bırakın