Postulat; geometri, matematik ve mantık gibi disiplinlerde, doğruluğu açıkça kabul edilen ve bu nedenle kanıt gerektirmeyen önermelerdir. Genellikle aksiyom terimiyle eş anlamlı olarak da kullanılır.
Temel olarak bir önermenin postulat kabul edilebilmesi için şu özelliklere sahip olması gerekir;
Doğruluğu Kabul Edilir: Herhangi bir kanıta ihtiyaç duymadan doğru olduğu varsayılır.
Kanıtlanamaz: Sistemin içinde başka önermelerden türetilemez veya kanıtlanamaz.
Temel Oluşturur: Bağlı olduğu sistemin diğer önermeleri postulatlar üzerine inşa edilir.
Örneğin Öklid’in “Elementler” adlı eserindeki beş postulatı “Öklid Postulatları” olarak bilinir. Bunlardan en bilineni “İki nokta arasındaki en kısa yol bir doğru parçasıdır“ postulatıdır. Bu postulat deneyimlerimizle de örtüşen apaçık bir gerçektir kanıtlanmaya gerek duyulmaz.
Matematiğin de temelini oluşturan postulatlar vardır. Mesela, “Bir bütün, parçalarının toplamından büyüktür” veya “Aynı şeye eşit olan şeyler birbirine de eşittir” gibi. Bunlar da günlük deneyimlerimizle doğrulayabileceğimiz, apaçık gerçeklerdir.
Matematik ve Geometrinin dışında Mantık biliminde de postulatları vardır. Örneğin, “Bir şey ya doğrudur ya da yanlıştır” veya “Bir şey aynı anda hem doğru hem de yanlış olamaz” gibi. Bu postulatlar da mantığın temel taşlarıdır ve tartışmaya açık değillerdir.
İmmanuel Kant’a göre insan aklının da doğuştan getirdiği postulatları vardır. İşte bu yazımızın konusu da insan aklına ait olan postulatlar olacak.
Kant insan aklının doğuştan getirdiği üç temel yetisi olduğunu söyler. Bu yetilerimizi felsefe dünyasını temelden sarsarak değiştirecek olan “Saf Aklın Eleştirisi”, “Pratik Aklın Eleştirisi” ve “Yargı Gücünün Eleştirisi” adıyla yayımladığı üç kitabıyla açıklamıştır.
Kant, aklımızın doğuştan sahip olduğu bu üç temel yetimize; teorik akıl, pratik akıl ve yargı gücü isimlerini vermiştir. Teorik akıl, nesneleri ve olayları anlamamızı sağlarken, pratik akıl ahlaki eylemlerimizi yönlendirir. Yargı gücü ise, bu iki akıl arasında köprü kurarak estetik ve teleolojik yargılarda bulunmamızı sağlar.
Daha önceki Kant yazılarımızda bu üç temel yetiyi detaylı olarak açıklamıştık fakat her birinin sahip olduğu postulatları burada yeniden tekrar edecek olursak;
Teorik Aklın Postulatları; Uzay, Zaman ve Kategoriler
Pratik aklın Postulatları; Tanrı, Ruhun Ölümsüzlüğü ve İrade Özgürlüğü
Yargı Gücünün Postulatları ise; Amaçlılık, Ortak Duygu ve Dahilik (Doğuştan Gelen Yetenek)
Az önce yapmış olduğumuz “Postulat” tanımına göre Kant’ın insan aklında olduğunu düşündüğü postulatlar da diğer tüm postulatlar gibi kanıtlanmaya ihtiyaç duymadan doğruluğu kabul edilmiştir.
Kant’ın tüm felsefesinin amacı herkes tarafından doğruluğu kabul edilen evrensel bir ahlak yasasına giden yolu belirlemekti. Kant bunun için insan aklını iki ana bölüme ayırdı; Teorik Akıl ve Pratik Akıl
Teorik akıl, bilginin sınırlarını, yapısını ve geçerliliğini araştırır. “Ne bilebiliriz?” sorusuna cevap arar. Yine diğer Kant yazılarımızdan hatırlayacağınız gibi eleştiri serisinin ilk kitabı olan “Saf Aklın Eleştirisi” kitabında nasıl bildiğimizi ve neleri bilebileceğimizi ayrıntılı olarak açıklayan Kant bu eserinin sonunda insan aklının sadece dış dünyanın bilgisine yani “Fenomenal Dünya” bilgisine ulaşabileceğini söylemiş ve bu bilgiye ulaşacak akla ise “Teorik Akıl” demişti. Yani “Bizler “Numenal Dünyanın” bilgisine Teorik akıl ile ulaşamayız” diyordu
Peki Numenal Dünya nedir?
Numen: Deneyimin ötesinde olan, ama bilinemeyen şeyler (örneğin Tanrı, ruh, özgürlük) işte Kant teorik akıl bunları bilemez diyordu.
Pratik akıl ise “Ne yapmalıyız?” sorusuna cevap arayan ve İrade özgürlüğü, Tanrı ve Ölümsüzlük gibi kavramları postulat (zorunlu varsayım) olarak kabul eden akıldır. Çünkü ahlaki yaşam bu varsayımlarla anlam kazanır. Bu yüzden Kant’a göre ahlaki eylemlerimizin temelini oluşturan Pratik Akıldır.
İrade özgürlüğü, kişinin kendi eylemlerini belirleme ve seçim yapabilme yeteneğidir. Yani, dış etkenlerden veya içgüdülerden bağımsız olarak karar verebilme kapasitesidir. Kant’a göre, bu özgürlük, ahlaki eylemlerimizin temelidir. Çünkü ancak özgür olduğumuzda, ahlaki sorumluluk taşıyabiliriz.
Dikkat ettiyseniz Kant, Tanrı ve Ruhun Ölümsüzlüğü gibi kavramları Numenal Dünyanın kavramları olarak kabul etmiştir. Yani bunlqr Teorik akla ait bir bilgi değillerdir çünkü deneyimle ya da akıl ile kanıtlanamazlar.
Peki “İrade Özgürlüğü” neden Numenal Dünyaya aittir?
Kant’a göre, irade özgürlüğü, ahlaki eylemlerimizin temelidir. Yani, ahlaki bir seçim yapabilmemiz için irademizin özgür olması gerekir. Eğer irademiz özgür değilse, ahlaki sorumluluğumuz da ortadan kalkar. Kant bu nedenle irade özgürlüğünü, nedensellik yasalarının geçerli olduğu fenomenler dünyasının dışında tutmuş ve numenler dünyasında konumlandırmıştır.
Teorik akıl, deneyim dünyasıyla sınırlıdır ve nedensellik yasalarına tabidir. Yani, her olayın bir nedeni olduğunu ve bu nedenlerin de başka nedenlere dayandığını kabul eder.
Daha anlaşılır olması açısından “İrade özgürlüğü neden numenal dünyaya aittir?” sorusunu bir örnekle açıklayalım.
Örneğin, bir kişi bir suç işlediğinde, teorik akıl bu suçu, kişinin genetik yapısı, yetiştirilme tarzı, eğitimi ya da sosyal çevresi gibi faktörlere bağlayarak açıklamaya çalışır. Bu faktörler, kişinin suç işlemesini “nedeni” olarak görülür. Bu nedenler tanamı o kişi suçu işlerken özgür iradesiyle hareket ettiği fikrini zayıflatır.
Ancak Kant’a göre, bu açıklama şekli Kant’ın ulaşmak istediği evrensel ahlak sorumluluğunu ortadan kaldırır. Eğer her eylemimiz dış etkenler tarafından belirleniyorsa, o zaman eylemlerimizden sorumlu tutulmamızda çok saçma olacaktır. Bu nedenle, Kant, irade özgürlüğünün varlığını, ahlaki eylemlerimizin mümkün olabilmesi için bir postulat olarak kabul eder.
Kant birinci eleştiri kitabından sonra eleştiri serisi kitaplarının ikincisi olan “Pratik Aklın Eleştirisi” kitabını yazdığında pratik aklın postulatları olan Tanrı, Ruhun Ölümsüzlüğü ve İrade Özgürlüğü postulatlarını ahlaki bir yaşam sürmek için zorunlu postulatlarımız olduğunu açıklayacaktı. Bu postulatlar sayesinde evrensel ahlak yasasına uygun davrandığımızda bu çabamızın boşa gitmeyeceğini ve eninde sonunda ödüllendirileceğimizi düşünüyordu.
Madem bu yazımızda geçmiş Kant yazılarımızda da değindiğimiz Kant’ın Ödev Ahlakı Felsefesine uçundan da olsa yeniden giriş yaptık o halde ödev ahlakının iki zorunlu buyruğu ya da emri ya da Kant’ın kullandığı Latince bir terim ile ifade edersek İmperatifi olan “Hipotetik İmperatif (Koşullu Buyruk)” ve “Kategorik İmperatif (Koşulsuz Buyruk)” konusuna az da olsa yeniden değinmekte yarar görüyorum.
Hipotetik İmperatif (Koşullu Buyruk) bu tür buyruklar bir amaca ulaşmak için ne yapmamız gerektiğini söyler. “Eğer X’i istiyorsan, Y’yi yapmalısın.” daha açık bir örnekle “Güvenilir bir insan olmak istiyorsan yalan söylememelisin” yani güvenilir biri olmanın “Koşulu” yalan söylememek diyor. Bir koşula bağlı bir buyruk.
Kategorik İmperatif (Koşulsuz Buyruk) ise bizi Kant’ın evrensel ahlak yasasına götüreceği buyruklardır. Bu tür buyruklar koşulsuzdur. Ne olursa olsun, sırf doğru olduğu için yerine getirilmelidir. Yine az önceki örneği verecek olursak “Yalan söylememelisin” Hem de hiçbir koşula bağlı olmadan, her zaman, her koşulda yalan söylememelisin.
Immanuel Kant, kendi postulatlar anlayışının yalnızca teorik bilgide ya da akademik bir çerçevede kalmasını istemiyordu. Onun bütün amacı evrensel bir ahlak yasasına ulaşmaktı bu yüzden onun postulatlar anlayışı ahlaki eylemlerin temelini de içine alan çok yönlü bir felsefi sistemin parçasıdır. Kant, ilk eleştiri eseri olan “Saf Aklın Eleştirisi” kitabında insan aklının sınırlarını ve kapasitesini tanımlarken, aynı zamanda bu aklın bizi nasıl evrensel bir ahlak yasasına götüreceğinin yolunu da çiziyordu. İrade özgürlüğü, Tanrı ve ruhun ölümsüzlüğü gibi postulatlarımız deneyimle kanıtlanamasa da ahlaki hayatın anlamlı olabilmesi için kabul edilmesi gereken zorunlu varsayımlardır. Belki de bu nedenle, aklın sadece bilmek için değil, doğru olanı yapmak için de var olduğunu hiçbir zaman unutmamamız gerekir.
