“Yaşam sadece şimdi’den mi ibaret, yoksa zihnin kurduğu bütünlük mü asıl yaşam?”
Zaman ve mekan algısı içinde yaşamaya mahkum edilmiş insan için bu soru, insanın varoluşuna dair en yalın ama en derin sorulardan biridir. Çünkü bizler hayatı bugünden geleceğe doğru akan bir zaman fragmanı üzerinde yaşıyoruz fakat yaşarken elimizde olan tek şey şimdiki andır.
Fakat hayatı yalnızca anların toplamı olarak görmek bence bir resmi tek tek fırça darbelerinden ibaret sanmaya benziyor. Oysa resmi oluşturan o fırça darbelerinin tamamıdır.
Hiç düşündünüz mü bir resim binlerce fırça darbesinden oluşmasına rağmen biz o resme baktığımızda neden o fırça darbelerini değil de resmin bütününü görüyoruz?
Nasıl ki zihnimiz fırça darbelerinden oluşan o büyüklü küçüklü parçaların ötesine geçerek, onları bir bütünlük içinde kavrıyor ve o parçalardan oluşan bütünden anlamlı bir kurgu çıkartıyorsa belki biz de anlardan oluşan hayatımızdan bir anlam çıkartabilmek için anların toplamına bakmamız gerekiyordur.
Çünkü “Bütün, parçaların toplamından fazladır.”
Gestalt’ın Penceresi
Yirminci yüzyılın başlarında Almanya’da Wertheimer, Köhler ve Koffka’nın öncülüğünde gelişen Gestalt kuramı, insan zihninin parçaları bir araya getirirken onlara yeni bir anlam yüklediğini öne sürdü. “Gestalt Algı Teorileri” olarak bilinen bu teoriye göre, insan doğası gereği nesneleri parçalarının toplamından ziyade bütün bir yapı olarak anlamaya meyillidir.
Örneğin bir müzik eserini düşündüğümüzde aslında duyduğumuz şey kulağımıza çarpan tek tek notalardır, ama o binlerce nota bir araya geldiklerinde bir müzik eserinin bütünlüğünü doğururlar. Aynı şekilde bir puzzle’ın parçaları da tek başına anlamsızdır; ancak birleştiğinde bir anlam ortaya çıkar. O küçük parçalardan anlamı çıkartan bilinçli zihnimizdir.
Tıpkı gülen yüz emojisi bir çember içinde iki nokta ve bir yarım aydan oluşan bir sembolken zihnimizin onu bir “gülen yüz” olarak kavraması gibi hayatımıza da anlamı veren yaşadığımız iyi ya da kötü anlardır.
Gestaltçılar bu durumu “algının örgütleyici doğası” olarak açıklar. Onlara göre zihin, benzerlik, yakınlık, süreklilik ve tamamlama gibi ilkeler aracılığıyla dağınık parçaları bir figüre dönüştürür. Dolayısıyla dünyayı asla çıplak parçalar halinde değil, örgütlenmiş bütünler halinde deneyimleriz.
Gestaltçılardan sonra Edmund Husserl fenomenoloji sayesinde benzer bir gerçeğe işaret etti:
“Algı yalnızca duyulardan gelen verilerin toplamı değildir”
Öyleyse “Algı” nedir?
Husserl bu basit gibi görünen çetrefilli soruyu yanıtlamak için “Noesis-Noema” ayrımına gitti. Husserl’e göre bilinç edimi (Noesis) ile bilinçte beliren nesne (Noema) her zaman bir bütünlük içinde işler. Yani bir ağacı gördüğümüzde yaprakların, dalların, gövdenin toplamını görmeyiz; zihnimiz “ağaç” bütünlüğünü pratik olarak kurar.
Peki ya hayatımız? Etiyle, kemiğiyle ve tüm yaşanmışlığıyla övündüğümüz hayatımız da parçalardan oluşmuyor mu?
Bu sorudan yola çıkarak şunu diyebilir miyiz? İnsan zihni yalnızca dış dünyayı değil, hayatın kendisini de Gestalt ilkeleriyle algılar.
Bunu diyebilmek için öncelikle nasıl ki ağacı parçalar halinde yapraklar, dallar ve gövde olarak ayırıyorsak hayatında parçalarını bulmamız gerekiyor.
Zamanın parçaları anlardır. Zaman anlardan oluşur. Hatta biz bu anlara “Geçmiş, Şimdi, Gelecek” diyoruz.
İşte burada yaşamın zamansallığı devreye girer. Hayat da tek tek anlardan, parçacıklardan ibaretmiş gibi görünebilir. Bir sabah uyanırız, kahvemizi içeriz, işe gideriz, tatile çıkar, yeni insanlarla tanışır, aşık olur, evlenir, çocuk sahibi oluruz bütün bu yaşadıklarımız hayatımızın tek tek anları değil midir?
Fakat bu parçaların toplamı bize yaşamın bütününü vermez. O bütün, zihnin kurduğu zamansal Gestalt’tır. Yani; Geçmiş, Şimdi ve Gelecek
Geçmiş: Zihnimiz yaşadığımız anları biriktirir. Pişmanlıklarımız, gurur duyduklarımız, unuttuklarımız sadece anılarımız değildir, onları birbirine bağlayan bir hikaye vardır. Bu hikayenin adı geçmiştir.
Şimdi: An, tek başına bir fragman gibidir. Ama geçmişin ağırlığı ve geleceğin beklentisiyle çevrili olduğunda anlam kazanır.
Gelecek: Henüz yaşanmamış olsa da, zihnimiz onu şimdiden hayallerimizle bütünlüğün içine dâhil eder. Umutlarımız, planlarımız, korkularımız hep gelecekle ilgildir.
Böylece yaşam yalnızca “şimdi”den ibaret olmaktan çıkar; geçmiş, şimdi ve gelecek sürekli olarak bir bütünü oluşturur. Tıpkı notaların birleşip bir müzik eserinde anlam bulması gibi, anlar da birleşerek “hayat” dediğimiz bütünlüğü oluşturur.
O halde artık yazımızın ana fikri olan cümleyi kurabiliriz;
Parçalara sıkışmadan bütünü görebilmek gerekir.
Tek bir anın pişmanlığına saplanıp kalmak, bir puzzle’ın yanlış yere konmuş parçasına takılıp bütün resmi çöpe atmaya benzer. Oysa bana göre gerçek anlam, parçaların ötesinde, onların birlikte oluşturduğu bütünde yatar. Hayatımızı oluşturan parçaların içinde doğru seçimlerimiz, mutluluklarımız ve güzel umutlarımız olduğu kadar hatalarımız, pişmanlıklarımız, acılarımız da vardır ve olmak zorundadır. Ama hayatın tamamı bir bütün olarak güzeldir.
Bu yüzden ben de “Gestaltçılar” gibi yaşamı değerlendirirken tek tek anlara değil, onların oluşturduğu bütüne bakmak gerektiğini düşünüyorum. Anlar bazen acı, bazen tatlıdır; ama sadece bir bütün olarak bir anlam taşır. Gestalt psikolojisinin bize öğrettiği, Husserl’in de fenomenolojik düzeyde işaret ettiği şey yazımızın ilk cümlesindeki sorunun cevabıdır;
Yaşam sadece şimdi’den ibaret değildir; asıl yaşam, zihnin kurduğu bütünlüktür. Yani hayat, biriktirdiğimiz anların toplamı değil, onlardan dokuduğumuz bir bütündür.
