İnsanlık tarihi boyunca kimi anlar vardır ki, sadece bir dönemi değil, gelecek dönemleri de etkisi altına alır. İngiliz Sanayi Devrimi, tam da böyle bir andır. Ünlü İngiliz Marksist tarihçi ve yazar Eric Hobsbawm’ın dört ciltlik “Devrim Çağı”,“Sermaye Çağı”,“İmparatorluklar Çağı” ve “Aşırılıklar Çağı” kitaplarından oluşan “Çağlar Serisi”, 1789 Fransız Devrimi’nden 1991 yılına kadar insanlık tarihinin geçirdiği evreleri ve değişimi detaylı biçimde anlatan önemli bir kaynaktır. Yazımın ana kaynağı da Hobsbawm’ın “Sermaye Çağı” adlı eseridir.
İnsanlığın tarımı, metalürjiyi, yazıyı, kenti ve devleti keşfettiği o uzak çağlardan sonra, belki de tarihindeki en büyük dönüşümü 1789 Fransız Devrimi ve 1760 civarında başlayıp 1850’lere kadar süren Sanayi Devrimi oluşturmuştur. Öylesine ki, Sanayi Devrimi üretim süreçlerini kökten değiştirirken, günümüzde de hala kullandığımız endüstri, sanayi, sanayici, manifaktür, fabrika, makine, mekanizasyon, seri üretim, işbölümü, girişimci, burjuvazi, orta sınıf, işçi sınıfı, kapitalizm, emek, ücretli emek, üretim araçları, işsizlik gibi kavramları ortaya çıkarmıştır. Fransız Devrimi ise Aristokrasi, Cumhuriyet, yurttaş, anayasa, egemenlik, demokrasi, insan hakları, eşitlik, özgürlük, kardeşlik, laiklik, milliyet, milliyetçilik, ulus, ulus devleti gibi siyasal terimleri gündeme getirmiştir.
Bu iki devrimin sonuçlarına baktığımızda; Sanayi Devrimi’nde söz konusu olanın genel anlamda endüstri değil, kapitalist endüstrinin gelişimi olduğunu; Fransız Devrimi’nin getirdiği özgürlük ve eşitlik bağlamında ise bu kazanımların ağırlıklı olarak orta sınıf ve liberal toplum ile sınırlı kaldığını görürüz. Ancak yine de siyasal bir nitelik taşıyan Fransız Devrimi’nin sadece Fransa’nın, endüstriyel bir nitelik taşıyan İngiliz Sanayi Devrimi’nin ise sadece İngiltere’nin tarihine ait olmadığını; bu iki devrimin daha geniş çaplı bölgesel bir varoluşa evrildiğini ve evrensel sonuçlar doğurduğunu da göz ardı edemeyiz.
Mesela bu devrimlerden yıllar sonra otuzundaki Karl Marx ile yirmi sekizindeki Friedrich Engels’in Alman Komünist Birliği’nden aldıkları talimat uyarınca taslağını hazırladıkları ve 21 Şubat 1848’de Londra’da okunan Komünist Parti Manifestosu bu iki devrimin mutlak ve evrensel sonucu olarak değerlendirilebilir. Manifesto, kısa sürede Almanca dışında İngilizce, Fransızca, İtalyanca, Flamanca ve Danca’ya çevrilmiş, böylece Avrupa ve dünya çapında etkisini göstermiştir.
Hobsbawm’ın sözleriyle Sanayi Devrimi, “yavaş bir evrimin değil, insanın üretimle kurduğu ilişkinin kökten dönüştüğü bir patlamadır.” 1780’lerin İngiltere’sinde başlayıp bütün dünyaya yayılan bu hareket, yalnızca makinelerin değil, düşüncenin de devrimi olacaktı. O dönemde İngiltere, dünyanın geri kalanından yalnızca birkaç adım değil, birkaç yüzyıl ilerideydi. Buhar makinesinin ritmi, insan emeğini ilk kez kendi sınırlarını aşacak bir hızla yeniden tanımlıyordu. Üretim artık bir el sanatının değil, bir sistemin işiydi. Fabrikalar, yalnızca malları değil, yeni bir toplumu da üretiyordu. Hobsbawm’ın ifadesiyle dünya bir anda “İngiltere’nin atölyesi olmuştu.”
Ama bu dönüşüm yalnızca bir zafer hikâyesi değildi. Buhar makineleriyle birlikte doğan yeni çağ, beraberinde yeni yoksulluk biçimlerini de getirdi. Kentlerin gri duvarları arasında, üretimin artışıyla ters orantılı biçimde azalan bir hayat kalitesi vardı. Emek artık soyut bir değerdi; insan emeği, zaman birimine bölünmüş bir maliyet haline gelmişti. Kırsaldan kente göçen yüz binler bir anda “işçi sınıfına” dönüştüler. Modern proletaryanın doğum sancısı da böylece başlamış oldu.
Sanayi Devrimi’nin en sarsıcı yanı, geri döndürülemez oluşuydu. Hobsbawm’a göre bu süreç, “tarihte ilk kez değişimin kendisini kalıcı hale getirdi.” Artık sabit kalan hiçbir toplumsal düzen yoktu; her şey büyümenin, üretimin, ilerlemenin mantığına bağlanmıştı. İnsanın doğaya hükmetme isteği, doğayı tüketme mecburiyetine dönüştü çünkü üretmek için hammadde gerekiyordu.
Sermaye Çağı’nın en somut başarısı ve simgesi, belki de demiryolları ve telgraftı. Demiryolu, yalnızca bir ulaşım aracı değil, aynı zamanda ulusal sanayilerin can damarı, demir ve kömür endüstrisinin ve tabii ki sermayenin en büyük yatırım alanıydı. Hobsbawm’a göre, “Demiryolları kapitalist kalkınmanın hem ölçüsü hem de aracıydı. O, kapitalist dünyayı birbirine bağlayan, ulusal ekonomileri yaratan ve küresel bir pazarın çerçevesini çizen şeydi.”
Kıtalar, okyanusların altından geçen telgraf kablolarıyla birbirine bağlanırken, ticaret ve bilgi akışı inanılmaz bir hız kazandı. Artık hiçbir köşe, kapitalist pazarın erişiminin dışında değildi. Bu gelişmeler Avrupa ve Kuzey Amerika’nın ekonomik ve teknolojik üstünlüğünü sağladı.
Sermaye Çağı, esasen liberal ekonominin çağıydı. Liberal ekonomi sadece ekonomik gücü elinde tutmakla kalmıyor, aynı zamanda kendi ideolojisi olan liberalizmi de evrenselleştirmeye çalışıyordu. Liberal ekonomi kendi değerlerini dayatırken bir yaşam tarzı da yarattı. Zenginlik, sadece biriktirilmekle kalmıyor, gösteriş yoluyla sergileniyordu. Bu gösteriş, liberal ekonominin toplumsal statüsünü de sağlamlaştırıyordu. Hobsbawm’a göre, “Bu çağ, başkalarının itaat etmeyi kabul ettikleri bir otoritenin varlığına dayanan bir toplumun değil, kendi başarısını ve üstünlüğünü kendi parasıyla satın alan bir sınıfın çağıydı.”
Ancak Kapitalizmin de hassas noktaları vardı mesela kitlesel demokrasiden korkuyordu. Kapitalizm hala 1848 olaylarının etkisi altındaydı. 1848, Avrupa tarihinin “devrimler yılı” olarak bilinir ve neredeyse kıta genelinde halk ayaklanmalarının ve siyasi sarsıntıların yaşandığı bir dönemdir. 1848’in olayları halkın kolayca sosyalizme veya radikalizme kayabileceğini göstermişti. Bu nedenle siyasi haklar sadece mülkiyet ve eğitim gibi haklarla sınırlı tutuluyordu.
Ayrıca bu dönemde ekonomik genişlemeyle birlikte ulus-devlet modelinin oluşmasına neden oldu. i 19. yüzyılın ortalarından sonlarına doğru, ekonomik modernleşme, sanayileşme ve demokrasiyi talep eden halk hareketleri, ulus-devletlerin oluşumunu hızlandırdı. Almanya, İtalya, Romanya, Bulgaristan, Macaristan gibi ulus devletleri kuruldu.
Sermaye Çağı bir büyüme ve ilerleme hikayesi olsa da, Hobsbawm, bu zaferin altında yatan çelişkilere de odaklanır. Mesela Sanayi Devrimi’nin yarattığı büyüme ve modern kütür hayatına rağmen işçi sınıfı, kentlerin gettolarında modern yaşamdan uzak, yoksulluk ve güvencesizlik içinde yaşamaya devam ediyordu. Daha sonraki yıllarda yapılan restorasyonlarla genel yaşam standartlarında bir iyileşme olsa da, işçi sınıfı hala sermayenin soyut bir maliyet birikimiydi.
Daha sonraki yıllarda birçok şey sermayenin hizmeti altına girmeye devam etti. Örneğin bilim, teknik ve sermaye birleştiğinde ortaya çıkan güç, yalnızca yeni bir ekonomi yaratmadı; aynı zamanda yeni bir bilinç doğurdu. İşçiler artık yalnızca üretim bir parçası olurken, tüketenler ise hızlı tüketmeye alıştırılmış müşterilere dönüştüler. Hobsbawm’ın deyişiyle, “değişim artık istisna değil, kuraldı.” O kural hâlâ günümüzde de sürüyor. Buhar makinelerinin yerini algoritmalar alsa da Sanayi Devrimi hala devam ediyor; sadece biçim değiştirdi.
