Minerva’nın Baykuşunun Kanat Sesleri

“Die eule der minerva beginnt erst mit der einbrechenden dämmerung ihren flug”

“Minerva’nın baykuşu ancak alacakaranlıkta uçar”

Georg Wilhelm Friedrich Hegel

Yukadaki cümle Hegel’in “Hukuk Felsefesi” adlı kitabının önsözünde söylediği bir metafordur. “Minerva” Roma mitolojisindeki “Bilgelik Tanrıçası” Yunan mitolojisindeki Athena’nın diğer ismidir.

Hegel bu metaforu ile yaşadığımız olaylar hakkındaki düşüncelerimizin ancak o olaylar gerçekleştikten ve başımızdan geçip gittikten sonra ortaya çıkacağını anlatmak ister. Gerçektende bizler hayatımızdaki büyük olayların, önemli durumların, hayatımızda gerçekleşen acı, tatlı anların üzerinden belli bir zaman geçmeden onların hayatımızdaki etkilerini asla bilemeyiz.

Sevgili Gündüz Vassaf’ın “Geceye Övgü” adlı kitabındaki deyimiyle “Gece vakti, gündüzün telaşından, hayhuyundan eser kalmaz. Az çok huzura kavuşmuş oluruz. Şöyle bir on saat kadar, bizden istenen, beklenen bir şey olmayacaktır.” Hegel’in Minerva’nın baykuşu metaforunda anlatmak istediği de tam olarak budur aslında… Artık gece olmuş ve Minerva’nın baykuşu havalanmıştır; yaşanılacak her ne varsa yaşanılmış, hissedilenlerin tamamı hissedilmiştir; gün geceye kavuşmuştur, artık duyduğumuz tek ses Minerva’nın baykuşunun kanat sesleridir.

Ve işte ancak o zaman, her şey yaşanılıp bittiğinde yaşadıklarımızın bizde bıraktığı etkileri hissedebiliriz. Çünkü bizi biz yapan ve her şeyi belirleyen geçmişle aramızdaki o ufacık mesafedir aslında.

Ve gün gelir Minerva’nın baykuşu hayatımızın bir noktasında kanatlarını açar ve bizim için en sancılı ama belki de en adil muhasebe işte o zaman başlar ve bir an da varoluşsal sancılara saplanıveririz. İnsanın içine birden bire gelir bu sancı; gelişini de hiç fark edemezsiniz, yavaş yavaş sinsince yaklaşır size ve en korunmasız anınızda tutar yakalar sizi.

Varoluş sancısı, her sabah aynı şeyleri yapmak için uyanan, her gün aynı yollardan geçerek işine giden, iş yerinde her gün tekrar tekrar aynı işi yaparak yine aynı yollardan geçip evine dönen ve her gece aynı şeyleri yapacağı bir sabaha uyanmak için tekrar uyuyan ve bu döngü içinde yaşayan ya da yaşadığını sanan yirmi birinci yüzyıl insanlığının artık nezleden daha fazla yaşadığı bir hastalık halidir.

Varoluş sancısı, hayat sahnenizdeki dekorların bir anda yıkıldığı ve sahnede öylece bir başınıza kaldığınız andır. Oysa oyununuzdaki tüm replikleriniz sizin gözetiminizden geçmiştir, sahnenizdeki bütün dekorları tek tek kendi ellerinizle siz yerleştirmişsinizdir sahnenize, oyununuzun bütün ana karakterlerini siz seçmiş hatta yardımcı oyuncuları bile siz dahil etmişsinizdir oyununuza ama o an geldiğinde, Minerva’nın baykuşu kanatlandığında oyununuzun tam orta yerinde olsanız bile, henüz perde bile kapanmadan bir trak gelir ve öylece kalakalırsınız sahnede. Sakın korkmayın oluyor böyle şeyler ve merak etmeyin herkese oluyor.

Minevra’nın baykuşunun kanat seslerini duyduğunuzda, ellerinizle yerleştirdiğiniz bütün o dekorların tek tek yıkıldığını gördüğünüzde işte o an hayata bir es vermenin ve kimselere belli etmeden sessizce bir köşeye çekilip ne kadar acı çeksek, ne kadar üzülsek bile kendimize dışarıdan farklı bir gözle bakarak, kendimizi ve hayatımızı sorgulamanın gerekliliğine inanıyorum.

Gerçekten hayatımızdaki her şeyi doğru yapmış olabilir miyiz? Hayat yolculuğumuzdaki her seçimimiz bizi doğruya ulaştırmış olabilir mi? Eğer gerçekten her şeyi doğru yapmış olsaydık Minerva’nın baykuşunun kanat seslerini duyduğumuzda hayat sahnemizdeki dekorların tek tek yıkıldığına tanık olur muyduk?

Ben determinizme inanmıyorum. Hayatın ise sadece seçimlerimiz olduğunu düşünüyorum. Çünkü eğer doğadaki her şey deterministtik bir yasaya bağlıysa, yani her şey bir neden sonuç ilişkisiyle devam ediyorsa; insan da doğanın bir parçası olduğundan o da determinizmin bir parçası olmaz mı? İşte şimdi o büyük sorumuzu sormamızın zamanı geldi. Eğer determinizm varsa o zaman özgür irade diye bir şey kalır mı? Peki ya tesadüf diye bir şey olabilir mi?  Yani doğa ve doğadaki her şey determinizm ile var oluyorsa yani bizler sadece nedenlerin bir parçasıysak; Mutlak ya da özgür irade diye bir şey olamaz. Çünkü o zaman her şey bir nedene, nedenin kendisi de başka bir nedene bağlıdır, bağlı olmak zorundadır. Bu düşünce yani determinizm bizi sadece yaptığımız seçimlerin sorumluluğundan kurtarır.

Oysaki hayatımızı bizler seçimlerimizle var ederiz. Eğer insan kendi özünü oluştururken özgürse, yaptığı ve yapacağı tüm seçimlerin sorumluluğunu da kendisi taşıması gerekir. Ve işte Sartre’ın o ünlü ve unutulmaz sözü tam da bu düşünceden ortaya çıkmıştır; “İnsan özgür olmaya mahkumdur, zorunludur. Zorunludur, çünkü kendini yaratır. Özgürdür, çünkü yeryüzüne geldi mi, dünyaya atıldı mı bir kez, artık bütün yaptıklarından sorumludur”

İşte bu yüzden ben geçmişin olayları üzerine kafa yormanın hatta bu durum bize acı verse bile yaşadıklarımızı sorgulamanın önemli olduğunu düşünüyorum. Bu konuda “Sorgulanmayan bir hayat yaşanmaya değmez” diyen Yunan felsefesinin belki de en büyük filozofu olan Sokrates’in yanıldığını da düşünmüyorum.


Minerva’nın Baykuşunun Kanat Sesleri’ için 3 yanıt

  1. Kendi biricik karekterlerimizi,ençokta hayattaki seçimlerimizle inşa etmek, insanın en büyük sorumluluğudur.Harika bir yazı🙏

    Liked by 1 kişi

Bülent YÜNEY için bir cevap yazın Cevabı iptal et