Umut ve Pandora

Gelecekteki olasılıklar evreninden beklentilerimiz hiçbir zaman olumsuz olmadı; hep güzeli, hep olumluyu, hep bizdeki eksik olanı istedik. “Bir gün her şey çok güzel olacak sadece bekle ve umut et” Hangimiz bu sözleri hayatımızın birçok anında söylemedik ki? Çünkü insan beklentilerinde umudunu hiçbir zaman kaybetmek istemiyor.

Oysaki tüm canlılar içinde her şeyin iyiye gideceği inancı insana özgü bir fantezidir. Bizim dışımızdaki tüm canlılar hayatı gelişine yaşarken insan çoğu zaman bunu yapamadığı için umudu icat etmiştir.

Umut, soyut bir kavramdan ziyade bir ruh halidir aslında, bir dileğin veya bir beklentinin gerçeğe dönüşmesine ilişkin olumlu bir ruh hali… Ve bu kavram felsefi düşünceye yeni bir bakış açısı getiren Kant’ın Saf Aklın Eleştirisi’nin sonunda sorduğu üç temel sorudan belki de en önemlisidir “Ne umabilirim?”

Merak etmeyin yeni bir Kant yazısı yazmayacağım. Yazımız Pandora’nın kutusundaki o son kötülük olduğu varsayılan “Umut” ile ilgili.

“Pandora’nın Kutusu” mitolojik bir hikayedir ve belki de insanlık tarihinin en eski hikayelerinden biridir. Milattan Önce yedinci yüzyılda, Hesiodos, “İşler ve Günler” adlı şiirinde anlatır Prometheus ile Pandora’nın hikayesini.

Bu hikâyeyi anlatabilmek için Eski Yunan’a kadar gitmemiz gerekiyor, yeryüzünün tanrılar tarafından yönetildiği günlere. Baş Tanrı, Olimpos Dağında oturan Zeus’dur. Tanrılar uzaklardadır, insanlar ise yeryüzünde yalnızdır. Bin bir güçlükle yaşamaya çalışmaktadırlar; yeryüzü soğuktur, kar, yağmur ve gece olduğunda çokça karanlık. Tanrılar henüz insanlığa Olimpos Dağında yanan ateşi vermemişlerdir. Hatta yasaktır ateşten söz etmek bile. Ve sonunda Prometheus artık insanlığın daha fazla karanlıkta ve soğukta kalmasına dayanamaz günlerce Olimpos Dağına yürür; ateşi Olimpos Dağından alıp yeryüzüne indirmektir amacı. Marx “İnsanlık ateşi bulduktan sonra sadece karanlıktan kurtulmadı, aklı ve emeği sayesinde yaşamın bütün güçlükleriyle baş etmeyi de öğrenmiştir” der.

Ama hikâye Prometheus’un ateşi Olimpos dağından çalmasıyla bitmez.

Zeus kendi evinden ateşi çalan Prometheus’un cezasız kalmasını istemez, insanlığa unutamayacakları bir ceza vermek için çok güzel bir kadın meydana getirir ve ona “Tanrıların Armağanı” anlamına gelen “Pandora” ismini verir ve bu güzel kadını elinde Abanoz ağacından yapılmış bir sandıkla Prometheus’un kardeşi Epimetheus’a hediye olarak gönderir. Prometheus, kardeşine Zeus’tan kendisine gelen bu hediyeyi kabul etmemesini söylemesine rağmen kardeşi Pandora’nın güzelliğine dayanamaz ve Zeus’un hediyesini kabul eder. “Bari sandığı açmayın” diye uyarır Prometheus, ama hikâye bu ya Prometheus’un tüm uyarılarına rağmen Pandora merakına yenik düşer ve bir gün sandığı açar.

Sandığın kapağı açılır açılmaz  siyah renkte uçuşan kelebekler halinde tüm kötülükler dışarı çıkar; pişmanlık, öfke, kibir, keder, yalan, riya, açlık, savaş, kıskançlık, eşitsizlik ne varsa her şey dünyaya yayılır. Olayı gören Epimetheus son anda yetişir ve sandığı kapatır. Fakat kapanan sandığın içinden cılız bir ses gelmektedir; “Ne olur, lütfen beni de çıkarın. Dışardaki kötülüklerle ancak ben baş edebilirim” der cılız ses. Bu sefer Pandora, Epimetheus’la birlikte açar sandığı. Sandığın dibinde bir kelebek vardır. “Sen de kimsin” diye sorar Epimetheus. Kelebek,” umudum ben” diye cevap verir

Ve o günden beri tartışılır “Umut” Zeus’un insanlığa gönderdiği bir kötülük müdür? Yoksa Zeus’un Pandora’nın kutsuna yanlışlıkla koyduğu ve dünyadaki tüm olumsuzluklarla baş etmemizi sağlayan bir araç mıdır? Cevabını hala kimse veremiyor.

Umut felsefesi felsefe tarihinde teist, deist, idealist ya da materyalist pek çok düşünür tarafından konu edilmiş, birçok filozof bu kavrama kendi bakış açılarından farklı anlamlar yüklemiştir.

Mesela Nietzsche’ye göre umut en büyük kötülüklerden biridir çünkü insanı boş bir beklenti içine sokar, insana verdiği tek şey ise onun çektiği eziyeti uzatmasıdır.

Ernst Bloch ise umuda Marksist bir bakış açısıyla yaklaşır. Bloch’un bahsettiği umut, körü körüne bir bekleyiş değildir aksine insanı hareket geçiren ona güç veren bir kıvılcımdır. Marks bütün filozofların dünyayı açıkladığını, ancak önemli olanın dünyayı değiştirmek olduğunu vurgulamıştı. Bloch bu düşünceden hareketle dünyayı umudun değiştireceğini savunur.

Nietzsche ve Bloch’un düşüncelerine baktığımızda aslında sorulması gerekli olan soru şudur; Umut, istediğimiz şeylerin gelecekte olacağına inanmak, yeterince beklersek yaşamın kendiliğinden iyi şeyler getireceğini düşünmek midir?  Yoksa bizi ateşleyen etkin bir eylem midir?

Ne garip, olasılıklar evreninin o mucizevi olasılıkları şu andan daha cazip geliyor bize; bazen gelecekteki olasılıkları düşünmek bizi daha çok mutlu edebiliyor. Hatta o çok istediğimiz şey hiçbir zaman gerçekleşmese bile bir gün gerçekleşebilir olmasının düşüncesi bile bizi daha fazla mutlu ediyor. Oysaki belki de Zeus haklıydı belki de asıl yanlışı biz böyle düşünerek yapıyoruzdur. Umut etmeyi bir kötülük olarak görüp bir gün her şeyin çok güzel olacağını beklemek yerine elimizdeki güzel olan şeylerle hep “an da kalmak “belki de asıl mutluluktur.

Gelin yazıyı Nazım Hikmet’in “Büyük İnsanlık” şiirinin son mısralarıyla bitirelim

“Büyük insanlığın toprağında gölge yok, sokağında fener, penceresinde cam ama umudu var büyük insanlığın ; umutsuz yaşanmıyor.”


Umut ve Pandora” için bir yanıt

  1. Umut, zaman kaybettirir. Öte yandan inşallah kelimesinin farklı versiyonudur. Umut etmek karşılığında ekmek kazanılır mı bilemiyorum fakat benim hayatımda hiçbir işe yaramadığını biliyorum. Zorlu ve mücadeleci yaşam öykülerinin kahramanlarına baktığım zaman, umut ederek beklediklerini değil hayatlarına sıkı sıkıya sahip çıktıklarını gördüm. Yani başaranlar, ellerindeki meşalede yanan Zeus’un ateşi ile bitiş çizgisine koşuyorlar. Sonra başka işe yöneliyorlar. Bir işin bitiminden diğer işin başlangıcına varıyorlar. Bu döngüyü yaşamına yerleştirenlerin umutsuz olacağına inanmıyorum.

    Liked by 1 kişi

Ahi Fata için bir cevap yazın Cevabı iptal et