Emek-Değer Teorileri

Önce “Emek” kavramın kelime anlamının ne olduğuna bakalım. İktisat kitapları bu kavramı şöyle tanımlıyor;

“Mal veya hizmet üretimi sırasında ortaya konan insan kaynağıdır. Üretimi gerçekleştirenlerin fiziksel ve düşünsel katkılarının tamamıdır.”

Mal ise yani Marx’ın deyişiyle “Meta” ise “yaşam için gerekli, yararlı ya da hoş herhangi bir şeydir”, insan gereksinmelerinin konusu, sözcüğün en geniş anlamıyla, bir geçim aracıdır.

Meta her şeyden önce, bizim dışımızda bir nesnedir. Üretilen ve üretilirken emek harcanılan ve belki de en önemlisi sahip olduğu özellikleriyle bizim gereksinimlerimizi karşılayan bir şeydir.

Tabii ki Meta’yı kapitalizmin vazgeçilmezi yapan sadece insanların gereksinimlerini karşılaması değildir; Meta aynı zamanda değişim değeri olan bir şeydir ve Meta’nın değişim değerinin olması onu Kapitalizmin vazgeçilmezi yapan en önemli özelliğidir. Ama bir metanın meta olması için tek başına değişim değeri yeterli değildir.

Her Meta’nın “Kullanım-değeri” ve “Değişim-değeri” olmak üzere iki değeri vardır. Ve aynı zamanda bir metaın kullanım değerinin olması zorunlu bir koşuldur; ama kullanım-değeri olan her şeyin meta olması gerekli değildir.

Ve tabii ki bir Meta’nın kullanım değeri, kullanım-değeri olarak ele alındığında ekonomi politik alanına girmez fakat işin içine değişim-değeri girdiği taktirde yani kullanım-değeri olan bir şeyin değişim-değeri varsa o zaman o meta ekonomi politik alanına girer.

Değişim ve Kullanım Değerleriyle ilgili önemli bir nüansta farklı kullanım değerlerine sahip olan metaların değişim değerlerinin eşit olabilme hadisesidir. Mesela lüks bir arabanın değişim değeri belli sayıdaki boya kutusuyla mesela on bin adet boya kutusu ile eşit olabilir.

Marx’a göre kullanım değeri olan bütün metalar bir geçim aracıdırlar ve metaların tamamı toplumsal yaşamın ürünleridir ve insanın emeğinin sarf edilmesinin sonucu, maddeleşmiş emektirler. Yani toplumsal emeğin maddileşmiş halidirler.

Gelin bu kısmı daha iyi anlayabilmek için biraz açalım; “Bir şeyin kullanım değerinin ölçüsü o şeyin bize sağladığı faydasıdır.” Yani o şey bize ne kadar fayda sağlıyorsa bizim için önemi de o derece yüksek olacaktır. Buna rağmen bir şeyin değişim değerinin ölçüsü o şeyi meydana getirirken harcadığımız emek-zamandır.

Buraya kadar yazdıklarımızdan artık şunu biliyoruz ki bir Meta’yı Meta yapan değişim değeridir ancak kullanım değeri olmayan bir Meta’nın değişim değerinin olması da çok saçma olurdu. Unutmayalım ki bir şey bizim için ne kadar yararlıysa ve gereksinimimizi ne kadar çok karşılıyorsa o şey o kadar kullanım değerine sahip olacaktır. Hiçbir işimize yaramayan bir malı kim almak ister ki?

“Meta”nın ne olduğunu ve özelliklerini anladıktan sonra sanırım artık yazımızın konusu olan “Emek-Değer Teorileri” konusuna geçebiliriz.

Emek değer teorileri, bir mal veya hizmetin değerini, üretimi için harcanan emeğin belirlediğini savunan ekonomik teorilerdir. Bu teoriler genellikle klasik ekonomi ve Marksist ekonomi ile ilişkilendirilir. Temel varsayımları, bir ürünün değerinin, üretimi için kullanılan emeğin miktarıyla orantılı olduğudur.

Bu teorilerden en önemlileri;

Klasik Ekonomide; “Adam Smith’in Emek-Değer Teorisi” ve “David Ricardo’nun Emek-Değer Teorisi”

Marksist Ekonomide ise “Karl Marx’ın Emek Değer Teorisidir.”

Smith’in geliştirmiş olduğu emek-değer teorisi Ricardo’nun ve Marx’ın teorilerine öncülük etmiş olsa bile hepsi birbirlerinden oldukça farklıdırlar. Özellikle liberal ekonomiyi yani kapitalizmi savunan Smith ve Ricardo’nun teorileri Marx tarafından sanayi kapitalizmini eleştiren bir teori haline dönüşmüştür.

Adam Smith’in Emek-Değer Teorisi

Adam Smith çalışmasına başlamadan önce kafasında tek bir soru vardı; Bir malın değerini belirleyen nedir? Smith bu sorunun cevabını bir malın en önemli iki özelliği olan kullanım değeri ile değişim değeri özelliklerinde buldu. Nehirlerde akan su ve atmosferde bulunan hava gibi şeyler büyük bir kullanım değerine sahip olduğu halde hatta insan için zorunlu bir ihtiyaç oldukları halde herhangi bir değişim değerine sahip değilken buna karşılık doğada bulunan en sert madde olarak bilinen sertliği ve parlaklığı ile göz kamaştıran elmasın hiçbir kullanım değeri bulunmadığı halde büyük bir değişim değerine sahipti.

İşte bu düşünce Smith’e bir malın fiyatı ile o malın değerinin bir birinden farklı şeyler olduğunu düşündürdü. Fakat hal böyleyken emek ile değer arasında nasıl bir ilişki olabiliyordu? Smith bu sorunun cevabını ararken ekonomik süreci iki kısma ayırdı: “Sermayenin ve Özel Mülkiyetin Olmadığı İlkel Toplum Dönemi” ve “Sermayenin ve Özel Mülkiyetin Olduğu Sanayi Kapitalizmi Dönemi”

Smith’e göre, ilkel toplumlarda bir malın değerini belirleyen tek şey emekti. Bu emek, bir malı elde etmek için fiilen harcanan emek anlamına gelmekteydi. İlkel toplumlarda özel mülkiyet olmadığı için herkes ihtiyaçlarını kendi emeği ile sağlamak zorundaydı.

Sermaye birikiminin ve özel mülkiyetin başladığı sanayi kapitalizmi döneminde ise değeri sadece emeğe bağlamak Smith’e göre anlamsızdı. Üretim sürecinde emeğin yanında toprak ve sermaye de kullanıldığına göre ve üretim araçlarının sahibi kapitalistler olduğuna göre işin içine kapitalisti de sokmak gerekiyordu. Ve “Kumanda Edilen Emek” diye yeni kavram geliştirdi.

“Kumanda Edilen Emek” bireyin harcadığı emek değil, toprak ve sermaye sahiplerinin yanlarında çalıştıracakları işgücüne ödedikleri ücret karşılığında, o işgücünden sağlayacakları kazancı dikkate alan bir kavramdı.

Gelin bu kavramı bir örnekle açıklayalım.  Varsayalım ki toprak ve sermaye sahipleri 10 milyon lira kasalarından çıkarak bu parayla ücretli emek yani işçi kiraladılar. Eğer kiralanan işçiler 10 milyon birim emek girdisi ile 10 milyon birim çıktı yani ürün üretmişlerse, toplam üretilen ürünün tamamı tamamen işçiye gitmiş olacaktır. Ancak toprak ve sermaye sahipleri, kazanç elde etmeyi planladıkları için kiraladıkları 10 milyon birim emek girdisinin toplam 20 milyon birimlik ürün üretmesini isterler. Yoksa bu işe neden para bağlasınlar ki? Toprak ve sermaye sahiplerinin elde ettiği bu 20 milyon birimlik toplam ürünün 10 milyon birimlik kısmı işçiye verilir geriye kalan ve yine işçiler tarafından üretilen diğer 10 milyon birim çıktı ise sermaye sahibine kar olarak geçer. Marx ise daha sonra bu elde edilen kazanca “Artık Değer” diyecektir.

David Ricardo’nun Emek-Değer Teorisi

David Ricardo’nun emek-değer teorisi, bir malın değerini üretiminde kullanılan emeğin miktarının belirlediğini savunan bir teoridir. Ricardo, klasik ekonomi teorisinin önemli temsilcilerinden biri olarak, Adam Smith’in emek değerine dair görüşlerini genişletmiş ve derinleştirmiştir. Ricardo’nun teorisi, üretim süreçlerinde harcanan emek miktarını malın değişim değerinin temel belirleyicisi olarak ele alır.

Ricardo’ya göre değer kıtlıktan veya emekten doğar. Antika eşyalar, sanat eserleri gibi çoğaltılamayan mallar kıt oldukları için değerlidir. Bu nedenle Ricardo çoğaltılamayan mallara tekel malları adını verir ve tekel mallarını analizinin dışında tutar.

Ricardo’ya göre, bir malın değişim değeri, onu üretmek için gereken toplam emek miktarı tarafından belirlenir. Bu emeğin miktarı hem doğrudan harcanan emek (yani işçilerin çalışma süresi) hem de üretim sürecinde kullanılan araç ve hammaddelerin üretimi için harcanan dolaylı emeği kapsar. Dolayısıyla, bir malın değeri, o malın üretim sürecindeki tüm emek girdilerinin toplamına dayanır.

Ona göre, bir malın değeri neredeyse tamamen üretiminde kullanılan emek miktarıyla belirlenir. Kullanılan sermaye ve toprağın etkisini ise sınırlı görür. Çünkü Ricardo’ya göre sermaye dolaylı emektir. Bu ifadeyi şöyle açmak mümkündür: Aslında sermaye dediğimiz faktörler, aletler ve makinelerden oluşur. Emek ile birlikte sermayenin üretim sürecine girmesi, emeğin alet ve makinelerle donatılması anlamına gelir. Ricardo, sermayeyi üretenin de emek olduğunu görmüş bu yüzden emek faktörüne “Doğrudan Emek“, sermaye faktörüne de “Dolaylı Emek” adını vermiştir.  

Ricardo belki de Marx’dan önce işçiler üretim süreçlerinde gerekli olandan daha fazla emek harcarlar, bu fazla emek kapitalistler tarafından kâr olarak alınır demiş olmasına rağmen ve Marx’ın kendi “Emek Değer Teorisin” de ortaya atacağı “Artık Değer” kavramını çok önceden görmüş olmasına rağmen teorisinde bu detaya girmemiştir. Düşünceleri ise daha sonra Karl Marx’ın Artık Değer kavramının temellerini atmıştır.

Karl Marx’ın Emek-Değer Teorisi

Karl Marx kendi teorisini ortaya koyarken Adam Smith ve David Ricardo’nun görüşlerinden etkilenmiş, ancak onların görüşlerini eleştirerek ve geliştirerek kendi özgün yorumunu ortaya koymuştur. Marx’ın emek değer teorisi, kapitalist üretim biçiminin sömürüye dayalı olduğu düşüncesi ve özellikle işçilerin yarattığı artık-değer kavramı etrafında şekillenir.

Marx’ın teorisine göre, bir malın değeri, üretim sürecinde harcanan soyut emek miktarıyla belirlenir. Bu soyut emek, kapitalist üretim sisteminde kapitalistin kâr elde etmesini sağlayan ve işçilerin ücretlerinden bağımsız olarak yaratılan artık-değeri doğurur. Peki nedir bu Soyut-Emek?

Her meta aynı sürede üretilmeyeceği için her metanın değişim değeri de kullanım değerleri gibi birbirlerinden farklı olmak zorundadır. Ve sadece değişim değerleri birbirine eşit olan iki meta birbirine eşittir diyebiliriz. Bin liralık altının, bin liralık gümüşe eşit olması gibi… Ve yine diyebiliriz ki değişim değerleri eşit olan iki meta zerre kadar kullanım-değeri içermezler önemli olan onların değişim değerleridir. Ve bu da bizi Kapitalizmin dünyasına sokar.

Peki Değişim Değerini Kapitalizm için bu kadar önemli yapan şey nedir?

Bu soruya net bir cevap vermek için Marksist literatürün çok bilindik iki kavramını öğrenmek zorundayız; Değişim değeri, “soyut-toplumsal emek” ile yaratılırken kullanım değeri “somut-bireysel emek” ile yaratılır.

Şimdi gelin bu yeni iki kavramı “soyut-toplumsal emek” ve “somut-bireysel emek” kavramlarını bir örnekle anlatmaya çalışalım;

Diyelim ki kışın giymek için kendime bir yün çorap ördüm. Bu çorabı örerek kendi “somut-bireysel” emeğimle bana yarar sağlayacak ve kullanım değeri olan bir ürün ortaya çıkardım. Kendime ördüğüm yün çorabı o kadar beğendim ki üşenmeden bir tane daha ördüm ama bu kez ördüğüm ikinci çorabı satmaya karar verdim. Satmak için ne yapmam lazım? Öncelikle değişime sokmak üzere pazara gitmem lazım. Fakat o çorabı pazarda satmak için çok önemli bir şeye ihtiyacım var. Satmak istediğim ürünümün fiyatına.

Henüz yeni ticarete atıldığım için acemiyim bu yüzden o çorabı örerken harcadığım saate göre değer biçiyorum yani 100 saat harcadıysam 100 TL diyorum. Pazarda bir sürü müşteri karşıma çıkıyor ve bana diyorlar ki “Bu çorap 100 lira etmez bu çorabı üretmenin ortalama “soyut-toplumsal” emek zamanı olsa olsa 10 saattir.” diyorlar. Yani aslında diyorlar ki “Senin beceriksiz ve deneyimsiz olup 100 saatte bir çift çorabı bireysel emeğinle yaratmanın bizim için hiçbir önemi yok” Çünkü bir çift çorap soyut-toplumsal emekle 10 saatte yapılıyorsa, pazarda 10 liraya değişim değeri bulacaktır. O halde artık diyebiliriz ki; Bir metanın değişim değeri o metanın üretimine harcanan ortalama soyut-toplumsal emekken, kullanım değeri ise o metanın üretimine harcanan somut-bireysel emektir.

Bu iki kavramı daha kısaca tanımsal olarak açıklarsak;

Somut Emek: Belirli bir üretim sürecinde harcanan spesifik emeği ifade eder. Örneğin, bir marangozun mobilya üretimi sırasında yaptığı çalışma somut emektir.

Soyut Emek: Tüm emek türlerinin ortak bir ölçüt altında toplandığı, yani üretim sürecindeki emeğin genel, toplumsal emeğe indirgenmiş hali. Marx’a göre, kapitalist ekonomide, soyut emek bir malın değişim değerini belirler. Çünkü kapitalistin kar etme potansiyeli burada yatmaktadır bunun adı ise “Artık Değer” dir.

Artık-Değer

Marx’ın teorisinin en kritik kavramlarından biri artık-değerdir. Marx’a göre, işçi ürettiği malın karşılığında emeğinin tüm değerini almaz; kapitalist, işçinin yarattığı değerin bir kısmına el koyar ve bu artık-değer onun kârının kaynağıdır.

Gerekli Emek Zamanı: İşçinin yaşamını sürdürmek için gerekli olan mal ve hizmetleri üretebilmek adına çalıştığı süre. İşçinin aldığı ücret, bu gerekli emek zamanına karşılık gelir.

Artık Emek Zamanı: İşçinin gerekli emek zamanının ötesinde, kapitalistin kar elde etmesi için çalıştığı süre. İşçinin bu fazladan harcadığı emek, kapitalistin artı-değer elde ettiği kısımdır. İşte bu artık-değer, kapitalist birikimin temelini oluşturur.

Kapitalist, işçinin emek gücünü bir meta olarak satın alır ve onun çalıştığı sürede yarattığı değerin bir kısmını ona ücret olarak verir. Ancak işçi, kendisine ödenen ücretin ötesinde bir değer yaratır. Bu fazla değer, yani artık-değer, kapitalist tarafından mülk edinilir.


Yorum bırakın