Sanayi Devrimi ve Marksist Felsefe

Sanayi Devrimi hem ekonomik hem de toplumsal anlamda dünyanın yapısını köklü biçimde değiştiren hatta günümüz toplumlarını bile hem olumlu hem olumsuz anlamda etkileyen bir dönüm noktasıdır. 18. yüzyılın sonlarında İngiltere’de başlayan ve zamanla tüm dünyaya yayılan bu devrim, üretim süreçlerinden günlük yaşama kadar birçok alanda hayatın dinamiklerini etkilemiş ve halen de etkilemeye devam etmektedir.

18. Yüzyılın ikinci yarısına gelindiğinde feodaliteden yeni çıkmış olan insanlık yeni bir yol ayrımına geldi bu yol ayrımının adı Sanayi devrimiydi. Avrupa’da 18. ve 19. yüzyıllarda bilimin ilerlemesiyle yeni buluşlar yapılınca bu sayede üretim şekli de değişmiş ve böylece Sanayi Devrimi bilinen diğer adıyla Endüstri Devrimi başlamıştı. Buhar gücüyle çalışan makineler makineleşmiş endüstriye geçişi sağlanmış bu da maddi değeri olan ürünlerin üretilmesini hızlandırmıştır. Bu olay kısa zamanda Avrupa’daki sermaye birikiminin artmasına neden olmuştur.

Sanayi Devriminin olumlu ve olumsuz yönlerine baktığımızda ise kendimizi bir noktada kapitalist felsefenin eleştirisinde buluruz.

Öyleyse gelin isterseniz Sanayi Devriminin olumlu ve olumsuz yönlerini çok fazla detaya girmeden inceleyelim.

Önce olumlu yönleri;

Makineleşme ve Seri Üretim: Bir kere kesinlikle Sanayi Devriminin belki de en önemli neticesi üretimin makineleşmeye geçerek artmasıdır. Sanayi Devrimi ile birlikte el emeğine dayalı üretim yerini makineleşmeye bırakmış buhar gücüyle çalışan makinelerin devreye girmesiyle birlikte, üretim hızını ve kapasitesini büyük ölçüde artırmıştı. Bu da seri üretimin gelişmesine olanak tanıdı, ürünlerin daha hızlı ve daha düşük maliyetle üretilmesini sağladı.

Endüstriyel Üretimin Artması: Makineleşmeyle birlikte üretimde gerçekleşen artış ve maliyetlerin düşmesi, mal ve hizmetlerin daha geniş kitlelere ulaşmasını sağladı. Özellikle Tekstil, Demir-Çelik ve Kömür gibi sektörler, Sanayi Devrimi’nin öncüsü olan sektörler arasındaydı ve bu sektörlerde büyük bir gelişmeler yaşandı.

Küresel Ticaretin Gelişmesi: Üretilen malların artması hem bölgesel ticaretin büyümesini hem de uluslararası ticaretin canlanmasına neden oldu. Ulaşımın gelişmesiyle ürünler dünya genelinde daha kolay ihraç edilebilir hale geldi, bu da günümüzdeki küreselleşmenin temelini oluşturmuştur.

Köylerden Kentlere Göç: Fabrikalar, iş gücüne ihtiyaç duyduğu için insanlar kırsal alanlardan kentlere göç etmeye başladı. Bu göç hareketiyle şehirler hızla büyüdü ve kentleşme süreci hız kazandı.

Teknolojik Gelişmeler: Sanayi Devrimi döneminde birçok teknolojik gelişme yaşandı. Buhar makinesi, dokuma tezgâhları, telgraf gibi icatlar, endüstriyel üretimi hızlandıran en önemli faktörlerdir.

Bilimde İlerlemeler: Üretim hızlandıkça üretimin daha fazla olması için üretim süreçlerindeki ihtiyaçlar, mühendislik ve bilim alanlarındaki gelişmelerle karşılanmaya çalışıldı. Mühendislik özellikle makine, elektrik ve kimya mühendislikleri, Sanayi Devrimi ile hızla gelişmiştir.

Tüketim Toplumunun Doğuşu: Ve tabii ki daha fazla kar elde etmek isteyen ve bu anlamda tüketim olmadan üretimin anlamsız olduğunu bilen üretici, ürettiği malları tüketecek bir topluma ihtiyaç duyuyordu. Seri üretim ve maliyetlerin düşmesiyle, tüketim malları daha ulaşılabilir hale geldi. Bu durum, tüketim kültürünün ortaya çıkmasına ve bireylerde tüketim alışkanlıklarının gelişmesine zemin hazırladı.

Yukarıda kısaca yazmış olduğumuz maddeler Sanayi Devriminin olumlu yönleridir diyebiliriz. Peki Sanayi Devriminin hiç mi olumsuz bir yönü olmamıştır? O halde birkaç madde de Sanayi Devriminin yarattığı olumsuzluklardan bahsedelim.

Sömürgecilik ve Emperyalizmin Artması: Sanayileşen ülkeler, daha fazla hammaddeye ve pazara ihtiyaç duyduğu için yeni sömürge arayışlarına girdi. Bu süreç, sömürgeciliğin artmasına ve Avrupa devletlerinin Asya, Afrika ve Amerika kıtalarında sömürge imparatorlukları kurmasına neden oldu.

Yeni Sosyal Sınıfların Ortaya Çıkışı: Sanayi Devrimi ile birlikte burjuvazi (sermaye sahipleri) ve proletarya (işçi sınıfı) olarak adlandırılan yeni sosyal sınıflar ortaya çıktı. Burjuvazi, fabrika sahipleri ve sermaye sahiplerinden oluşurken; işçi sınıfı, fabrika işçilerinden oluşuyordu. Bu durum sınıf farklılıklarını belirgin hale getirdi.

Kadın ve Çocuk İşçiler: Daha fazla kar etmek için daha fazla insan gücüne ihtiyaç duyan Kapitalist sistem fabrikalarda kadın ve çocuk işçilerin de çalışmasını yaygın hale getirdi. Çocuklar, düşük ücretlerle ve tehlikeli koşullarda çalıştırıldıkları için çocuk işçiliği, Sanayi Devrimi’nin olumsuz yanlarından biri olarak görülmektedir.

İşçi Hareketleri: Sınıfsal farklılıkların özellikle maddi koşullarda büyük uçurumlara neden olması işçi sınıfının kendi haklarını arama çabalarını beraberinde getirdi.  

Ve belki de bu iki sınıf arasındaki büyük farklılıklar dünyayı çok uzun yıllar etkileyecek bir felsefenin hatta yeni bir dünya görüşünün ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu yeni dünya görüşünün adı; Sosyalist Düşüncedir.

Sosyalist düşünceden bahsettiğimiz de ise tabii ki de adlı adınca Marksist Felsefeden de bahsetmemiz gerekecektir.

Sanayi Devrimi, Marksist felsefenin ortaya çıkmasında çok önemli bir tarihi dönemdir. Üretim süreçlerindeki makineleşme ve işçi sınıfının kitlesel olarak ortaya çıkışı, Marx’ın kapitalist sistemin doğasını ve işleyişini analiz etmesine neden olmuştur. Marx, kapitalizmin sömürüye dayalı bir sistem olduğunu ve sonunda kapitalizmin yerini alacak olan sosyalist bir düzenin ortaya çıkacağını savunmuştur.

Aslına bakılırsa Marksist felsefenin kökenleri ve gelişimi oldukça derin ve kapsamlı bir konudur. Fakat biz yine her yazımızda olduğu gibi fazla detaya girmeden genel düzeyde bir bilgi vermeye çalışacağız.

Bu felsefe, 19. yüzyılın sosyal, ekonomik ve siyasi değişimleriyle şekillenmiş; Karl Marx ve Friedrich Engels tarafından temelleri atılmış özellikle toplumsal yapılar, ekonomi, sınıf mücadelesi ve tarihsel gelişim üzerine felsefe dünyasına önemli analizler sunmuştur.

O halde şimdi gelin isterseniz önce Marksist Felsefenin doğuşunu etkileyen faktörlere bir göz atalım.

Sanayi Devrimi: 18. yüzyılın sonlarından itibaren Avrupa’da hız kazanan Sanayi Devrimi, üretim süreçlerinde devrim niteliğinde değişiklikler getirdi. Bu dönem, daha önce kırsal bölgelerde yaşayan ve tarımla uğraşan büyük kitlelerin şehirlere göç etmesine neden oldu. Fabrikaların hızla çoğalması, insanların kitleler halinde işçi sınıfına dahil olmasını sağladı. Ancak, fabrikalarda uzun saatler boyunca kötü koşullarda çalışan işçiler, düşük ücretler ve sınırlı haklarla karşı karşıya kaldılar. Bu toplumsal değişim, sınıf ayrımlarını keskinleştirerek işçi sınıfının örgütlenmesine ve hak taleplerinde bulunmasına zemin hazırladı. Marx, bu süreci analiz etmiş ve işçi sınıfının bu yeni düzenden istediği talepleri teorik bir temele oturmuştur.

Sınıf Ayrımları: Sanayi Devrimi’nin etkisiyle, zenginler ve fakirler arasındaki uçurum giderek derinleşti. Burjuvazi, yani sermaye sahipleri, üretim araçlarını kontrol ederek toplumdaki ekonomik gücü ellerinde tutarken, işçi sınıfı düşük ücretlerle hayatta kalma mücadelesi veriyordu. Marx ve Engels, işçi sınıfının, toplumu dönüştürebilecek en önemli güç olduğunu ve kapitalizmin kendini sürdürebilmek için işçi sınıfını sömürdüğünü savundu.

Hegel ve İdealist Felsefe: Daha önceki yazılarımızda Karl Marx ve Hegel’in felsefesini derinlemesine incelemiştik bu nedenle bu yazımızda her iki felsefeye de girmeden sadece Marx’ın kendi felsefesinde Hegel’in düşüncelerini materyalist bir temele dayandırmış olduğunu yinelemek istiyorum. Marx, diyalektik yöntemi kullanarak Hegel’in aksine tarih denilen kavramın fikirlerin değil, ekonomik güçlerin çatışması sonucu geliştiğini öne sürdü. Bu anlayışa Diyalektik Materyalizm denir. Diyalektik materyalizme göre, toplumsal yapılar ekonomik temeller üzerine inşa edilir ve tarihin motoru sınıf çatışmalarıdır.

Fransız Devrimi: Fransız Devrimi, bireylerin toplumsal düzeni değiştirme gücünü gösteren bir örnek olarak Marksist felsefeye ilham vermiştir. Bu devrim, monarşinin devrilmesine ve toplumun özgürlük, eşitlik ve kardeşlik ilkeleri etrafında yeniden yapılandırılmasına yol açmıştı. Marx ve Engels, Fransız devriminin bu dönüştürücü gücünden etkilenerek, sınıf mücadelesi yoluyla toplumun dönüştürülebileceğini savundular.

Yukarda saydığımız bu belirgin nedenler sonucu Marx ve Engels kendi felsefelerinin temel kavramlarını bu nedenlerin üzerine oturtarak oluşturmaya başladılar.

İşte tüm dünyayı iki ayrı düşünceye bölen o temel kavramlar.

Tarihsel Materyalizm: Marx, tarihsel materyalizm ile tarih boyunca toplumsal gelişimin ekonomik temeller üzerine kurulduğunu savunmuştur. Ona göre, bir toplumun ekonomik yapısı, o toplumun yasal, siyasi ve ideolojik üstyapısını belirler. Örneğin, feodal toplumdan kapitalist topluma geçiş, üretim biçimlerindeki değişimle açıklanır. Bu nedenle Kapitalizm, üretim araçlarının özel mülkiyetine dayanırken; Sosyalizmde üretim araçlarının toplumun ortak malı olması hedeflenir.

Sınıf Çatışması: Marksist felsefede, sınıf çatışması toplumun temel dinamiği olarak kabul edilir. Marx’a göre kapitalist sistem, burjuvazi ve proletarya arasındaki çatışma üzerine kuruludur. Burjuvazi, üretim araçlarının sahibi olan ve sermaye birikimini sağlayan sınıftır. Proletarya ise emek gücünü satarak geçinen işçi sınıfıdır. Marx’a göre bu iki sınıf arasındaki çıkar çatışması, kapitalist toplumun en önemli sorunudur.

Alt Yapı ve Üst Yapı: Marx’a göre, bir toplumdaki ekonomik yapı (altyapı), üstyapıyı (siyaset, hukuk, kültür gibi) şekillendirir. Altyapı, üretim ilişkilerini ve üretim güçlerini kapsar; üstyapı ise bu ekonomik temele bağlı olarak şekillenir. Yani, kapitalist bir toplumun üstyapısı, kapitalist üretim ilişkilerini koruyacak ve sürdürecek şekilde oluşur. Bu nedenle, Marx’ın en büyük hayali olan sınıfsız toplumu inşa edebilmek için önce altyapının değişmesi gereklidir.

Kapitalizm Eleştirisi: Marx, kapitalizmi emeğin sömürüsüne dayalı bir sistem olarak eleştirir. Kapitalizmde işçiler, artı-değer yaratmak için çalışırlar, yani emeklerinin karşılığında aldıkları ücret, ürettikleri değerden daha azdır. Bu durum, burjuvazinin kar elde etmesine ve sermaye birikimine yol açar. Marx’a göre, kapitalist sistem bu adaletsizliğin üzerine kuruludur ve bu nedenle sürdürülebilir bir toplum düzeni değildir. Kapitalizmin sona ermesi, sınıfsız bir toplumun oluşmasının ön koşuludur.

Sosyalizm: Marx’a göre kapitalizmin yıkılmasıyla, sosyalist bir toplum düzeni kurulacak ve bu düzende üretim araçları kamuya ait olacaktır. Böylece sınıf ayrımları ortadan kalkacak, toplumsal adalet ve eşitlik sağlanacaktır.

Yazıyı da daha fazla uzatmadan sonuç olarak diyebiliriz ki; Sanayi Devriminin topluma kazandırdığı olumlu yanların dışında meydana gelen olumsuz yönleri Marksist felsefenin oluşmasında çok büyük bir etken olmuştur. Ve bu felsefe günümüzde de toplumsal adalet, eşitlik ve kapitalizm eleştirisi üzerine yürütülen tartışmalarda önemli bir referans noktası olmaya devam etmektedir.


Yorum bırakın