Schopenhauer’ın Sarkacı

Bazı bilgileri öğrendikten sonra hayat eskisi gibi olmaz derler ya, işte Schopenhauer’ın “Sarkaç Metaforu” tam da böyle bir etki bırakır insanda. Onu öğrendiğinizde, hayatta her şeyin aslında iki uç arasında gidip geldiğini fark edersiniz: Acı ve sıkıntı, eksiklik ve doyum, arzu ve tatminsizlik…

Hayatta bir şeyleri elde etmek için mi koşuyoruz, yoksa sadece koştuğumuz için mi yaşıyoruz? Bu sorunun peşinden gidersek kendimizi Schopenhauer’ın o meşhur sarkacının tam ortasında bulabiliriz.

Alman filozof Schopenhauer, yaşamın temel dinamiğini İrade (isteme) kavramı etrafında açıklar. Çünkü Schopenhauer’a göre insan, doğası gereği hep bir şeyleri ister, arzularının peşinden koşar, ancak elde ettiği an fark eder ki bu tatmin sonsuz değildir.

Böylece insan, acı ile can sıkıntısı arasında sallanan bir sarkaç gibi bir acıya bir sıkıntıya doğru salınır durur.

Schopenhauer’ın isteme, istenç ya da irade felsefesi genel olarak Kant felsefesine dayanıyordu. Ancak Schopenhauer’ın bu felsefesi kendi dönemindeki “Romantikler” olarak bilinen Fichte, Schelling ve Hegel’in düşüncelerini eleştirirken bir anlamda onlara karşı Kant’ı savunurken zamanla bir Kant eleştirisine dönüşmüştü. Bu nedenle felsefe tarihi Schopenhauer felsefesini Romantik İdealistlerle, Kant arasındaki çatışmanın bir izdüşümü olarak görür.

İsterseniz gelin önce Schopenhauer’ın İsteme, İstenç ya da İrade dediği kavramın sözlük anlamına bakalım.

TDK sözlüğü “İstenç” ya da “İrade” sözcüklerini bir şeyi yapıp yapmamaya karar verme gücü, buyruk, dilek ya da istek olarak tanımlıyor. İrade, Arapça, “İrada” kelimesinden geliyor ve “isteme, istek” anlamlarında kullanılıyor.

Yani bir bakıma Schopenhauer felsefesi bir “İsteme” felsefesidir. Peki ama biz neyi isteriz?

İsteme: İnsan Doğasının Değişmeyen Gerçeği

Schopenhauer’a göre insan, düşündüğü için değil, hissettiği için hareket eder. Yani zannedildiği gibi önce düşünüp ya da tasarlayıp sonra ona göre yaşamaz tersine sezgileri ile yaşar ve kesinlikle dürtülerinin, tutkularının peşinde, kendi çıkarlarının arkasından koşar ve ne yazık ki her zaman bir şeylerin eksikliğini hisseder. Ancak bu istekler asla tam olarak tatmin edilmez. Çünkü insan arzularını gerçekleştirdiğinde de yeni bir boşluk oluşur. Kısaca, insanın hayatı, bir tatminsizlik döngüsüne sıkışıp kalmıştır.

Örneğin, çok istediğiniz bir şeyin peşinden aylarca koştuğunuzu düşünün. Belki yeni bir iş, belki de hayalini kurduğunuz bir seyahat ya da yeni bir ilişki… Ona ulaştığınızda mutlu olursunuz ama bu tatmin uzun sürmez. Zamanla yeni bir eksiklik doğar ve tekrar yeni bir hedefin peşine düşersiniz. İşte Schopenhauer, bu durumu bir sarkaç metaforuyla açıklar: Ona göre insan, acı (eksiklik ve tatminsizlik) ve sıkıntı (tatmin sonrası boşluk) arasında gidip gelen bir sarkaç gibidir.

Bu nedenle Schopenhauer, kendi tutkularının peşinde koşan insanı acı, eksiklik ve tatminsizlik ile birleşen bir yol ayrımında ele alır. Ona göre, insan sadece istekleri tarafından yönlendirilir ve bu istenç, asla doyuma ulaşmayan bir arzudur.

Schopenhauer, insanın temelinde istencin bulunduğunu söylerken yaşamsal bir gerçeği de vurgular ona göre insan hayatı sürekli bir şeyler istemek, arzulamak ve bunları elde etmeye çalışmak üzerine kuruludur. Bu istencin, hiçbir zaman tatmin edilememesi ise Schopenhauer felsefesini oluşturan temel argümandır.

Schopenhauer insan bilincinin arzuladığı şey elde edilene kadar eksiklik hissettiğini ve bu eksiklik bir ıstırap doğurduğunu söyler. “Istırap”  ilk adımdır.

İkinci adım ise arzulanan şey elde edildiğinde ortaya çıkar. Arzulanan şey elde edildiğinde meydana gelen tatmin hissi geçici olur, çünkü yerine yeni arzular ortaya çıkar ve insan yeniden eksiklik hisseder. İkinci adım “Sıkıntıdır”

Bu döngü, insanın doğasında var olan sonsuz bir tatminsizlik durumudur.

Schopenhauer bu döngüyü “Sarkaç Metaforu” ile tanımlar: Istırap ve Sıkıntı Arasındaki Salınım

Schopenhauer’ın sarkaç metaforu, insanın ruh hali ve yaşam deneyimi arasındaki gidip gelmeleri anlatmak için kullandığı bir benzetmedir. Ona göre, insan hayatı acı ve sıkıntı ile can sıkıntısı ve doyumsuzluk arasında sallanan bir sarkaç gibidir.

Schopenhauer’a göre insan, temel arzularını ve ihtiyaçlarını karşılamaya çalışırken sürekli eksiklik, acı ve tatminsizlik hisseder. Ancak bu arzular gerçekleştiğinde veya doyurulduğunda, bu sefer de can sıkıntısı ve anlamsızlık duygusu ortaya çıkar. Böylece insan, sürekli bu iki uç arasında gidip gelen bir sarkaç gibi yaşar.

Acı (Sıkıntı, Yoksunluk, İstek): İnsan bir şeylere ulaşmak için çabalar, eksiklik hisseder, hayal kırıklığı yaşar.

Can Sıkıntısı (Tatmin, Doygunluk, Anlamsızlık): Ulaşılan şeyler ise bir süre sonra anlamını yitirir, heyecan kaybolur ve insan ulaştığı, elde ettiği şeyden sıkılmaya başlar.

Ve insan tekrar acıya dönerek yeni bir arzu peşine düşer…

Bu döngü, insan hayatının temel trajedisi olarak görülür ve Schopenhauer’ın ünlü “Kötümserlik Felsefesi””ni oluşturur.

Yani Schopenhauer’a göre sürekli bir tatmin mümkün değildir. İnsan ya bir şeyleri elde etmeye çalışarak acı çeker ya da elde ettikten sonra sıkılır. Bu yüzden insanın kalıcı bir mutluluğa ulaşması Schopenhauer’a göre imkansızdır.

Schopenhauer’un felsefesine göre:

• İnsan ya ıstırap ya da sıkıntı içindedir.

• İnsan arzularından tamamen kurtulmadığı sürece mutluluk mümkün değildir.

• İnsan yaşamı, eksiklik, tatmin ve sıkıntı hissiyle şekillenen bir döngüdür ve arzular asla tam anlamıyla tatmin edilemez.

Peki bu döngüden kurtulmanın yolu yok mu?

Schopenhauer bu döngüden kurtulmanın sadece üç yolu var diyor;

  1. Sanat: Sanat, insanı arzularının dışına çıkararak dünyaya farklı bir bakış açısıyla bakmasını sağlar. Schopenhauer’a göre özellikle müzik ve edebiyat en etkili sanat dalıdır.
  2. Merhamet: Schopenhauer’a göre kendi isteklerimizden sıyrılarak başkalarının acılarını anlamak, insanı bu döngüden kurtarabilir.
  3. Asketizm (İstenci Baskılama): Schopenhauer en radikal çözüm ise Budizm’deki nirvana kavramında bulur. Arzuları mümkün olduğunca bastırarak dünyadan el etek çekmek.

Schopenhauer’ın bu düşüncesine katılırsınız ya da katılmazsınız bilemem ama bu düşünceyi savunan pek çok felsefi görüş de var. Örneğin, Schopenhauer’ın bu görüşü, Budizm’deki “Dukkha” kavramına oldukça yakındır. Buddha da yaşamın doğasının ıstırap ve tatminsizlikten ibaret olduğunu söylüyordu. Stoacı filozof Epiktetos ise, arzularımızı dizginleyerek mutluluğa ulaşabileceğimizi savunur. Nietzsche ise Schopenhauer’ın bu kötümserliğini eleştirerek, acı ve tatminsizlikten kaçmak yerine bunları aşarak “üstinsan” olmayı önerir. Albert Camus ise absürtizmi ile bu döngüyü fark eder, ancak çaresizce kabullenmek yerine hayatın anlamsızlığına rağmen yaşamaya devam etmeyi savunur.

Gerçekten Hiçbir Şeyden Zevk Almayacak mıyız?

Tüm bu okuduklarınızdan sonra Schopenhauer’ın felsefesinin günümüzde de oldukça geçerli bir felsefe olduğunu görebildiniz mi? Modern insan, sürekli yeni hedefler belirleyerek mutluluğu arıyor, ancak hiçbir zaman kalıcı tatmine ulaşamıyor. Tüketim kültürü, bizi hep yeni bir şey istemeye yönlendirerek bu sarkaç hareketini hızlandırıyor.  

Peki bunun bir çözümü yok mu? Belki de mutluluğun sırrı, hayata tamamen karamsar bakmak ve sürekli yeni şeyler peşinde koşmak yerine, sahip olduklarımızı anlamlandırmayı öğrenmekten geçiyordur.

Evet, belki de hiçbir zaman arzularımızın peşinde koşarak tam bir tatmine ulaşamayacağız. Ama bu, anın tadını çıkaramayacağımız anlamına gelmez.

Schopenhauer’ın düşüncelerini günlük hayatımıza uyarlarsak, belki de yapmamız gereken sürekli yeni arzular yaratmak yerine, elde ettiğimiz deneyimlerin farkında olmaktır. Yani, bir kahveyi içerken sadece kahve içmenin tadını çıkarmak, bir dostla sohbet ederken sadece o anı yaşamak… Farkındalık, bu sarkaçtan kaçmanın en keyifli yolu olamaz mı?

“Önemli olan varış noktası değil, yolculuğun kendisidir” demiş birileri ve haklıymış: Geçmiş zamanın içinde sıkışıp kaldık oysa ki bir an önce şimdi vardı, birkaç saniye sonra ise geçmiş. Belki de bu durumdan sağ çıkabilmenin tek yolu, olayların içimizden geçmesine izin vermek, ama aynı zamanda onları deneyimlemeye hazır ve kararlı olmaktır.

Sen ne dersin? Hayat gerçekten sadece bir salınım mı, yoksa biz ona daha farklı anlamlar yükleyebilir miyiz?


Schopenhauer’ın Sarkacı’ için 3 yanıt

  1. Kıymetli yazınız için teşekkür ederiz Bülent Bey. İstekler ve irade konusunda insanı tatminsizliğe düşüren şeyin zihniyet olduğu kanaatindeyim. Zira hayatta neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilemeyebiliriz ama neyin faydalı neyin zararlı olduğunu bilebilir ve seçimlerimizi ona göre yapabiliriz. Arzu unsuru teşkil eden şey her ne ise ona faydacı zihniyetle yaklaştığımızda ucunda tatminsizlik yaşama ihtimalinin çok daha düşük olduğunu düşünüyorum. Sanırım hayata bakış açımızı hayatımıza yapacağımız kuş bakışı görüşle irdeleyip, “Ne istedik, ne oldu?” sorusunun cevaplarını alt alta dizip yarar ve zarar terazisini tarttığımızda daha net anlaşılacaktır. Ve fakat insanız 🙂 İnsan beşer, kuldur şaşar, derler ya, daha az şaşmak için daha derin kazmak gerekiyor seçimlerimizi ve sonuçlarını. Seçimlerimizin sonuçlarının sorumluluğunu aldığımız gün hayat hem bizim hem de diğer insan için daha iyi yaşanır bir hâl alacak 😊 Düşündüren, sorgulatan kaleminize sağlık

    Liked by 1 kişi

    1. Yorumunuz için teşekkür ederim Gökşen Hanım. Sanırım 21. Yüzyıl tüketim toplumu içinde yaşayan bizler psikolojide “hazza adapte olmak” olarak tanımlanan “Hedonik Adaptasyon” olayını fazlasıyla yaşıyoruz. Bir şeyi çok istiyor ve onu elde ettikten kısa bir süre sonra tüketip, sıkılıyoruz. Kim bilir belki de tükettiğimiz şeyin aslında kendimiz olduğunun farkına varmamız gerekiyordur.

      Liked by 1 kişi

Bülent YÜNEY için bir cevap yazın Cevabı iptal et