Uyanalım

Bilinçli bir varlık olmak ne demektir? Sanırım bu soruya verilecek belki de tüm cevapları kapsayan “Farkında Olma Hali” bilinçli bir canlının en önemli özelliği olsa gerek. “Farkındalık” hisseden, duyumsayan, düşünen, yargılayan, yorumlayan, mutlu olan, mutlu olmak isteyen, acı duyan, üzülen yani duyguları olan bir canlının tüm hayatını bilinçli bir varlık olarak geçirebilmesi için en önemli eylem halidir. Çünkü ancak farkındalığı olan bir canlı bütün bu duyguları hissedip anlayabilir.

Bilinç bir yansıma alanıdır; Dışarıdan gelen veriler, içeriden gelen duyumlarla birleşir ve bu alanda bir anlam kazanır. Bilinçli bir varlık olmak, hayatın zorluklarıyla ve varoluşsal kaygılarla başa çıkmaktan, ahlaki seçimler yapmaya, anlam arayışına ve sonlu bir varlık olduğunun yani ölümlülüğün farkında olmaya kadar uzanır. Bilinç, aynı zamanda empati kurma, yaşanılan ilişkileri anlama ve sürekli değişen bir dünyada anlam bulma çabasıdır. Özeldir ve önemlidir ancak düşünen insan için bu, hem bir lütuf hem de bir yük olabilir. Bu düşünce, fenomenolojik ve varoluşçu felsefeyle birebir örtüşen bir düşüncedir.

Homeros’un “Odysseia” destanındaki Kirke ve domuza dönüşen gemiciler hikayesi, farkındalığı olan insan doğasının karanlık yönlerine ve özgürlüğün kırılganlığına dair güçlü bir alegori sunan bir hikayedir.

Odysseus ve adamları uzun süren deniz yolculuklarının ardından Aeaea Adası’na (Kirke’nin adası) varırlar. Bu ada, güzel ama tehlikeli bir büyücü olan Kirke (ya da Circe)’nin yaşadığı yerdir. Odysseus, adamlarından bir grubu adayı keşfetmeleri için gönderir. Gemiciler uzun bir süre adada dolaştıktan sonra inanılmaz güzel bir saraya rastlarlar. Saraydan içeri girince Kirke tarafından karşılanırlar. Kadın onlara yemek ve içki ikram eder. Fakat bu ikram aslında bir büyü tuzağıdır: Kirke, onlara büyülü bir içki verir. Gemiciler büyülü içkinin etkisine girince Kirke değneğiyle onlara dokunarak adamları domuza çevirir. Sadece biri, Eurylochos adında bir gemici saraya girmemiştir. Arkadaşları saraydan çıkmayınca merak eder ve saraya girer. Kirke’nin değneğiyle onları domuza çevirdiğini görünce kaçarak olanları Odysseus’a anlatır.

Odysseus adamlarını kurtarmaya karar verir. Yolda tanrı Hermes ona görünür ve Kirke’nin büyüsünü ortadan kaldıracak olan “Moly” adlı bitkiyi ona verir.

Odysseus, Kirke’nin adasına geldiğinde tüm adamlarını göl kenarında yatarken bulur.  Adamlarına, onları bu lanetten kurtaracak büyülü otlar bulduğunu ve çok yakında tekrar insan olabileceklerini söylediğinde domuza dönüşmüş gemiciler öyle bir kaçar ki, Odysseus arkalarından bakakalır.  Fakat domuzlardan birini yakalamayı başarır; büyülü otu üzerine sürer sürmez domuzun sert kılları dökülür ve altından Elpenoros adl bir gemici çıkar. Elpeneros, sıradan” bir gemicidir. “Kurtarılmış Elpenoros” eski haline dönünce yine insan olduğuna hiç de memnun değildir; “kurtarıcısına” öfkeyle saldırır.

“Yine mi sen, lanet olası, işgüzar herif? Yine mi başımızın etini yemek, bizi canımızdan bezdirmek istiyorsun; yine mi senin için her türlü tehlikeye atılalım, yine mi durmadan yeni kararlar almaya zorlayalım yüreklerimizi? Oysa ne kadar mutluydum ben; gönlümce çamurda yuvarlanıyor, güneşin altında uyuşuk uyuşuk yatıyordum, hapur hupur yemek yiyor, canımın istediği gibi homurdanıp böğürüyordum; aklımda ne derin düşünceler vardı ne de “Şimdi ne yapsam, şunu mu yoksa bunu mu?” gibi endişeler vardı. Ne diye geldin ki? Beni tutup lanet olası eski hayatıma geri göndermek için mi?”

Bu bölüm, özellikle modern yorumlarda veya edebi yeniden yazımlarda insan doğasının, özgürlük ve irade konforlu hayvani varoluş arasında kalışını sembolize eder. Elpenoros’un “Yine mi sen, lanet olası, işgüzar herif?” diyerek sorduğu şey aslında hepimizin zihninde “Farkında olmayı ben mi istedim?” diyerek çınlayan bir çığlıktır. Gemicilerin tekrar insan olmanın özelliklerine dönmek istememeleri, bulundukları konfor alanından çıkmak istememeyi, değişime direnci ve belki de bilinçli bir varlık olmanın getirdiği sorumluluklardan kaçışı simgeliyor.

Aslında Homeros’un “Odysseia” destanındaki bu alegorik hikayede verilmek istenen “İnsan olmak, bilinçli acılarla doludur; hayvan olmaksa farkında olunmayan bir rahatlık” düşüncesidir.

Peki gerçekten öyle midir? Yoksa farkında olmak özgürlük müdür? Bilinçli bir varlık olabilmenin konforundan yararlanmak için önce onun getirdiği sorumluklarla baş edebilmek mi gerekir?

Nietzsche der ki: “Hayvan unutmayı bilir. İnsan ise bilinçle lanetlenmiştir; geçmişi düşünür, geleceği hesaplar.”

Heidegger’e göre insan, “Varlık üzerine düşünebilen varlıktır”. Yani bilincimiz bizi özgür kılar ama o özgürlük aynı zamanda bizi “Kaygı”ya sürükler.

Jean-Paul Sartre’ın Varoluş Felsefesini özetleyen şu ünlü “Özgür olmaya mahkumuz” cümlesi, bilinçli bir varlık olmanın kaçınılmaz bir özgürlük ve aynı zamanda eylemlerimize ve seçimlerimize karşı bir sorumluluk yüklediğiniz gösterir.

Homeros’un hikayesine bu felsefi çerçeveden baktığımızda Elpenoros’un öfkesi, bilinçli olmanın getirdiği bu “Mahkumiyet”e duyulan bir başkaldırıdır.

Farkında olmak, hem insanı yücelten hem de yaralayan bir haldir. Çünkü bilinç, bizi “hayvani huzurun” dışına çıkararak yaptığımız seçimlerle hayatımıza yön verme ve seçimlerimizin sorumluluğunu alma zorunluluğu doğurur. Bizi cehaletin konforlu sığınağından koparıp kendi içimizin labirentine sürükler. Bu yüzden Elpenoros’un “Beni neden uyandırdın?” diye başlayan öfkesi, sadece bir karakterin değil, tüm bilinçli varlıkların ortak haykırışıdır.

Bilmemek aynı zamanda görememektir. Cehalet ise farkında olmayı yok eder; çünkü bilinç, bilgiyle beslenir. Bir şeyin varlığından haberdar olmayan zihin, onun üzerine düşünemez. Düşünemeyen zihin ise sorgulayamaz, yargılayamaz, hissedemez. Bu yüzden cehalet, bir bakıma konforlu ama karanlık bir kabuktur; bilinçli olmak ise çoğu zaman rahatsız edici ama aydınlık bir çıplaklıktır. İnsan uyandığı sürece farkına varır. İnsan, tam da bu uyanış sayesinde insandır.

Bu yüzden çoğu sistem uyanmamızı istemez. Çünkü uyanan bir zihin sorgular; otoriteyi, kuralları, dayatmaları kabul etmez. Bilinçli bir birey, tüketim kalıplarını reddeder, sahte mutluluklara kanmaz, propagandaya direnç geliştirir. Bu yüzdendir ki çoğu sistem, cehaleti besler. Bunu yaparken insanları anlamsız bilgilerle meşgul eder, eğlendirir, oyalayarak uykuda tutar. Çünkü farkındalık sistem için bir tehdittir. Sistemin sürekliliği için statükonun devam etmesi gerekir.

Uyanalım…! Artık uyanalım. Uyanalım ve farkına varalım. Çevremizde olup biten her şeyin aslında bize ne göstermek istediğinin farkına varmak için tek yol uyanmaktır. Çünkü gerçek bir yaşam, ancak bilinçle mümkün olabilir. Sessizce akan zamanın, görmezden geldiğimiz acıların, üzerini örttüğümüz adaletsizliklerin ve unuttuğumuz sorumlulukların ortasında, sadece farkındalıkla yeniden insan olabiliriz. Gözlerimizi açmak, yalnızca dünyayı görmek değil; onu anlamak, ona dokunmak ve onunla birlikte dönüşmektir. Uyanmak, acıyı da sevinci de göze almaktır.


Yorum bırakın